29 Mayıs 2016 Pazar

Mihraç Ural, SBS Radyosu Türkçe programında...



“Saldırılar insanlığı ve barış içinde birlikte yaşayan Suriye halkını hedef aldı”


Bir çok basın yayın organında öldürüldüğüne dair haberler yayınlanan ve Suriye'de Suriye Hükümeti saflarında savaşan ‘Mukavveme Suriye’ adlı örgütün başında bulunan Mihraç Ural SBS Radyosu Türkçe programına verdiği söyleşide, Esad yönetiminin en güçlü olduğu kentlerden Lazkiye ve Tartus'ta düzenlenen IŞİD saldırılarını, Rusya’nın Suriye’ye verdiği desteği ve Suriyeli Kürt’lerin Rakka’ya doğru ilerlemesi hakkında değerlendirmelerde bulundu.





27 MAYIS 2016


27 Mayıs 2016 Cuma

Kiminle çuvala girdiğini bilmek!





Fikret Başkaya


TBMM'den HDP milletvekillerini atma operasyonu haklı olarak şaşkınlık ve öfke yarattı. Oysa TBMM'nin ve siyasi partilerin ne mene şeyler olduğu bilinirse, öyle bir şaşkınlığa kapılmaya yer olmazdı... Benzer bir operasyon bundan 20 yıl kadar önce de yapılmıştı ve henüz belleklerden silinmiş değil... Aslında sorun rejimin niteliğine dair bir dizi yanlış anlamayla ilgili. O halde bir kaç kısa hatırlatma durumu netleştirmeye yarayabilir:

1. Resmi ideolojinin yüz yıldır yaymaya çalıştığının aksine 1923 yılında devlet kurulmadı. Adı değiştirildi. Bu devleti Türklerin ve Kürtlerin birlikte kurduğu söylemi de tam bir yalandı. Devletin kurulmaya ihtiyacı yoktu. Biraz sarsılmış olsa da yerli yerinde duruyordu. O süreçte bırakın Kürtlerin bir dahli olmasını Türklerin dahi bir dahli olmadı.

2. Türkiye Büyük Millet Meclisi [TBMM] ne büyüktü ve ne de 'milletin meclisiydi'. Baştan itibaren mülk sahibi egemen sınıfların ve devletin meclisiydi ve hep öyle kaldı. Oradaki "millet" dedikleri de kendileriydi. TBMM'nin halkla reel bir ilişkisi yoktu, İleri sürüdüğü gibi CHP devleti kuran parti değildi. devleti devralan devlet partisiydi. Nasıl TBMM'nin "milletle" bir ilgisi yok idiyse, CHP'nin de halkla reel bir ilişkisi yoktu. Tamı tamına bir devlet partisiydi ve hep öyle kaldı. Zaten 1923-1946 aralığında parti, hükümet ve devlet bir ve aynı şeydi. Şimdilerde de bu üçü yeniden birleşmiş bulunuyor... Bu gün artık  iktidar partisi, hükümet ve devlet arasındaki 'sınırlı ayrım' ortadan kalkmış bulunuyor. Böyle bir durumda burjuva anlamda bir siyasi partiden söz etmek artık mümkün değil. Bu "az gittik, uz gittik ama sonunda başa döndük" demeye gelir...

3. Geride kalan 97 yılda halk kitleleri şeylerin seyri üzerinde yeteri kadar etkili olamadı.  Tüm düzenlemeler devlet (memleketin sahipleri)  tarafından dayatıldı. Bu durum siyasal kültürün azgelişmişliğin sonucuydu. İmparatorluk döneminin tebâsı, kulu modern bir cumhuriyetin yurttaşı olamadı. Bütün bu zaman zarfında kolayca itilip-kakıldı, aşağılandı... Demokratik-sol muhalefet bu yüzden akıl almaz bedeller ödemek zorunda kaldı. Geniş halk kitlelerinde 'aydınlanma' bir karşılık bulabilmiş değildi... Elbette bu hep böyle olacak diye bir kural yok. Şeylerin seyri eninde sonunda değişecektir. Zira, özgürlük mücadelesi söz konusu olduğunda kaybetmek diye bir şey yoktur

