29 Mart 2015 Pazar

Erdoğanın muhalifleri ?



Dr. İsmet Turanlı 


Ben siyaset mühendisliği yapmayacağım. Siyasi tecrübesi olanların satır aralarında söyledikleriniCiddiye alıp Erdoğanın hakiki muhaliflerinin kimler yahut neler olduğunu ve onun diğer seçilmiş başkanların akıbetine uğrayacağını zannettiğimi söyleyeceğim. İktidara geldiği ilk devrede çok güzel hizmetlerde bulunmasına rağmen , öncedende söylediğim gibi, tekadam olma isteği onun yanlış kararlar almasına vesile olmuş ve muhaliflerinin sayısı artmıştır. Şöyleki:
 
  1. TENCERE
 
On sene belediye başkanlığı, on senedende fazla milletvekilliği yapmış olan amcam  ‚‘ En büyük muhalif TENCEREDİR‘‘ derdi. Şayet pazardan dönen ev kadını tenceresini doldurmaktan güçlük çekiyorsa, mutfakta pahalılığa meydan veren iktidara veriştirmeye başlar. Kocası eşinin şikayetlerini dinleye dinleye ilkseçimde oyunu iktidara vermekten imtina eder.Anketcilerin kararsızlar diye adlandırdıkları bu bitaraf vatandaşlardır ve seçimin kaderini tayin ederler.
 
İşsizlik artıyor, büyüme rakkamları 3 ü geçmiyor, dolar ve euro değerleri yükselirken TL değer kaybediyor,faizler Erdoğanın istediği gibi inmiyor, üstelik AKP nin ekonomi sine ciddi katkısı olan Babacan ERdoğandan uzaklaşıyor. Bütün bunlar Tencereyi etkileyecek ve Erdoğana muhalefet artacak.
 
  1. Canciğer dostlarınız, sırdaşlarınız.
     
    Menderes Yassıadaya düşünce demiştiki ‚‘en yakınınız olduğunu bildiğiniz, en büyük yardımları yaptığınız kimseler meğer en insafsız rivaliniz olduğunu bilmelisiniz. Bu söyleminde itiraf ettiği kişi Ethem Menderesdi. Onu çiflüğüne kahya yapmış, iktidara gelincede onu en önemli bakanlıklara getirmişti. Onun günlüklerindeki notları Yassı ada mahkemsinde Menderesin aleyhine en itibarlı iddialar olmuştu. Şimdi Fidanın makamından istifası Erdoğanı oldukça rahatsız etti.‘‘O benim sırdaşım‘‘ dedi. Fidanın siyasete atılmasından bayağı korktu. Arıncı passifze etmek için Önce meclis başkalığına getirdi, şimdi en ağır eleştiriyi kendisine can ciğer dostu, sırdaşı Arınç oldu. Abdullah Gülü cumhurbaşkalığına gönderip siyaseten passifize etti. Hatta onun ikinci defa cumhurbaşkanı olmaması için getirdiği kanunu Anayasa mahkemesi iptal etti. Şimdi Yenişafak gazetesi köşe yazarına göre  Abdullah Gül gelecek başkanlık seçimlerine aday olmak istediği ve onun içinde yeni bir parti kurma çalışmaları yapmaktadır. Mevcut siyasetçiler arasındada en kuvvetli muhalif.Abdullah Gül olabilir.
     
  2. Kürt sorunundaki zikzakları
     
    Kürt sorununu çözmek için bazı ciddi adımlar attı.Bunları biraz kibirlice LUTUF olarak değerlendirdi.Kürdistanda  Kürt adayları gösterdiği ve o bölgede bazı hizmetleri gerçekleştirdiği için , neredeyse HDP kadar oy almasını kendi hanesine kaydetti.Şimdi MHP li seçmenlerden oy kazanmak için MHP nin sloganlarını söylemeğe başladı. ‚‘ Kürt sorunu yoktur.‘‘ ‚‘ İzleme komisyonundan bihabermiş gibi, Davutoğlu hükumetini küçük düşürecek tarzda laflar etmeğe başladı. Kendisini MHP li seçmenlerden daha akıllı zannediyor ve yanılıyor. Onun bu tarz söylemlerinin gayrisamimi olduğunu milliyetciler pekala farkındalar , adeta alay eder gibi Miliyetci oyları tarafına çekeceğini zannediyor.Ne MHP lilerden, nede Kürtlerden bu seçimlerde oy kapacağını sanmıyorum. Onlarında ideolijik davranacaklarını sanıyorum .Çözüm sürecinide kendisi değil Öcalanın Nevruz daki beyanları  başlatmıştır. Ona karşı çıkamamasının ve ozaman kadar kıymet vermediği Barzaniye de el uzatmasının sebebi Türkiyenin Güneyindeki bütün devletlerle arasının bözmuş olması . 50 milyarlık dolarlık  cari acığını ( Enerji ithalinden doğan) Barzaninin Petrol zenginliğinden istifade edebileceği kurnazlığından ileri gelmiştir.  Rumlarla, Güney Kıbrıs devleti ile, Mısırla, İsraille, Suriye ile, Irakla(Maliki ile), Ermenistanla Azerbaycandan dolayı düşman konumuna girmiştir. Dış siyasetteciddi öneriler getiremeyen CHP ve MHP bile fleksibl ilişkileri önermişlerdir. Demirtaşın Erdoğanın başkanlık rejimini getiremeyeceğine dair beyanları köşe yazarları tarafından takdir görmüş, ona puan kazandırmıştır.Öcalan çözüm sürecinin yürümesi için oldukça mülayim beyanlar vermesine rağmen, Erdoğanın son hatalı söylemleri karşısında şartlı önerilerde bulunmuştur. PKK kongresinin karar vermesini istemiştir.
     
  3.    Korruption
     
    Muhalif partiler bir türlü AK partinin halk nazarındaki bir kara leke olarak algılanmasını siyasette kullanamamaları üzücüdür. Ne AK parti bu yüzden oy kaybetti, nede muhalif partiler oylarını artırdılar. Geçde olsa halk seçimlerde bu soygundan dolayı Erdoğanın partisine fatura kesecektir. Etrafını zenginleştirmeğe devam ettiği takdirde dedikodular muhalif cepheyi kuvvetlendirecktir. Arıncın Gökcek hakkındaki itirafları AKPyi  sarsacak mahiyettedir.
     
  4. Safahata düşgünlüğü
     
    Bir taraftan Dolambahçeye yerleşmesi, AKSARAYI inşası, nihayet SAVARONAYI kullanmak istemesi  ona antipati kaynağı olmaktadır. Bunları Atatürkün muhalifleri dahi içlerine sindirememişler, Atatürkü eleştirmişlerdi. Daha hayatta iken İsminin  taçlandırılmasını desteklemeside muhalif söylemleri artırmaktadır. İsminin ölmezliğini garantiye almak istemeside onu gülünç bir mevkiye sokmaktadır. Kusura bakmasın amma adını ebedileştirmek gayreti aklının çokluğuna delaletetmez. İlerde iktidara gelecek olan partiler o isimleri silmekte hiç beis görmezler. Yandaş gazetecilerin seyahatlarına refakat etmesini sağlaması, muhalefet yapan, eleştiren yazarları tukaka idiyerek tibarsızlaştırma çabaları demokrasi ve ifade hürriyetine büyük ayıp işlediğinin farkında olmaması hakkındaki muhalefeti kuvvetlendirmektedir.Hele karukatiristleri mahkemeye vermesi onu dahada karıkatürleştirmekte, alay konusu yapmaktaıdr içerde ve dışarda.
     
  5. 50 ye yakın muhalif partiler.
     