4. Siyasi partiler halkın değil, devletin ve daha genel bir çerçevede mülk sahibi egemen sınıfların (oligarşinin) partileridir ki, zaten bu ikisi bir ve aynı şeydir... Mülk sahibi sınıflar devlet, devlet de mülk sahibi sınıflar demektir... Bütün bu zaman zarfında ezilen ve sömürülen halk sınıflarının kendi iradelerini temsil eden siyasi partiler kurup, sürece müdahale etmelerine izin verilmedi. Her şeye rağmen kurulanlara da yaşama şansı tanınmadı. Sanılanın aksine siyasi partilerle halk arasında, seçenle seçilen arsında bir temsil ilişkisi söz konusu değildir. Siyasi partiler halktan oy alıyorlar ama aslında mülk sahibi oligarşiyi ve devleti temsil ediyorlar! Bizde siyasi partiler devletin diğer kurumları gibidirler, devletin uzantısıdırlar. Dolayısıyla kullanılan oyun bir karşılığı yoktur...

5. 1946 yılında "çok partili sisteme" geçiş, iktidarın (devletin) bir manipülasyonuydu. Sadece birden çok devlet partisinin kurulmasına izin verilmişti. İşçilerin, küçük çiftçilerin, daha genel olarak ezilen ve sömürülen sınıfların örgütlenmesi yasaktı. Kurulanların tamamı kapatıldı ve cezalandırıldı. 1962 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisinin ve 1990'lı yıllardan beri kurulan Kürt partilerinin başına nasıl çorap örüldüğü biliniyor...

6. Türkiye'de siyasi partilerin iki işlevi var: a. rejimi meşrulaştırıp-dayatmak, bu amaçla kitleleri aldatmak- oyalamak, sisteme 'demokratiklik' süsü vermek  ve b. bütçeyi ve hazineyi yağmalatmak ve yağmalamak, eşi- dostu zengin etmek... Halkı aldatıp oyunu alıyorlar, sonra da "milli irade" tecelli etti diyorlar! Şeylerin seyri üzerinde halk kitlelerin gerçekten bir dahli olsaydı bu gün burası böyle mi olurdu? Siyasi partiler aslında benim "asıl devlet partisi" dediğim güç ve iktidar odağının (memleketin sahiplerinin) taşeronudurlar. Sınırı aştıkları düşünüldüğünde bir darbeyle veya 'mevzuat gereği' kapatılırlar, "sözleşmeleri" feshedilir... Zira devlet partisi de olsalar oy almak için halka bir şeyler vadetmek zorundadırlar. Bu onları kendilerine tanınan sınırı geçmeye,  güdümlü olmaktan çıkmaya zorluyor. Yaşanan gerilimin nedeni budur.

7. Türkiye'de "demokrasi" denilen tam bir sirk oyunudur. Siyasi partiler de zaten bir devlet kurumudur ve öyle işler... İç işleyişlerinde demokrasinin kırıntısı bile yoktur. Tek adam şirketidirler. Her şey bir tek adamın iradesine bağlıdır. Ve o tek adam bir kere partinin tepesine çöreklendi mi, öyle kolay kolay  orayı terk etmez . Osmanlı İmparatorluğunda padişahların tahtta kalma ortalama süresi (aritmetik ortalama) 17,3 yıldı. Bizde sadece siyasi partilerin değil, derneklerin, sendikaların, odaların, vb.  30-40 yıl başkanlığının yapanların sayısı az değildir... 30 yıl belediye başkanlığı, 40 yıl muhtarlık yapanlar var... Velhasıl anti-demokratizm  tüm örgütlerin 'normal işleyiş halidir"!

8. "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganının da bir karşılığı yok. Türkiye'de din hiç bir zaman devletten ayrılmadı. Devlet oldum olası dine karışmaya devam etti. Eğer siz dine karışırsanız. din de size karışırdı ve karıştı... Bütün bu zaman zarfında bu rejim, dozunu kendi ayarladığı bir dinci gericiliğe ihtiyaç duydu. Şimdilerde bir 'doz aşımı' durumu ortaya çıkmış bulunuyor. Rejim hızlı bir tempoyla Suudi Arabistanlaştırılıyor... Hilafeti ihya etme planları var... Zira mülk sahibi sınıfların sadece  yalan-tahrifat ve yok saymaya dayalı uyduruk  resmi ideolojiye dayanarak yönetebilmeleri, iktidarlarını koruyabilmeleri mümkün değildi.. Toplumsal uyanışı engellemek, demokratikleşme taleplerini etkisizleştirmek, sol muhalefeti  bir alternatif olmaktan çıkarmak için dinci gericiliği yardıma çağırmak zorundaydılar. Aslında o sloganı şu şekilde formüle etmek gerekiyor: " Türkiye laik değil ama mutlaka laik olacak"!

9. HDP'li milletvekillerini Meclis dışına atma operasyonunun terörle mücadeleyle uzaktan-yakından bir ilgisi yok. Tam tersine savaşı şiddetlendirmek ve faşist tırmanışı kurumsallaştırmak için öyle bir yola giriliyor. Asıl amaç tek adam diktatörlüğünü tesis etmek! Savaş ve çatışma ortamı egemen sınıflar için bulunmaz bir nimettir. Savaş ve çatışma dönemleri sömürü, yağma, talan, çalıp-çırpma için son derecede uygun bir zemin oluşturur. Kimseye hesap vermeye ihtiyaç kalmaz. Her türlü hukuksuzluk, ahlaksızlık mümkün  hale gelir... Öyle bir 'parlamento' ki, bir çoğunluk güruhu  milyonlarca insanın oyunu alarak seçilmiş başka milletvekillerini oradan atmaya cüret edebiliyor.... Bunun dünyanın başka bir ülkesinde bir benzerini var mıdır? Kendilerine savunma hakkı bile tanınmadan milletvekillerinin meclisten atılması ne demektir? Bu,  Türk demokrasinin bir marifetidir. Tabii böylece TBMM'nin ne mene bir gericilik yuvası olduğu, nasıl bir devlet kurumu olduğu, aslında kimin 'meclisi' olduğu da netleşmiş olmalıdır! HDP'li vekilleri oradan atmak,  milyonlarca insanın iradesini yok saymak değil midir? İşlerine gelince "milli irade" diyorlar ve utanmadan milyonlarca insanın iradesini yok sayıyorlar...

10. O halde neden bu kadar kolay yönetebiliyorlar, bu kadar küstahlaşabiliyorlar?

"Hırsızın kabahati" arş-ı alayı geçti de ondan. İnsanlar kolay aldanıyor, aldatılıyor, kandırılıyor... Aksi halde bunca zamandır hırsızlara oy vermezler, onları iktidara taşımazlar, yağma ve talana yol vermezlerdi... Tabii kapitalizmin kültürü çürüttüğünü, insanların tam birer tüketim nesnesine dönüştürüldüğünü de dikkate almak gerekiyor.  Artık her türlü, değerin, değer ölçüsünün, nirengi noktasının yok olduğu bir zamandayız... Geride kalan yaklaşık yüz yılda ezilen-sömürülen kitleler, özgürlük, sosyal eşitlik ve demokrasi bahsinde başarısız oldular. Daha da ötede bu kavramlar geniş halk kitlelerinde yeterli karşılığı bulamadı, kök salamadı. Bu ülkeyi yönetenler öyle olması için ellerinden geleni yere koymadılar. Elbette bu hep böyle gidecek diye bir kural yok. İçine sürüklendiğimiz bu durum, solun, ilericilerin, demokratların, faşizme karşı olanların, dinci gericiliği sorun edenlerin, gerçek laiklerin,  gerçek cumhuriyetçilerin, anti-kapitalistlerin... rüştünü ispat etmesi için bir fırsat sunuyor.  Başka türlü söylersek aslında şeylerin seyrini değiştirmek için  önümüze bir fırsat çıkmış bulunuyor. O halde bütün mesele bu fırsatı kullanıp-kullanmamakla ilgili demektir...

14 Mayıs 2016 Cumartesi

EL ZARA KÖYÜNDE TOPLU KIYIM VAR…





Mihrac Ural

El Zara köyü sabahtan itibaren yakın yöredeki gölden sızarak gelen katil sürüsü terör şebekeleri kıyım yaptı 500 esir de aldı. Sivillerden başka kimsenin olmadığı bu köy Alevi köyü ölerek böylesi bir toplu kıyıma maruz kaldı. Suriye’deki savaşın hiçbir yanı mezhep savaşı değildir Bu savaş emperyal güçlerin enerji kaynakları ve yollarını tutma savaşıdır. Bölgedeki kukla devletler, Türkiye’nin diktatörlük rejimi Katar ve Suudi gibi terör patronlarının emriyle kıyımı uğradı.