    İster tabela partisi olsunlar ,ister bazı siyasilerin şahsi ihtiraslarını tatmin için kurulmuş olan partilerin oy kapasitelerini toplayacak olursak önümüzdeki seçimlerde AK partinin oylarını düşüreceklerdir. Ak partinin oyları %40 ın altına inince tek başına iktidarda kalkma yeteneğini kaybedecek , yanlız Ankaradaki Ak partililerde olduğu gibi tabandada çözülme başlayacak.Diğer ülkelerde olduğu gibi, tarihtede yaşadığımız gibi tekadamların akıbeti hep ayni olmuştur.
 
  1. Darbe ile düşürülmüşler
  2. Yurtdışına kaçmışlar
  3. Hapse girmişler, yahut idam edilmişler. Suıkastlara uğramışlardır. Bunlar hakkında tektek misaller verdiğim makalemin adı ‚‘ Erdoğan tarihi gerçekleri hatırlasa‘‘ idi.
     
    Bu pekte akla gelmeyen muhalifleri acaba Erdoğan yahut partisi ciddiye alırmı, seçimlerin neticesi ne olur fazla beklememize lüzum yok Haziranda gerçekler ortaya çıkar.
     
     
    Dr.İsmet Turanlı. Berlin. 25.03.12


SİZLERİ UTANMAYA DAVET EDİYORUM!





Kaç kez yazdım, Antakya adını bile nüfus cüzdanından silen, sizi biyolojik bir varlık olarak bile yok etme kararlılığı gösteren bir yönetimin anavatanınıza, komşunuza kardeş ülke Suriye’ye yaptıkları karısında bu kadar hayasızca sessiz olmanızın izahı yoktur.

”….Sevmediğiniz Kürtlere dönün, bakın nasıl refleks gösteriyor, öğrenin ve utanının; Kobani için haklı olarak neler yaptılar...Oysa siz, Kesab’a saldırdılar kılınız bile kıpırdamadı, İdlip düştü, bir tek tepki göstermediniz; siz hâlâ Gezi direnişi deyin durun, halkınız yok edilmek üzere yaşam hakkı gasp edilmiş durumda ama siz bu dünyada değil, İstanbul’da geziye çıkmış gibi yaşıyorsunuz. Ayıplar olsun sizlere, yazıklar olsun sizlere...” M.U


Mihrac Ural

Parmağınızın arkasında saklanmayın, diktatör Erdoğan kadar siz Hataylılar, Suriyeli kardeşlerimizin akan kanından sorumlusunuz ve cinayet ortağısınız. Kimilerinizin ahlaksızlığı tavan yapıyor, o kadar ilgisizsiniz ki, selefi cinayet şebekeleri kapınıza dayansa arınızı, namusunuzu elinizle teslim edecek kadar gelişmelerden habersiz davranıyorsunuz. Sevmediğiniz Kürtlere dönün, bakın nasıl refleks gösteriyor, öğrenin ve utanının; Kobani için haklı olarak neler yaptılar...Oysa siz Kesab’a saldırdılar kılınız bile kıpırdamadı, İdlip düştü bir tek tepki göstermediniz; siz hâlâ Gezi direnişi deyin durun, halkınız yok edilmek üzere, yaşam hakkı gasp edilmiş durumda ama siz bu dünyada değil, İstanbul’da geziye çıkmış gibi yaşıyorsunuz. Ayıplar olsun sizlere, yazıklar olsun sizlere.

Kaç kez yazdım, Antakya adını bile nüfus cüzdanından silen, sizi biyolojik bir varlık olarak bile yok etme kararlılığı gösteren bir yönetimin anavatanınıza, komşunuza kardeş ülke Suriye’ye yaptıkları karısında bu kadar hayasızca sessiz olmanızın izahı yoktur.

Şöyle bir ayna karşısına geçin, utanma bilmez suratınıza şamar vurun, kardeşleriniz katledilirken bu sessizliğiniz vebalı asla ödeyemeyeceksiniz; selefi caniler size cehennemde yer biçmişler, kuzu kuzu oraya gidiyorsunuz…Yuh olsun size, ayıplar olsun sizin gibi insanım diye geçinen yaratık bozmalarına.
Kadim bir Antakyalı olarak soruyorum: Hemşerilerim onurunuz kalmadı mı? Şeref ve haysiyetiniz nereye gitti? Bu ilgisizlik, bu vurdum duymazlık nereye kadar?...

Soruyorum, Suriye’deki olaylar sizi ne kadar ilgilendiriyor, biliyor musunuz? Gözünüzün önünden, yollarınızın üzerinden sizi hiçe sayarak, TIR...ardı sıra TIRLAR dolusu silah sevkiyatıyla anavatanımız, komşumuz kardeş ülkemiz Suriye’ye ölüm taşınıyor. Havaalanından bir uçak kalkmadan bir kaç uçak arka arkaya iniyor, dünyanın en azılı terör şebekesi katil sürüleri taşınıyor farkında değil misiniz? Bunlar, akın akın akarak anavatanımız, komşumuz, kardeş ülke Suriye’ye ölüm ve kan kusturuyor. Yakıyor, yıkıyor...ebedi düşmanlıkları üretiyor, binlerce yıl kapı komşu olanları... inançlara, mezheplere ayırıp kesip doğruyor!

Sıra size gelmeyeceğini mi, sanıyorsunuz? Biraz daha bekleyin, kapınız bir gece ansızın eli satır, kama / pala taşıyan katil sürüleri tarafından çalınınca son pişmanlığınızın fayda etmediğini göreceksiniz. O an ne birikimleriniz, ne boğma rakı sofralarınız, ne denize sıfır tatilleriniz ve son model arabalarınızın bir işe yaramadığını göreceksiniz. Ne işinizin olması ne de iş sahibi olmanız hiç işe yaramayacak, çünkü ölümden başka seçeneğiniz olmayacaktır. Kadınlarınız, kızlarınız ise, selefi şeriata göre sebaya (savaş ganimeti köle kadın) olacak. İdlip şu an kan ağlıyor, vatansever aileler ev ev Sünni, Alevi, Hıristiyan demeden kesiliyor; İdlip aklın hayalin almayacağı bir toplu katliam yaşıyor.

Hatay'ı bekleyen kıyım, bu kıyımdır. İdlip diz çökmeyecek ve kurtarılacak ama sizin hayasızlığınız akın akın Suriye’ye akmasına göz yumduğunuz silah ve terör şebekelerinin, İdlip’te yaptıkları aynıyla size dönecektir. Siz hâlâ ilgisiz olmaya devam ediniz...

Utancınızla ölmeden, hayasızlığınızla yıkılıp gitmeden harekete geçin, önlem alın, seyirci olmakla ilgisiz kalmakla kendinizi kurtaramayacaksınız. Bu düşmanın kurgusunda ne siyaset, ne iktidar, ne toprak var! Tek amaç, sizleri yok etmektir.
Gerisini siz düşünün. Bu yazıda ağır sözlerimin tümü, duyarsız olanlaradır. Bundan kim alınırsa, o duyarsızdır. Duyarlıları tenzih ederek, herkesi harekete geçmeye davet ediyorum.

29 Mart 2015 / Pazar- Kesab

Kaynak: Yorumca Haber

http://www.yorumcahaber.com/haber_detay.asp?haberID=17691



19 Mart 2015 Perşembe

ÖZELİMİZİ İPOTEK ALTINA ALAN FACEBOOK...




Mihrac Ural

ÖZELİMİZİ İPOTEK ALTINA ALAN FACEBOOK İDARESİ NE YAPMAK İSTİYOR?

Facebook yönetimi ne yapmak istiyor. Sosyal paylaşım alanı denilen bu özgür alanı tekeline alarak özgürlüğünüzü kendi ağına düşürmekten çekinmiyor ve sizi bir anda esir haline getiriyor. Sayfanızı yasaklayan fb yönetimi bir daha sayfanıza dönüp özelinizi kurtarmanıza bile müsaade etmiyor. Tüm özelinizi ele geçiren fb yönetimi bu bilgileri uyarı yapmadan ele geçirip ulaşmanıza engel oluşturunca şikayet edecek bir kurum da olmadığı için sizi bir anda tüm geçmişinizle birlikte sıfırlıyor. Bu korsan hareketini Birleşmiş Milletlere (BM) şikayet edip geri istemekten başka bir yol bırakmıyor; bu yol da mümkün mü değimli belli değil. Bu sansürcülük bir tür korsancılıktır. Üstelik bu bilgileri ne zaman nerede kimin kullanacağı da belli değildir. fb milyarı geçen üyesinin böylesi bir kıskanç altına almakla nasıl bir oyun hazırladığını da bilmediğiniz için başınıza nasıl bir felaket örüleceğini de kestiremiyorsunuz.

Bu adaletsiz duruma karşı bir üst şikayet merciiniz olmadığı için fb yönetimi diktatörlüklerde bile eşine ender rastlanan bir hakimiyetle sizlerin tüm özeliniz üzerine ipotek kurmuş olarak başınıza örebileceği felaketi beklemekten başka bir şansınız kalmıyor.

Benim yaşadığım bir örnekten yola çıkarak bu durumu tekrar şöyle ifade edeyim. 7 yıldır Facebook (fb) sayfasından yazıştığım bir arkadaşım tutkum var; inanmayacaksınız gelecek kuşaklara örnek yazışmalarımız içinde felsefeden siyasete sanattan edebiyata şiire tarihe ekonomiye ne isterseniz ikimizin bilgi sığasının antremanları bulunmaktadır. Bir fikir jimnastiği sahası gibi soyutlamalar yaptık. Her şey yolunda gidiyordu. Bu yazışmalar fb sayfasında özel mesajlarımızda arşivleniyordu. Özel yazışmalarınızı güvenli diye biriktiriyor özel fotolarımızı paylaşıyoruz. İlgi alanımıza ait dosyaları da aynı sayfada biriktiriyoruz. 7 yıl kolay değil bu arşivi kopilemek de kolay değil. Tüm sayfalara gerisin geriye giderek kopilemek güç, günler haftalar alabilir. Başka bir sayfaya taşıyıp çıkarılabilir diske aktarım fırsatımız olmuyor. Yıllar geçtikçe de bu fırsat çok daha güç hale geliyor ve bu nedenle fb sayfanızın güvenliğine inanarak olduğu yerde bırakmayı tercih ediyorsunuz.

Ancak birkaç gün önce fb idaresi aniden arkadaşımın sayfasını bir daha açılmamak üzere kapatıyor. Tüm uğraşılar da bir işe yaramıyor. Yazışmalar da cevapsız kalıyor. Uzmanları devreye sokuyoruz ama nafile. Sonuç yok ve her şeyimiz bir anda buharlaşmış oluyor. Benim mesaj kutusundaki yazışmalarımıza göz atıyorum arkadaşımın tüm satırları yok olmuş bir tek benim verdiğim cevaplar ve yazdıklarım kalmış. Böylece arkadaşım değil benim de arşivime tecavüz edilmiş oluyor.

Bu özel yazışma nereye gidecek, insan haklarının en önemli ilkesi özgür irademizle biriktirdiğim özelimize el konması ve bir dönem sonra bir biçimde kullanılmasını engellememizin de olanağı olmayacağı için fb idaresinin esiri olarak tıpkı kölelik döneminde olduğu gibi birer köle olarak rahmetleri altına girmiş olmuyor muyuz? Bu sadece bizim masum siyasi, felsefi, edebi, fotoğraf ve videolardan oluşan, şiir ve sevgi cümleleri ve algılarını ifade eden soyutlamalarımız fb tekeli altına alınmış oluyor. İlke açısından sadece biz değil herkesin aynı tehlikeye karşı karşıya kalacağı gerçeğiyle kimi devlet adamlarının, askeri, güvenlik, siyasi, edebi, sanatsal kişi ve kurumların her türden yazışmaları da bu tekelin eline geçmiş oluyor.

Bu tertip nasıl bir tertiptir nasıl bir tezgahtır ki ne yargı kanalı ne adli ne mahkeme süreci olmadan insanların özelini gasp edilebilir ki?

Kısa ön cezalar bile olmadan, yargısız, uyarısız, kişi uyarılmadan özelini korumak için zaman tanımadan indirilen bu darbe ilk anda yıkıcı etkisini ilgili kişilere yıkmış olsa da daha sonra neler olacağı kimlere uzanılacağı bilinmeden tehlikelere açık hale gelinmiş oluyor.

Bilim ve teknolojinin sevinç yaratan gelişmesiyle tüm insanlık bir köy kadar küçücük alanda yaşayan dost ve arkadaş haline gelmesinin böylesine ucu açık bir güvensizlikle yüz yüze bırakılması ne anma geliyor?

Yeni bir uygarlığın ilk adımları, nüveleri olan bilim ve teknik gelişimlerinin emperyalist tekellerin sultası altında böylesi gasplara karşı korunaksız olmasının riskleri nasıl bir ölümcül hala alır? Bundan kim sorumlu? Hiç bilinmezse insanlığın bu alanlara yaklaşımı nasıl güvenli olabilir? Sonuçta tıkanmayla kaygıyla bu alan nasıl ilerleme kaydedebilir.

Feodal krallıkların kanatları altında gelişen kapitalize ilişkilerin feodalizmin merhametsiz ilkelliğiyle aniden sindirildiği ortaçağ dönemlerine benzer bir üst döneme işaret eden bu gelişmeler insanlığın özgürlük içinde yazışma ve yazımlarını koruma hakkını nasıl güvenceli hale getirebilir.

Uzatmayacağım, ilgili olan varsa bu alanın hukukçuları bir an önce harekete geçmelidir derim; bu evrensel hukuk güçleri doğmaya başlamışsa bu işi, bu sorunu bu gasp ve sansür hareketinin evrensel zulmüne karşı hızla bir şeyler yapması gerekmektedir derim. Hiçbir güç böyle sınırsız ve pervasız olmamalıdır. Hızla sorgulanması gereken bu faşist yaptırımın fb gibi alanlarda ipi kopmuşçasına saldırmasını engellemek için gerekirse Birleşmiş Milletlere müracaatların yapılması gereklidir. Bu müracaatın yolları aranmalı ve bulunmalıdır.

İnsanlık hiçbir gücün eli altında özelini esir etmemelidir. Sosyal paylaşım alanlarını, teknoloji ve bilgi çağının açtığı fırsatları insanın başına hukuksuz bir yıkıma dönüştürme gücüne ulaşmamalıdır. Bunun için bu sürecin ilk kuşağı olan bizlerin gelecek kuşaklara kendi zorluklarımıza karşı duruşumuzu da aktararak önlem alma deneylerimizi miras bırakmalıyız.

Onlar bu gerçekleri bilmeli ve kendi çağlarının önlemlerine yönelmelidir bunun için mücadeleyi başlatmamız insanlık adına tarihi bir sorumluluktur derim.


19 Mart 2015 / Perşembe - Lazkiye

17 Mart 2015 Salı

T.C. A.Ş.