Suriye devleti laik bir Sünni devletidir. Emperyalizmi ve siyonizme karşı ve onların kuklası terör şebekelerine direnen Esad yönetimini yıkmak isteyenler vatansever herkesi kıyıma uğratıyorlar. Olaya mezhep görüntüsü vermek için de nerede bir Alevi topluluk bulurlarsa toplu kıyım yapıyorlar. Gerçekte Aleviler kadar Sünniler bu direnişin temel gücüdür ve odakta olan onlardır. Bölgenin Sünni mezhep insanlarının direnme kalesi haline getirdikleri Suriye’ye diz çökertmek, esasında direnen Sünniliği yıkma amacı taşımaktadır. Suriyeli Kürtlere kıyım kadar Arap Sünnilere yapılan kıyımın esası budur. Aleviler ise 1400 yıllık direnişleriyle direnen safların kalesidir bunun da yıkılması çıkarlarının gereği olarak gelmektedir. El Zara Hama -Humus illerinin stratejik güney bölgesinin yol bağlantılarını oluşturur. Burada yapılan kıyım bu açında da büyük önem taşımaktadır.

İnsanlık bu kıyıma sesiz kalmamalıdır. Ölüm kültürünün esiri bu kuklaların el zara kıyımı bölge insanlığının kıyımıdır.

KONUYLA İLGİLİ TWİTLERİM

-El Zara köylülerinden 500 esir var, yakındaki gölden sızıp gelen terör kıyım yapmıştır. İnsanlık bu kıyıma sesiz kalma, bu bir vahşettir

-El Zara, kıyıma rağmen var olacaktır,terörü de yerle bir edecektir.Kıyımın organizatörü diktatör Erdoğan Katar Suudi ve dünya şer güçleridir

-El Zara alevi köyüdür laik insanların vatan severlerin köyüdür.Sivildir ama tekfirci terör mezhepçidir el Zara'daki kıyımı ölüm kültürüdür

-Tekfirci terör, diktatör RTE'nin ve şer güçlerinin kuklası katiller olarak Laik Suriye'yi yıkmak istiyor Kürdü Arap’ı Türkü katlediyor.

-Bölge laikliğinin kalesi Suriye’dir. Suriye’de şer güçleri ve terörün çıkar kavgası var bunun için insanlık kıyıma uğruyor; El Zara'ya ses ver

-Laik Suriye Türkiye halklarının yaşam güvencesidir bunu bilmeyenler Zara kıyımına seyirci kalıyor; ama sıra onlara da geliyor bunu bilsinler

-Bir tarafta Kürdü katleden, diğer tarafta vatansever Sünni'yi katleden şimdi de Alevi köyü el Zara'yı kıyıyor insanlık medyası neredesin...

-Humus 'un Alevi köyü el Zara kıyımda. Selefi terör şebekleri ölüm kültürleriyle saldırıyor. Yaşam kültürünü savunan insanlık neredesin...

-Alevi kuruluşları neredesiniz Humus el Zara Alevi köyünde kıyım yaşanıyor bu kıyım 14. Alevi kıyımıdır uyanın artık Laik Suriye laik kalacak

-Humus el Zara Alevi köyün kıyımda insanlığı savunanlar neredesiniz. Halebi almak için yıkımı ve kıyımı yapanlar şimdide el Zara'yı kıyıyorlar

-Terör esiri kuklalar ölüm kültürlerini Alevi el Zara köyünde insanları katlederek ikame ediyorlar. Suriye yaşam kültürüdür yenilecekler.

-Laik Suriye el Zara Alevi köyünde işlenen kıyıma karşı daha da güçlüce laikliği savunarak cevap verecektir. Ölüme kültürüne karşı yaşam kültürünü savunacağız

-El Zara köyünde işlenen katliam mezhep kıyımında ısrarlı olan terör kuklalarının işidir. Suriye asla mezhep çatışmasına yönelmeyecektir

-Suriye olaylarının hiç bir boyutu mezhepsel değildir şer güçlerinin ekonomik çıkarları siyasi egemenlik çıkarları esastır; terör sadece aracı bir kukladır.

-Humus El Zara köyünde terör şebekeleri kıyım yapıyorlar. Alevi köyü olması nedeniyle basında öne çıkarılmaması bir hatadır; onlar da insan

----
12 Mayıs 2016 / Perşembe -Lazkiye



Unutursan kazığı yersin...




Hüsnü Mahalli


 100 yıl önce bugünlerde yani 16 Mayıs 1916'da İngiliz Sykes ve Fransız Bicot çok önemli bir anlaşmaya imza attılar.

Rus imparatorluğu anlaşmanın içeriğini biliyordu.