Fikret Başkaya

Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, Balıkesir'de iş adamlarına yaptığı konuşmada: “Sizden benim bir istirhamım şudur: Yeni Türkiye’yi, başkanlık sistemini, yeni anayasayı her fırsatta milletimize anlatmanızdır. Sizler bir işadamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen. Bu ülke bu şekilde sıçramaz”. Aslında Türkiye hayli zamandır bir anonim şirket (A.Ş) gibi yönetiliyor ama o kadarı bile yeterli sayılmıyor. Türkiye'yi bir aile şirketi gibi yönetmek istiyorlar ve Erdoğan işadamları adına konuştuğunun farkında. O zaman amaç hasıl olacak. Onun için de hâlâ kendileri için ayak bağı olan sınırlı hukuk kırıntılarını ve düzenlemeleri tasfiye etmeyi amaçlıyorlar. 12 Eylül anayasından da şikayetci. Yeni anayasadan amaç, hukuku külliyen gündem dışına atmak! Zaten kapitalizm yasal mafyadır. Yasallık ortadan kaldırıldığında kapitalizm yasal olmayan gerçek mafyaya dönüşür... İşte amaç tam da öyle bir dönüşümü gerçekleştirmek.

AKP adına yaptığı mitinglerde de iktidar partisi için 400 milletvekili isteğini sürekli tekrarlıyor. Anayasayı açıkça ihlâl ediyor ve "saf kapitalizmi" dayatmak için güdük hukuk sistemini ve temayülleri çiğnemekte bir sakınca görmüyor. Eğer AKP tek başına anayasayı değiştirecek sayıda milletvekili çıkarırsa, mevcut oldu- bitti, yaptım- oldu fiili durumu yasallık kazanacak. Sömürü, yağma ve talanın önündeki sınırlı engeller de ortadan kalkacak. Mafya rejimi "normalleşecek" ve işte o zaman T.C. "sıçrayacak"... Aslında sıçrayanın kim olduğu da sır değil...

Aslında neden böyle oldu, oluyor? sorusuyla devam edebiliriz. Bunun için de kapitalizm, onun şimdilerde geçerli versiyonu olan neoliberalizm ve devlet konusunda netleşme gerekiyor. Tabii böyle kısa bir yazıda bu üçüyle ilgili yeterli açılımlar yapmak mümkün değildir ama yine de bir özet denemesi yapabiliriz.

Herhalde bundan 20-30 önce bir cumhurbaşkanının ağzından böyle bir söz çıksaydı, bu tam bir skandal olurdu, hayra yoran pek olmazdı. Şimdilerde böyle şeyler rahatlıkla söylene biliyor. Zira neoliberal küreselleşme çağında her şey özelleştirildi ki, buna devletler de dâhil. Kapitalizm sadece bireyleri değil, devletleri ve onu oluşturan tüm unsurları da bir kapitalist işletme gibi davranmaya zorluyor. Kendi mantığını istisnasız her şeye dayatıyor. Artık devletin de bir şirket gibi görülmesi ve öyle işlemesi mümkün hale geliyor. Velhasıl atı alan Üsküdarı geçmiş sayılır. Netice itibariyla devlet de piyasa aktörlerinden biri veya devlet ve sermaye bir ve aynı şey...

Devlete dair rivayet muhteliftir ve ekseri devletin kamu yararını gözeten, öyle işleyen, işlemesi gereken bir kurum olduğu var sayılır. Oysa devlet tarih sahnesine çıktığı günden beri, mülk sahibi sınıfların, özel çıkarların hizmetinde oldu. Eğer devlet olmasaydı, herkese ait olanın  kamuya (socium)  ait olanın, hiç kimsenin olmayanın, dolayısıyla  herkesin olanın özel şahıslar tarafından sahiplenilmesi, yağmalanması, talan edilmesi, özel mülk kategorisine indirgenmesi mümkün olur muydu? Devletin başlıca amacı "güvenliği" sağlamaktır ama orada söz konusu olan her zaman mülk sahipleri sınıfının güvenliğidir. Ve mülk sahibi sınıfların güvenliği halk çoğunluğunun "bastırılmasını", baskı altına alınmasını varsayar. Başka türlü söylersek, devlet mülk sahibi egemen sınıfların servetini korumanın ve çoğaltmanın bir aracıdır. Kibarca "özelleştirme" dediklerinin ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Özelleştirme toplumun ortak sahiplenip-kullandığı şeylerin, müştereklerin, özel servete dönüştürülmesidir. Halka ait olanın çalınması, gasbedilmesidir. Ne demek istediğimi anlamak için etrafa şöyle bir bakmak yeter. Hâlâ gasbedilmemiş bir şey bıraktılar mı? Bu kapsamlı gasp, yağma ve talan operasyonu nasıl ve kimin sayesinde gerçekleşti? Devletin dahli olmadan bunu yapabilirler miydi? Özelleştirilmeyen bir tek hava kaldı. Şimdi sıra onda ... Her halde havayı özelleştirmenin de bir yolunu düşünüyorlardır... Yaşam kaynaklarına yönelik saldırıya karşı direnen köylülere, çiftçilere, işçilere, akademik özerklik isteyen öğrencilere, demokratik değerlere ve özgürlükere sahip çıkan aydınlara... polisin, jandarmanın nasıl saldırdığı, kimin adına saldırdığı ortada değil mi? Artık neoliberal çağda mülk sahibi sınıfların "özel güvenlik güçleri" var. Özel güvenlikçiler zenginleri koruyor, devletin askeri, polisi jandarması da yoksulları, emekçileri ezmek için... Aslında kapitalizmin aslına rücu etmesi, devletin de asıl işlevine rücu etmesini gerektiriyor. Bu amaçla devleti yeniden dizayn etmeleri gerekiyor onun için de anayasadan başlayarak her şeyi değiştirmek istiyorlar.

Kapitalizm bir meta uygarlığı, ücretli emeğin sömürüsüne dayanıyor. Fakat sadece o kadar değil, kapitalizm aynı zamanda mülksüzleştirerek sermaye biriktirmektir. Her ileri aşamada, küçük çiftçiler, küçük esnaflar, serbest meslek sahipleri, vb. üretmek ve yaşamak için gerekli kaynaklardan mahrum ediliyor. Başka türlü söylersek, sürekli bir mülksüzleştirme-proleterleştirme süreci işliyor. Vahşi rekabetten ötürü sermayenin sürekli büyüme zorunluluğu var, bu da ücretleri düşük tutmayı gerektiriyor. Zira ücret ne kadar düşükse, kâr o kadar büyüktür. Netice itibariyle bir tarafta devasa servetler, zenginlik birikirken, diğer tarafta yoksulluk ve sefalet derinleşiyor. Aşırı kâr etme gereği doğaya verilen zararlar da bir sorun olarak görülmeyince, sürekli büyüyen sosyal kötülüklere ( işssizlik, açlık, yoksulluk, evsizlik, yetersiz beslenme, sefalet, pisikolojik-moral sorunlar,vb.) bir de doğa tahribatı eşlik ediyor. Gerçek durum böyledir ama ekonomik büyüme sayesinde sorunların çözüleceği söyleniyor ve bu yalana inananlar az değil. Oysa, büyüyen sermaye ve sermayenin büyümesi de insana ve doğaya zarar vermeden yol alamıyor. Sosyal ve ekolojik sorunların sürekli büyüdüğü koşullarda, faşazmin farklı versiyonlarını dayatıyorlar, çatışmaları körüklüyorlar, savaşlar peydahlıyorlar. Tabii bu arada demokrasiden, demokratikleşmeden de çok söz ediliyor...

Neoliberalizm kapitalizmin "yapısal krizinin" ardından (1974-1975) özellikle de 1980 sonrasında geçerli olan reel kapitalizmin yeni adı. Kapitalizmin yeni karşı-saldırısı. Buna küreselleşme de deniyor ama en azından "yeni emperyalizmi" veya "kollektif emperyalizm" denmesi gerekirdi. Neoliberalizm demek, sermayenin hareketini sınırlayan, zorlaştıran tüm düzenlemelerin tasfiye edilmesi demek. Sınırsız sömürü, yağma ve talanın önünü sonuna kadar açmak demektir. İşçi sınıfı başta olmak üzere, bir bütün olarak ezilen ve sömürülen sınıflar tarafından kazanılmış mevzileri geri almak, yenilerini kazanmak demektir. Geleneksel olarak mevcut olan sınırlı korumaları da tasfiye etmektir. Velhasıl özel mülkiyete dönüştürülmemiş hiç bir şey barakmamaktır. Ekolojik yıkımın derinleşmesidir. Güdük demokrasi pratiğinin de tasfiye edilmesidir... İnsanların kaderini bu dünyada reel bir karşılığı olamayan "serbest piyasa ekonomisi" denilene bırakmaktır. Nitekim, ekonomik büyümeyle kalkınma arasında bir özdeşlik varsayıldığı gibi, piyasa ekonomisiyle demokrasi arasında da bir özdeşlik varsayılıyor... Oysa bunun tam tersi geçerlidir. Zira piyasa ekonomisi denilen yerde dev sermaye tekellerinin borusu ötüyor. Kaldı ki, kapitalizm demokrasinin inkârıdır.

Cumhurbaşkanı aynı yerde yaptığı konuşmada, Türkiye'de Kürt sorunu diye bir şeyin olmadığını da söylüyor. Şahsen öyle bir şey vardır dediğim için hakkımda onlarca dava açılmış, iki kere ağır hapis ve para cezasına çarptırılmış biri olarak, boşuna hapislerde yattığımız anlaşılıyor... Eğer öyleyse neden sabahtan akşama "barış süreci" deyip duruyorsunuz?

İnsanın aklına bu ülkeyi neden bu kadar kolay yönetebiliyorlar, bu halkı neden bu kadar kolay aldatabiliyorlar sorusu geliyor. Tabii, politik kültürün bu kadar "azgelişmiş", yurttaş bilinci taşıyanlar da bu kadar az olunca, "köpeksiz köyde değneksiz gezmek" neden mümkün olmasın?   



Ak Parti şirketi...


Demir Bilgin


Makaleme direkt giriyorum ve fikirlerimi açık yazıyorum:Türkiye, 12 Eylül 1980'lerden beri bir şirket tarafından yönetiliyor. Turgut Özal /Anap ile başlayan şirket; Receb Tayyib ve Ak Parti ile devam eden bir şirket yönetimidir. Türkiye'de, 12 Eylül 1980'den sonra devlet, hangi anlamda anlaşırsa anlaşılsın, kavram olarak bitmiştir. Yoktur. Türkiye'de, parti şirketi yönetimi vardır. Her iki şirketin belirgin özellikleri, Türkiye'de, bir şeriat düzeni kurmaktır. Şuan ki, Türkiye budur: Bir aile şirketi ile yönetilen bir ülkedir.

Aile şirketi mi ya da Ak parti şirketi mi, şudur, Ak parti ile birlikte üç ayaklıdır: Ak Parti – MİT ( Milli İstihbarat Kurulu) – MGK (Milli Güvenlik Kurulu / Genel Kurmay Başkanlığı). Şuan ki, Türkiye budur, bir şirkettir!

Receb Tayyib, yeni itiraf etti: ”Türkiye'yi bir anonim şirket gibi yöneteceğiz!” Diyor. İtirafı yerinde ama geçtir. Zaten, Türkiye, Ak parti aile şirketi ile yönetiliyor. Receb Tayyib, bu itiraf ile şunu söylemek istemiştir: ” 7 Haziran 2015 seçim sonrasında, ”Ak parti şirketinin” resmi ilanının ve ”halifesinin” tarihi olacaktır”, demek istemiştir!

Türkiye'yi, Ak Parti şirketi yönetiyor. Peki Türkiye'de ”muhalefet” nerede? Ya da, Türkiye'de ”muhalefet” var mı?

Soldan başlayalım. Bir, Türkiye'de ”dağınık” bir sol vardır ama bu dağınıklığı toparlayacak bir ”mıknatıs” yoktur.

İki: CHP ve Kılıçdaroğlu vardır; ”muhalefetsiz siyasetçiler(!)” oluyor. CHP ve ilkelerine sahip çıkmayan bir partidir.

Üç: Kürt muhalefeti; hem vardır, hem de yoktur! İşin en dramatik tarafı, HDP, seçim aday adaylarını her ”cinsten” seçmesidir!” Beklenti şu olsa gerek: ”Hem Ak parti şirketinden pay almak, hem de ”ya tutarsa”, hesabı demiştir...Sonuçta, kimliğe, Kürd kimliğine sahip çıkma derdi yoktur. Olmamıştır!

Dört: Yüzde onluk seçim barajı ile ”seçim” olmaz. Bu ”oyun seçimini” red-ediyoruz. Boykot ediyoruz.

Evet, başkanlık sistemini, ”halifeliği” garanti altına almak isteyen, Receb Tayyib / Ak parti ve iki ayağını uyarıyor ve bu seçimi ”meşru” olarak kabûl etmiyoruz.

Sonuç mu, açıktır: Türkiye'de ”devlet” yoktur. Türkiye'yi, aile şirketi yönetiyor. Türkiye'yi, hırsızlar ve katiller şirketi yönetiyor... 7 Haziran 2015 seçim sonuçları ne olursa olsun, Receb Tayyib ve şirketi yargılanacaktır. Receb ve ailesinin gasb-ettikleri tüm servete el konulacaktır. Karşımızda bir savaş suçlusu vardır: Receb'tir. Receb, Roboski katili, çocuk katili, Gezi intifasında gençlerin katili...Receb, bir savaş suçlusudur ve ”Lahey'de”, Uluslararası Mahkemede yargılanacaktır.

Sonucun sonucu mu, yine açıktır: Şeriatçı Ak parti şirketi dağıtılacaktır! Bu partiye ayak olanlar yargılanacaktır!

6 Mart 2015 Cuma

Direniş bir yaşam biçimi ve bir zorunluluktur!




Sait Çetinoğlu

 Asur İmparatorluğunun dağılmasından itibaren Asuri-Süryani halkıları[i] 2500 yıldır hayatta kalma mücadelesi içinde ve yok olmamak için direnme gerçeği ile karşı karşıyadır. Yakındoğu’daki son Hıristiyan Asuri- Süryani devletleri Gassani (Batı) ve Lahmi (Doğu) kırallılarının İslam’ın yükselişine karşı duramayarak dağılmasıyla birlikte yakındoğu’da Hıristiyan siyasi birliğininin tarih olması. Bölgedeki Hıristiyanlar ve İslam dışındaki halklarla birlikte Asuri-Süryani halkların yaşamı ölüm kalım savaşına dönüşmüştür. Bu nedenle direnişin bu kadim halkın yaşam biçimine sindiğini söylemek yanlış olmaz.