Anlaşmaya göre İngiltere ve Fransa Osmanlı denetiminde olan Ortadoğu topraklarını paylaşıyor.

Anlaşma görüşmeleri Aralık 1915'te başlamıştı.

Öncesinde İngiltere, Fransa ve Rusya'nın dolaylı-dolaysız rol oynadığı Ermeni Tehcir sorunu yaşanmıştı.

Çanakkale az öncesindeydi.

6 Mayıs 1916'da Şam Valisi İttihatçı Cemal Paşa Suriye ve Lübnan aydınlarını darağaçlarında sallandırdı.

Namı-değer Lawrence ve Bayan Bell full-time çalışıyordu.

Maniki Dünya kitabımda özetle anlattım.

Bell ve Lawrence paylaşılacak bölgenin haritalarını çiziyorlardı.

Lawrence ve Bell Arap aşiretlerini Osmanlıya karşı ayaklandırmak için son hazırlıkları tamamlamışlardı.

Bol miktarda işbirlikçi bulmuşlardı.

Suud, Haşimi ve diğerleri.

9 Haziran 1916'da  ayaklanma Mekke'den başlatıldı ve Osmanlı bir yıl içinde bölgeden atıldı.

1917 Ekim Devrimi sonrasında Lenin İngiltere ve Fransa'nın  gizli anlaşmalarını deşifre etti ve kurtuluş savaşını başlatan Atatürk'e destek verdi.

İngiltere ve Fransa El-Suud, El-Hişim, El-Sani, El-Halife, El-Nehyan, El-Sabah ve diğer el ve ayaklarla bölgeyi yönetmeye başladı.

Fransa ve İngiltere Sykes-Bicot'dan bir yıl sonra dünyanın her tarafında yaşayan Yahudilere 'Gelin size Filistin'i verelim' dedi.

1945'te ABD Başkanı Roosevelt Suudi Kralı Abdülaziz ve Mısır Kralı Faruk ile bu konuda anlaştı.

1947'de İsrail devleti kuruldu.

Sonrasında bu coğrafya hiç durulmadı.

Sürekli kan, gözyaşı ve acı yaşadı.

Etnik, dinsel ve mezhepsel nedenlerle.

Suudi'ler bunun için milyarlarca dolar harcadı.

Tıpkı şimdi olduğu gibi. Tek farkla.

'Arap Baharı' öncesine kadar Türkiye bu oyunun dışındaydı.

Atatürk 'Yurtta sulh Cihan'da sulh' demişti.

AKP dinlemedi ve 'Cihan'da savaş Yurtta savaş' dedi.

Bunun için Osmanlıya kazık atan Suudilerle birlik oldu.

Yalnız Suudi'ler değil Ürdün ve Körfez ülkelerinin  kral, emir ve  şeyhleriyle de.

El ve ayaklar. Sonuç ortada.

Coğrafyamız 100 yıl öncesine geri götürüldü.

Dijital çağ farkıyla.

Sykes-Bicot'nun 100 yıl önce planladığı coğrafyamız 'Arap Baharı'yla bir 200 yıl sonrasına taşındı.

Aynı 'El'ler sayesinde.

Artı El-Erdoğan.

100 yıl önce Sykes-Bicot İsrail için yapıldı 100 yıl sonra yine HERKES İsrail için çalışıyor.

Hem de 'en hakiki' İslam adına! Devletler, hükumetler, krallar, emirler, şeyhler, başkanlar, örgütler, dernekler ve bilumum şekil ve şemalar.

Bakmayın siz 'İsrail, Siyonizm ve Yahudi' karşıtı söylemlerine.

Hepsi palavracı.

Hepsi İsrail'in hizmetinde.

Dolaylı-dolaysız.

Bilerek- bilmeyerek.

Abdestli-abdestsiz.

Ne demişti İsrail'in ilk Cumhurbaşkanı Ben Gorion?

Hem de 1957'de İstanbul'a gizlice gelip Menderes ile görüşmeden önce.

'Irak, Suriye ve Mısır dağıtılmadan İsrail rahat edemez'.

Nil'den Fırat'a kadar.

Şimdi olduğu gibi AKP yönetiminde Ankara'nın yardımıyla.

AKP olmasaydı bu coğrafya asla ve asla bu hale gelmezdi.

AKP olmasaydı Irak, Suriye ve Mısır bu şekilde perişan edilemezdi.

Yemen, Libya, Lübnan ve diğerleri bonus.