Bu gelenek ve 1915 Soykırımı / Sayfo sürecinde çeşitli bölgelerde sergilenen direnişler, adalet isteminin günümüze taşınmasında en önemli köşe taşlarından biri olduğu, tarihsel haksızlığın yüz yıldır unutulmadığını, Soykırım kurbanlarının evlatlarının adalet arayışında seslerinin dünyanın her tarafında güçlü çıkmasında ve seslerini duyurabilmesinin en önemli tarihsel dayanaklardan biridir.
Direniş hakkını gerçekleştiren Coğrafyamızın Hıristiyan halklarının direniş geleneği, tarihsel haksızlığın yüzyıldır giderilemediği günümüzde adalet isteminin en büyük güvencesi olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur.
Soykırım kurbanı halkların evlatlarının direniş geleneğini savruldukları diğer coğrafyalara da taşıdıklarına ve direnen bir çok halkın yanında saf tutarak geleneği sürdürdüklerini de görüyoruz; Colemerli Malik Kamber’in faşist istilaya karşı Habeşistan da direnişçilerin safında bulunması[ii], Asit kuyusunda eritilen Suriye Komünist Partisi lideri Asuri-Süryani Farjallah ve 1949 yılında İngiliz yönetimince idam edilen Irak Komünist Partisi Genel Sekreteri Yusuf Salman Yusuf ile Ermeni halkından College de France Öğrencisi İsdepan (Etienne) Vosgan’ın Fransız dostalarıyla yan yana 1789 Fransız devrimine katılması, Fransız yoldaşlarıyla birlikte Nazilere karşı omuz omuza mücadelesinden dolayı kurşuna dizilen Adıyamanlı Misak Manuşyan’ın[iii] Fransa’da Nazilere karşı direnişin ön saflarında olması, İspanyada falanjistler tarafından katledildiğinde 32 yaşındaki Aşot Artiesyan’ın, İspanya iç savaşında devrimci alaylarda savaşçı olarak bulunması bu geleneğin diğer coğrafyalara taşınmasından başka bir şey değildir.[iv] Türkiye’den göçertilen Elenler ve Pontoslular da gittikleri coğrafyalarda direnişin ön saflarında ve ezilenlerin yanında yer alırlar: Komünist liderDimitris Parcalidis, 1905 Trabzon doğumludur. Uzun yıllar Yunanistan Komünist Partisi liderliği ni yürüten Komunist Lider Nikos Zachariadis 1903 Edirne[v], Yunanistan Demokratik Ordu Komutanı (1946-49) Markos Vafiadis 1906 Erzurum, Komünist Parti Teorisyeni Dimitris Glinos 1899 İzmir,Yiannis Tamtakos 1908 Foça[vi], Serafim Maksimos 1899 Geziköy Trakya[vii]Zacharias  Vezestenis[viii] ve gençlik yıllarımızda kitapları elden ele dolaşan Cornelius Castoriadis [ix]  İstanbul doğumludur.
Soykırım sürüyor direniş geleneği de sürüyor!

1915 Soykırım sürecinin kurbanlarının Adalet isteminin yüz yıldır yerine getirilmemesi bir yana, inkarın sürdürülmesinin soykırımın günümüze uzanmasının bir ifadesi olmasının yanında, Asuri-Süryanilerin tarihsel coğrafyalarının Müslümanlarca fethedilmesinin günümüzdeki tecellisi İslam Devletinin vahşeti, katliamları ve soykırım deneyleri, İslami kılıcın kolaylıkla kılıfına girmeyeceğinin işareti olarak anlamamızda herhangi bir sorun yoktur.

Son Hıristiyan birliğinin son bulmasıyla birlikte diğer halklar gibi Asuri- Süryani halklarının bölgedeki güç odakları arasında kalma ve ezilme gerçeği ile karşı karşıyadırlar. Kendi dışlarındaki güç odaklarının savaşlarında bütün hesapların kurbanı bu halklar olmaktadır. Bu durum günümüzün de gerçeğidir. Tarihte Bedirhan Bey’in Osmanlıya gözdağı verme isteği, Hakkari Nasturilerine 2 defa (1843 ve 1846) katliam olarak dönmüştür. Dün Ninova’da Kürt Güçleri ile İslam Devleti arasındaki savaş Asuri-Süryanilerin tarihsel topraklarından sökülerek etnik temizliğe dönüşür.[x] Bugün Khabur’da YPG ile İslam Devleti güçleri arasındaki rekabet ve çatışma ortamı Asuri-Süryanileri yeni bir etnik temizlik gerçeği ile karşı karşıya getirmiştir. Kimsenin bundan söz etmemesi çifte standardın ötesinde çok da üzücüdür. Sol ve sosyalizm iddialı her çevreden yükselen hamaset Asuri-Süryanilerin feryadını bastırmış ve gerçekleri esir almıştır.

Dün Ortadoğu ve İslam Dünyasında Katliam Geleneği yazısında Ninova için söylediklerimiz, bugün Khabur’da etnik temizliğe uğrayan Asuri-Süryaniler için de geçerliğini korumaktadır.
Günümüzde “uygar” dünyanın gözü önünde coğrafyanın kadim unsurları soykırıma uğratılıyor, bin yıllardan günümüze taşıdıkları kültürel zenginlikleri İslami barbarlar tarafından bomba ile balyoz ile yok ediliyor. “Uygar” dünyanın gözleri önünde Kadınları çocukları esir alınıyor, erkekleri katlediliyor. Tarihsel topraklarda   iktidardan uzak barışçı Asuri-Süryani halkı, “uygar” dünyanın suskunluğu sayesinde savaşan güçlerin arasında ezildiğini ve barbarların insafına terk edildiğini söyleyebiliriz.
Tek başlarına kaldıkları coğrafyalarında,  kendi güçleri ve imkanlarıyla öz savunma güçleri ile kadim coğrafyalarına tutunmaya çalışmaktadırlar. Ne kadar… ve Ne zamana kadar… diye düşünmeden!
Zulme ve haksızlıklara karşı direnenlere Selam olsun!
 Dipnotlar:
[i] Bir parçalanmışlığı ifade eden Arami, Asuri, Süryani, Kildani, Yakubi, Ortodoks, Protestan ve Nasturi kavramlarının tümü Asuri- Süryani kavramı ile ifade edilmiştir.
[ii] Sam Parhad, Görevin Ötesinde, çev. Vedii İlmen Yaba Y. 2009 79-82
[iii] Mélinée Manouchian, Bir Özgürlük tutsağı MANUŞYAN, Çev. Sosi Dolanoğlu, Aras Yayıncılık , 2009.
Sait Çetinoğlu, Uluslararası Devrimci Harekette Ermeni Devrimcileri. http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=54651
[v] Nikos Zachariadis Gerek ailesini korumak istediği için, gerek babasının sınıfsal kökeni gizlemek için Nikos Zachariadis’ın doğum yeri ve ilk yılları üzerine çelişkili bilgilerimiz var. Büyük ihtimalle 1903 yılında Edirne’de doğdu (başka kaynaklara göre İzmit’te doğdu). Ailesi Adanalılar. Babası tütün işçisi başlayarak Balkanlarda yer alan Fransız Reji (Regie-Tütün tekeli) şirketine uzman olarak çalışıyordu ve o yüzden Zachariadis’ın ilk yılları Osmanlı’nın çeşitli şehirlede farklı tarihlerde bulunuyor. 1905 yılında Üsküp’te. Nasıl denk geldiyse 1908 yılında Nikos annesiyle birlikte Adana’ya anneanneleri görmeye gitti ve oradaki Ermenilere karşı yapılan katlıamlara tanık oldu. Balkan Savaşları döneminde Üsküp’te bulunuyor.