AKP olmasaydı bu coğrafya asla ve asla IŞİD ve NUSRA gibi ruh hastası örgütleri tanımayacaktı.

AKP olmasaydı bu coğrafyanın kral, emir ve şeyhleri hiç bir şey yapamazdı.

100 yıl önce Osmanlıya ayaklanan ve Türklerden nefret eden  'El'ler 100 yıl sonra Osmanlı mirasçısı El-Erdoğan'la birlikte yeni bir Sykes-Bicot peşindeler.

Moral sponsor: El-Netenyahu.

Ben Gorion'un torunu.

Hikâyenin adı: 'Arap Baharı'.

Hem de en kanlısından.

İslam Siyonist Yahudi İsrail'in hizmetinde.

Beraber çamurlandık yağmurlarda!

Beraber yedik kazıkları.
---

6 Mayıs 2016 Cuma

Mihrac Hoca’yı tanıyor musunuz?




Faiz Cebiroğlu

Bana sık sık sorulan sorudur: ”Mihrac Ural’ı tanıyor musunuz?”

El-Cevap: Mihrac Ural ile hayatta yüz-yüze görüşmedim. Ama Yazılarından tanıyorum. Antakya’da Türkiye İşçi Parti’si üyesi iken, adını duyuyordum. Yazılarını ise, CEPHE dergisinde okudum. Suriye’de, Arapça, ”Yazılı Dil ve Eğitim”i alırken, Yazı ve bildirileri elime geçiyordu. Ama Mihrac Hoca ile yüz-yüze, ne yazık ki, görüşme imkanım olmadı. Mihrac Hoca’yı, fiziksel olarak değil, fikirsel olarak tanıyorum.

Mihrac Ural’ı Orta-doğu’da broşürleri ile tanıdım. Filistin cephesinde yer alırken, Orta-Doğu üzerine yazmış olduğu broşürler üzerinden tanıdım. Ama yüz-yüze hiç görüşmedim.
Yıllar sonra, ben Danimarka’ya, FN aracılığı ile  geldim. Mihrac Hoca aklıma geldi ve onu internet üzerinden buldum. O’na yazdım: ”Hoca, yazılarını okuyorum. Makalelerini, benim bloguma da gönderir misiniz?”

Mihrac’ın cevabı: ”Benim yazdıklarım, halka aittir, her zaman paylaşabilirsiniz!”
Mihrac Ural’ı ben aradım ve ben yazdım.

Mihrac Ural’ı ben tanımaya başladım.

Mihrac Ural’ın yazılarını, ben paylaştım. Paylaşıyorum.

Parentez açıyorum: Mihrac Hoca ile yazışırken, ”tenekeciler sitesi” birden beni bulmuşlar ve beni de ”Suriye Muhabaratı” diye ”damgalamışlar. Çok sevindim. Onlara yazdım. Oralı olmadılar. Sonra, Adil Okay’dan cevap geldi, onlara: ”Yapmayın yahu, herşeyi birbirine karıştırdınız, Faiz’in Acille, Mihrac ile ne ilgisi var ki? Faiz, Danimarka’da öğretmendir.”

Tenekeciler sitesi: ”Bilmiyorduk. Onunla ilgili ”ithamı” kaldırıyoruz” dediler. Kaldırdılar.
Ben se, üzüldüm. Eyy aptallar, niye kaldırdınız ki?

Eyy aptallar!!! Suriye Muhabaratını ben yönlendiriyorum!
Parentezi kapatıyor ve devam ediyorum.

Mihrac Ural, hiçbir zaman,  bana, yazılarımı paylaş veya siteler gönder demedi. Niye desin ki?
Mihrac’ın tüm yazılarını, Mihrac’tan, izin almayarak, ben paylaştım. Paylaşıyorum…
Evet….Mihrac Ural’ı bröşürleri üzerinden ve internetten tanıdım. İyi ki, tanıdım.
Mihrac Hoca ile irtibatı ben kurdum.

İrtibatımız, devam ediyor.


İrtibatımız, hain, itirafçılar ve tövbekârları ”RAPT” edinceye kadar devam edecektir.

CAN DÜNDAR’A KURŞUN...


Mihrac Ural

Can Dündar ve Erden Gül halkın bilgi alma hakkı gazeteciliğin bu hakka olan sadakatiyle ilgili araştırma yazma çabası zindana atılmakla sonuçlandı. Bu yüz karası girişim siyasi baskıların ürünü olarak gündeme geldi. Tahliye oldular ama kurtulamadılar, yargılama sürdü. Bu günde son duruşmaya gittiler. Adaletin en kötü haline bile güveni olmayan diktatörlük rejimi mafyacılarıyla lümpenleriyle kendi orman kanunlarını ikame etmek için harekete geçtiler kurşun sıktılar öldürmek istediler; yerinde infazdır bunun adı, bu yargısız infazın ta kendisidir.

Şiddetle kınıyorum twitimde de yazdığım gibi bu tetikçilere tetik çekecek onurlu devrimciler kalmadı mı diye soruyorum?

KONUYLA İLGİLİ TWİTLERİM
-Can Dündar’a sıkılan kurşun, diktatörlüğün halka sıktığı kurşundur, söz hakkına araştırma yazma hakkına gazeteciliğe akademisyenliğe sıkılmıştır

-Bu ülkenin düşünme, araştırıp yazma özgürlüğüne sıkılan kurşunlara karşı artık çok sert cevap vermenin zamanı gelmiştir. Sustukça sıra bizde

-Mahkemelerin adaletsiz kararlarını bile yeterli görmeyen algılar "katli vacip" diyerek orman kanunlarını ikame ediliyor

-Bazen düşünüyorum da, bunların tetikçilerine tetik çekecek sol kalmadı mı diye. Hemen "provokasyon yapmayın”cılar gelir aklıma. Yetti artık

-Diktatörlük rejimi adalete asla güvenmez mafya ve lümpenlerini harekete geçerek orman kanunlarını uygulatmaya çalışır. Kuruşunun anlamı budur
----
6 Mayıs 2016 / Cuma - Lazkiye


2 Mayıs 2016 Pazartesi

TBMM AHIR MI?




Mihrac Ural
....Kimse kimseyi farklı tanımlayamaz. Tanımlama haksız ise halk vicdanında asla yer edinemez. Ensar vakfı yeri göğü yutsa da artık bir çocuk tecavüzünün simgesi olmuştur bu değiştirilemez 1000 yıl sonra bile böyle anılacaktır. Tek çaresi kapanmaktır. Tecavüzün azı çoğu ilki sonu yok… 

TBMM de olan tepişmelere bakınca orayı “ahır”a benzettim. Kimileri tepki gösterdi. Meclis bir ulusun alın akı vicdanı ve ahlakıdır diye rahatsızlık gösteren okurlarımdan kimileri beni uyarmayı da ihmal etmedi. Onlara teşekkür ederim. Önceki tepişmenin ardında bu günkü tepişme de gelince görüşlerimi tekrar etmek zorunda kaldım. Bir kereden bir şey olmaz diyenlerin bu kaçıncı kez diye alacakları cevap karşısında ısrarlarını devam ettireceklerini sanmıyorum. Ayrıca bilmeleri gereken önemli bir olguyu da hatırlatmak isterim. TBMM tarihi iyi incelenirse görülecektir ki her diktatörlük dönemi böylesine zorba tepişme hak sahiplerine baskı yapma tekme tokat dövme dönemleri olmuştur...”



İnsanlar bazı binaları kurumları taşları bez parçalarını kutsarlar. Belki bu algı süreçleriyle ilgili gelenek mirasıdır. Bunun toplumların kimliğinde edindiği yer itibarıyla anlamak mümkün. Saygı da duymak zor değil. Bir türbe gibi kimsenin dil uzatmasını içinde meşru almayan davranışların yapılmasını istemediğimiz gibi. Camide mayo ile Kimse kimseyi farklı tanımlayamaz. Tanımlama haksız ise halk vicdanında asla yer edinemez. Ensar vakfı yeri göğü yutsa da artık bir çocuk tecavüzünün simgesi olmuştur bu değiştirilemez 1000 yıl sonra bile böyle anılacaktır. Tek çaresi kapanmaktır. Tecavüzün azı çoğu ilki sonu yok… 