Selanik Yunanların elinde geçtiği yılı, 1912 yılında orada bulunuyor ama Yunanlar ve Sırplar Regie şirketi tanımadığı için babasıyla birlikte 1913 İzmit’e gidiyorlar. 1918 yılına kadar İzmitte. İzmit’te İngiliz ordusu adına çevirmenlik yapan Kıbrıslı Rum Evripidis Anastasiadis’ten Rus Devrimi üzerine öğreniyor. Ondan muhtemelen ‘dini yönü’ndan vazgeçerek Hırıstıyanlık misiyonerinden kaçıp İstanbul’a gidiyor. İstanbul’da liman işçisi olarak çalışmaya başladı, Orada ‘Panergatiki’de örgütlü olan Dünya Sanayi İşçileri sendikasıyla bağlantılı Serafim Maksimos, Sklavos, Mihailidis, Tsakarelos, Sgouris, Tzinieris gibi devrimcilerle tanıştı. Kendisi ‘Panergatiki’ e üye olmadı. YKP’nın kaynaklarına göre 1923 yılında Türkiye’deki Komunist Partisinin üyesi, Ancak Zachariadis anılarında böyle bir şeyden bahsetmez.
1924 yılında mübadele dolayısıyla Yunanistan’a “göç” zorunda kaldı. Oradaki YKP’nın gençlik örgütünde çalışmaya başladı. 1925-29 yıllar arasında 5 kere hapse atılıp, cezaevinden 5 kere kaçtı. 1929 yılında Venizelos’un komunistlere karşı aldığı ‘İdiyonimo’ kanunu hedef olarak Zachariadis’i ilan etmiştir.
Yunanistan’daki komunist hareketinin en kritik döneminde (1931-1956) YKP’nın genel sekreteri olarak komünist hareketin liderliğini sürdürdü. İç Savaş döneminde siyası tavırlarından dolayı (özel olarak 1946-49) Sol içinde en tartışılan kişilerden biri oldu. Sovyet Birliği’ne giden Zachariadis 1973 yılında Surgut eyaletinde vefat etti. 1991 yılında YKP onun kemiklerini Yunanistan’a getirerek yeniden gömdü ve böylece yıllar sonra YKP’nın cephesinde geniş bir kabul gördü.
[vi] Yiannis Tamtakos (1908-2008)1908 yılında Foça’da doğdu. Babası tuzla işçisiydi. Küçük Asya’dan 1914 yılında ilk defa annesiyle Yunanistan’a göç etti. Göç ettikten sonra aynı sene Foça’ya döndü 6 yaşından beri simitçi ve ayakkabı parlatıcısı olarak çalışıyordu. 1915 yine Foça ve 1916 yılında yine Selanik. 1918 yılında Selanik’teki 1 Mayıs kutlamalarına gidiyor. 1922 yılında yeniden Foça’dan- ama bu sefer daimi olarak- Selanik’e göç ediyor. Yunanistan’dayken,  ‘Arhiomarksistes’ troçkist grubuna katıldı (1920lerde güçlü bir işçi örgütü). Ayakkabı İşçiliği sendikanın sekreteri oldu (1927-28) daha sonra ise İşsizlerin sendikasına katıldı. 1931 yılındaki bir protesto esnasında diline kurşun yiyerek ağır yaralandığı halde, dilini kaybetmedi. Metakas döneminde, 1936 yılındaki kanlı 1 Mayıs kutlamaları protestosunda 52 işçiyle birlikte tutuklandı. ‘İsyanı teşvik ettiğini’ suçlanarak ‘İdiyonimo’ kanuna göre  1937-42 yıllar arasında Gavdos adasına sürgün edildi. Pire hapishanelerine gönderilirken kaçtı. Zindan’dan çıktığında ülke Nazilerin elindeydi. O dönemde en yakın arkadaşı ve Yunanistan’daki Troçkist hareketinin en önemli isimlerden biri, Agis Stinas ve Kornilios Kastoriadisla birlikte  (1970lerde ‘Otonomi’ teorisyeni, o da İstanbul’da doğumlu. Bazı kitapları Ahmet İnsel tarafından türkçeye çevirildi) fasiştlerden ve EAMlilardan saklanıyorlar. O dönemde kendisini ‘Defeatist’ olarak (‘Yenilgici’ mi deniyor’) tanımlıyor.1942 yılında 1940larda çeşitli ufak troçkizan gruplar içinde bulunuyor. Savaştan sonra, 1951 yılında davet sonucunda, Avustralya’ya iş bulmaya gidiyor ve 1966 yılına kadar orada bulunduğu sırada sendikal faaliyetlerde bulunmaktan geri kalmıyor.
Tamtakos 1966 yılında Selanik’e döndü ilk yıllarda siyasi olarak çok etkin gözükmüyor. 1980lerde antiotoriter hareketinin içindeydi. 2007 yılına kadar işçi hareketin eylemlerine katıldı.Politik olarak- en azından son 30 senedir-  kendini anarşıst olarak tanımlıyordu.
[vii] Serafim Maksimos (1899-1962) SEKE’nin liderlerinden biri, ekonomist. Geziköy’de doğdu (Ganos/ Trakya). İstanbul’daki Kırmızı Okul’da öğrenim gördü.  Bolşevik Devrimi’nden sonra deniz işçisi olarak limanlarda çalışmaya başladı ve yoğun faaliyetlerde bulunan liman ve dok işçileri sendikal hareketine katıldı. Orada Nikos Zachariadis’le tanışmış oldu. “Panergatiki” örgütünün liderlerinden biri.İştirakçı ‘Hilmi Bey çevresindeki Osmanlı sosyalistleri’yle ilişkide bulunmuş olduğunu da biliyoruz.  1921 yılında İngilizler tarafından yargısız bir şekilde tutuklanarak (Eylül-Aralık 1921) hapse atıldı. 1922 yılında Kavala’ya yerleşti. SEKE ve Tütün İşçileri Federasyonu’na örgütlendi. 1923 yılında SEKE komitesinin üyesi olurken 1924’te Enternasyonalın 5. kongresinde Pouliopoulos’la birlikte  partiyi temsil etti. 1928-34 yıllar arasında ‘Spartakos’ dergisinde yazıyordu. Metaxas döneminde sürgün edildi. İç Savaş döneminde ‘Geçici Demokrat Hükümeti’nin (1947-49. EAM’ın ‘Dağ Hükümeti’) temsilcilerinden biri. Savaştan sonra Paris’e gitti. 1962 yılında Viena’da vefat etti. 1955 yılında yayımladığı anılarında, İstanbul’daki (1910-1922) ve hemen sonraki Yunanistan’daki işçi hareketi ve devrimciler hakkında önemli bilgiler verir. Onun sayesinde Zacharias, Vezestenis ve Stefanos Papadopoulos’un verdikleri mücadele hakkında bilgi alıyoruz.
[viii] Zacharias  Vezestenis 1909 yılında İstanbul’da yayımlanan ‘Ergatis’ enternasyonalist gazetesinin önemli kişilerden biri[viii]. Telgrafçi. Ayrıca, ‘Derssadet-i Tetebbuat-ı İçtimaiyye Cemiyeti”nin sekreteriydi. Vezestenis. 1905 yılında Amerika’da kurulmuş Dünya Sanayi İşçileri (İndustrial Workers of the World) sendikanın  üyesi. Maksimos, Vezestenis’in Fransa ve İtalya’daki anarşist gazeteleriyle de irtibata geçtiğini söylüyor.
[ix] Cornelius Castoriadis 11 Mart 1922, İstanbul – 26 Aralık 1997, Paris), 13 yaşından itibaren Marksizm ile ve sosyalist düşünceyle tanışan Castoriadis, hukuk,felsefe ve ekonomi okudu. II. Dünya Savaşı sırasında, faşizme karşı Yunan direniş haraketinde Troçkist uluslararası faranksiyonu içinde yer aldı. 1945’ten sonra Fransa’ya gitti. Orada Claude Lefort ve Jean-François Lyotard ile birlikte “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık” dergisini ve grubunu kurdu. Bu grup, sosyalizmin Troçkizm yorumununun ayrımlanmasına damgasını vurdu. Troçkist Fransız Partisi bu grubun etkisiyle meydana geldi. Daha sonraYa Sosyalizm Ya Barbarlık Dergisi çevresi Troçkizmden uzaklaşmaya başladı, anarşizme yönelim gösterdi ve reel Marksist düşüncenin ve onun ardıllarının en sert eleştirilerinden birini şekillendirdi. 1953‘te Doğu Berlin’deki işçi ayaklanmalarının ve 1956 Macar İsyanının mukabil devrimci eylemlerle desteklenmediği görüldü; bütün bunlar Costariadis’in düşünsel değişimini destekledi. Castoriadis, 13 yaşında tanışmış olduğu reel Marksizmin krizine tanık oldu. Bu noktadan itibaren bağımsız bir entelektüel tasarıya yönelim gösterdi. Castoriadis her zaman devrimci kalmakta ısrar etti ve söz konusu eleştirilerini de bu bağlamda ortaya koydu.Sergilenen sosyalizm pratiğini bu anlamda kabul edilmez buldu. Giderek kendine özgü boyutları olacak şekilde anarşizm yönünde gelişen fikirler oluşturdu. Tabiata, İnsana ve Hayata Dair başlığıyla yazılarının derlendiğinde kitabında, “Marksist olmak ile devrimci olmak arasında tercih yapmak zorunda kaldığında devrimi tercih ettiği”ni söyler. Castoriadis bu süreçte psikanalize yöneldi ve uzun yıllar analizci olarak etkinlik gösterdi. 1980’lerden itibaren, Fransa‘da araştırma görevlisi olarak dersler verdi.26 Aralık 1997‘de öldü.