TBMM de olan tepişmelere bakınca orayı “ahır”a benzettim. Kimileri tepki gösterdi. Meclis bir ulusun alın akı vicdanı ve ahlakıdır diye rahatsızlık gösteren okurlarımdan kimileri beni uyarmayı da ihmal etmedi. Onlara teşekkür ederim. Önceki tepişmenin ardında bu günkü tepişme de gelince görüşlerimi tekrar etmek zorunda kaldım. Bir kereden bir şey olmaz diyenlerin bu kaçıncı kez diye alacakları cevap karşısında ısrarlarını devam ettireceklerini sanmıyorum. Ayrıca bilmeleri gereken önemli bir olguyu da hatırlatmak isterim. TBMM tarihi iyi incelenirse görülecektir ki her diktatörlük dönemi böylesine zorba tepişme hak sahiplerine baskı yapma tekme tokat dövme dönemleri olmuştur. namaz kılınmayacağı gibi. Kurumlar mekanlar taşlar tapınaklar her ne ise kendi özgünlükleri ritüelleriyle bir var oluş sergilerler. Bu yapıların içinde onların bir ifadesi olanlar bu mekanları ya yüceltirler yada yerin dibine batırırlar; bir çocuk esirgeme kurumunda çocuklara tecavüz etmek gibi.

Kimse kimseyi farklı tanımlayamaz. Tanımlama haksız ise halk vicdanında asla yer edinemez. Ensar vakfı yeri göğü yutsa da artık bir çocuk tecavüzünün simgesi olmuştur bu değiştirilemez 1000 yıl sonra bile böyle anılacaktır. Tek çaresi kapanmaktır. Tecavüzün azı çoğu ilki sonu yok… 

TBMM de olan tepişmelere bakınca orayı “ahır”a benzettim. Kimileri tepki gösterdi. Meclis bir ulusun alın akı vicdanı ve ahlakıdır diye rahatsızlık gösteren okurlarımdan kimileri beni uyarmayı da ihmal etmedi. Onlara teşekkür ederim. Önceki tepişmenin ardında bu günkü tepişme de gelince görüşlerimi tekrar etmek zorunda kaldım. Bir kereden bir şey olmaz diyenlerin bu kaçıncı kez diye alacakları cevap karşısında ısrarlarını devam ettireceklerini sanmıyorum. Ayrıca bilmeleri gereken önemli bir olguyu da hatırlatmak isterim. TBMM tarihi iyi incelenirse görülecektir ki her diktatörlük dönemi böylesine zorba tepişme hak sahiplerine baskı yapma tekme tokat dövme dönemleri olmuştur. TBMM’yi tanımlayan tarihi kesitler işte bu değişkenlik içinde kendilerini ifade ederler. Diktatörlük dönemlerinde TBMM’nin hiçbir saygınlığı meclise benzer yanı kalmaz güçlü olanın muhalefeti sındırmak için bir ahır olarak kullanılması gündeme gelir. Ki olan bundan başka bir şey değildir. 

Kurumları kurum yapan onları canlı fenomenleridir ya vezir ya da rezil eder. Hepsi bu.twitlerimi okuduğunuzda var olanı resmetmekten başka bir şey yapmadığımı göreceksiniz.

KONUYLA İLGİLİ TWİTLERİM

1- "TBMM ahırı"ndan söz edince birileri fena alınmıştı. Bu kaçıncı hayvani saldırıdır söyler misiniz? Bu tepişmeler nerede olur söyler misiniz?

2- TBMM halkın temsilcileri mi diyalog bilmez hayvanların yerimi? Bunu anlamak için Hakim olan diktatörlüğün saldırganlığını bilmek gerek.

3- TBMM ahırında tepişmenin tarihi her zaman hakim olanın baskıları sonucu olmuştur. Bu kez de öyle AKP soytarılarının HDP'lileri saldırısı

4- Soytarı diktatörün pervasızlığı TBMM'ni ahıra çevirirken AKP milletvekilleri de birer hayvan olarak hak arayanları tekmeleyip duruyor

5- Haziran seçimlerini hokkabazca kasım seçimleriyle alt üst eden diktatör yönetimi, TBMM'yi tepişen hayvan saldırılarına teslim etmiştir

-Kürt halkına yapılan füzeli bombalı kanlı kıyımın uzantısı TBMM denilen ahırda hayvanların saldırısıyla devam ediyor.

-Ülke tek sizin mi,nasıl barış içinde olunacak evlerimizi başa yıkar gençlerimizi katledersiniz, parlamentoda da hayvanlar gibi saldırırsınız

-Kendi topraklarında yakıp yıktığınız Kürd halkına ahıra çevirdiğiniz TBMM'de halkın oylarıyla gelen Mv.lere saldırınız unutulmayacaktır

-Gündeme dönelim TBMM'denilen ahırda HDP'lilere yapılan saldırı Anadolu'nun tüm halklarına yönelik bir baskı ve şiddettir. Lanetliyorum
---
2 Mayıs 2016 / Pazartesi - Lazkiye