4 Mart 2015 Çarşamba

Ahir Zaman Halifesi: Receb Tayyib Abdulmecid!



Demir Bilgin

Halifelik mi, islamdan, Arap topraklarından çıkmıştır. Halife, birinin yerine geçen demektir. Halifelik mi, Hz.Muhammed'in ölümünden sonra, müslümanların dini görevlerini üstlenen ve bunu yerine getiren kişiler oluyor. Hz. Muhammed'in ölümünden  sonra, 4 Halife oluyor: Ebubekir (Ebu Bekr), Ömer (Ömer Bin Hattab), Osman (Osman Bin Affan) ve Ali (Ali Bin Ebu Talib)'dir. Halifelik, bu dört Halife'den sonra yok olmadı; yok olması bir yana ”mantar” gibi ”bitti.” Tarihsel olarak, değişik dönemlerin Halifeleri oldu: Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin son Halifesi 2. Abdulmecid oldu. Sonu ”hüsran” oldu!

Ahir zaman Halifesi Receb mi?

Receb Tayyib, kendini şimdiden Halife ilan etmiştir. Ahir zaman Halifesi oluyor. 2.Abdülmecid'in yerini almak için uğraşıyor. İç siyaset ile dış siyasete  dair en kirli oyunları oynayarak kendini, 7 Haziran 2015'te yapılacak seçimler ile, tıpkı 2.Abdülmecid dönemi gibi, TBMM tarafından, resmi olarak, Halife ilan edilmesini bekliyor. Halife Receb, 3. Receb Tayyib Abdulmecid olmak istiyor!

3. Receb-i Abdulmecid olur mu, Receb'in uğraşı budur. 13 yıllık iktidar döneminin uğraşı budur. Suudi ve Katar'dan aldığı parasal destekle, yıkılan 2. Abdulmecid'in ”ahir zaman halifesi” olmak istiyor. 3.Receb-i- Abdulmecid budur. Bu yoldaki uğraşlara bir bakın:

Bir: Laik Suriye'ye savaş başlattı. Tutmadı. Kaybetti.

İki: Mısır dedi, güvendiği ”Müslüman Kardeşler” yok oldu. Kaybetti.

Peki son çare ne?

Receb için son çare mi?

Denize düşen ”yılana sarılır” derler. Receb için tek çare, tek umut,  İmralı'da  kaldı. Recep, İmralı'da rehin, APO'yla anlaşarak, HDP'yi ”parti olarak” 7 Haziran 2015 seçimlerine sokmayı başardı. Amaç: Ak Partisi'nin Anayasayı değiştirecek kadar milletvekili çıkarmasıdır ve ”tek başına” Anayasayı değiştirerek, Receb Tayyib'i, TBMM aracılığı ile, ”Halife” ilan etmesidir. Oyun budur.
Bu oyun tutar mı?

Seçimsel olarak tutar. Türkiye'de ”muhalefet” olmadığı için, Receb'in oyunu tutar...

Türkiye'de, 12 Eylül 1980'den sonra örgütlü ”muhalefet” olmadı. 1985'lerde ”12 Eylül 1980 faşizmi çözülüyor” dedik, ”çözülen faşizmin” yerini, ”islami faşizmi” aldı. Bu bağlamda, kendini ahir zaman Halifesi olarak ilan eden  Receb, 3. Abdülmecid olmaya adaydır. 7 Haziran 2015 olarak ve TBMM olarak durum budur.

Muhalefet mi, yoktur.

Kürd muhalefeti mi, Recebleşmiştir.

HDP' mi, sağla / solla, Kürtlükle, Türklükle ilgisi olmayan bir ”oyun partisidir.”

HDP'mi, şudur:3.Receb Abdulmecid'in Halife ilanına kurban giden bir partidir.

Başka muhalefet mi, şimdilik, yoktur...

Ama umut çoktur.

Anadolu toprakları vardır. Anadolu topraklarından fışkıran devrimci toprağı vardır. Tüm duraksamalara rağmen, Anadolu toprakları hiçbir zaman gericiliğe yer vermez. Vermeyecektir.

Ahir zaman Halifesi olmaya aday olan Receb Tayyib, 2. Abdulmecid kadar ”şanslı” olmayacağını bilmesi gerekiyor. 2.Abdulmecid, 3 Mart 1924'te Türkiye'den yurt-dışına sürgün edildi. 1944'te Paris'te öldü. Cenazesi Türkiye'ye kabûl edilmedi. Ama ”gömüleceği toprak” bulundu!

Receb'in sonu mu, daha  hazin olacaktır. Türkiye'de, ahir zaman Halifesi Receb'in ”cenazesini” kaldıracak insan bulunmayacaktır!

Şimdiden yazmış olduk.

Hem Receb'i, hem de oyun içinde olanları uyarmış olduk.



ÖZLERİM YURDUMU…





Haci Cirik / Fezali

Vatana aşığım bir ömür boyu
Özlerim yurdumu bunu bilesin
Bana aynı değer şehirle köyü
Özlerim yurdumu bunu bilesin

Halka olan aşkın vurur dilime
Bülbül gibi ilgim toprak yoluna
Gönlüm kırgın durur ağa beyine
Özlerim yurdumu bunu bilesin

İçimden özlerim mülkümü inan
Yüreğim temizdir kalbimde canan
Beni anlayana etmişim güman
Özlerim yurdumu bunu bilesin

Vatan dedim ondan soydular beni
Koşturdum çalıştım ay ile günü
Hizmetle  tanıdım  insanı yani
Özlerim yurdumu bunu bilesin

Fezali duyulsun adım mahlasım
Tabi olan halim ben daha hasım
Yaşlıyım doğuştan bilinmez yaşım
Özlerim yurdumu bunu bilesin