Kapitalizm – Devlet - Mafya…
Fikret Başkaya
baskayafikret@gmail.com
“Kapitalizm yasal mafya, mafya da yasal olmayan kapitalizmdir”.
Dario Bötancourt- Maria Garcia
“Kapitalizm, egemen sınıf tarafından kanunileştirilmiş (yasalara bağlanmış) bir kanunsuzluktur”.
Al Capone (Amerikalı mafya lideri, milyoner)
“Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de şereflidir”.
Tansu Çiller (Eski başbakan)
Mafya lideri Sedat Peker’in yaptığı peş peşe açıklamalar, ‘organize suç örgütü’ denilenleri yeniden gündeme taşıdı… Bu konudaki ‘tartışmalar’ hiçbir zaman sorunun kaynağına inmiyor, bir hamaset olmanın ötesine geçemiyor… Amaç kitleleri aldatmak-oyalamak, sorunun üzerine gidiliyor izlenimi yaratmak… Dikkat edilirse, kamuoyu ‘skandaldan’ ancak mafyatik örgütler arasında bir sürtüşme, ya da Susurluk vakasında olduğu gibi, bir kaza sonucu haberdar olabiliyor. Oysa, mafyatik örgütler, kibarca ‘organize suç örgütü’ denilenler, arizî ve istisna değil. Doğrudan kapitalizmin mantığının ve işleyişinin ürünü…
Organize suç örgütü dendiğinde ekseri uyuşturucu, silah, kadın ticareti, organ ticareti, vb. akla geliyor. Oysa bu kadarı buzdağının görünen kısmı… Elbette ‘klasik mafya etkinliği – esrar, kokain, silah- önemsiz değil ama şimdilerde enerji ve ‘inşaat’ da mafyanın ilgi alanına daha çok girmiş bulunuyor… Aslında sorun doğrudan kapitalizmde mündemiç; zenginliğin bir hırsızlık olmasıyla ilgili… Lakin, kapitalist toplumda zenginlik tabudur. Kimse onu tartışmaya cüret etmez, edemez… Tabu, tanımı gereği yasaklanarak korunan demektir… Dokunanın elini yakar… Zenginliğin kaynağını sorun eden, servet düşmanı ilan edilir ve lanetlenir; sanki servet düşmanı olmak kötü bir şeymiş gibi… Tam tersine asıl kötü olan servet düşmanı olmamaktır…
Bu dünyada zengin olmanın bir tek yolu vardır: Başkasının emeğinin ürününe el koymak… Zira, bir insan ne kadar akıllı, yetenekli, becerikli, çalışkan olursa olsun, sadece kendi emeğiyle, kendi çabasıyla zengin olamaz… Elbette rahat bir yaşam sürebileceği imkânlara sahip olabilir ama asla zengin olamaz… Ünlü Amerikalı iş bitirici kapitalist Elon Musk’ın 2021 yılı itibariyle 191 milyar dolar serveti olduğu söyleniyor… (Tabii iş bitirici olmak da birilerinin ‘işini bitirmeden’ mümkün değildir)… Akıllara durgunluk veren bu servetin sahibi olan zat; ortalama insandan, mesela asgari ücrete talim eden bir işçiden 191 milyar kat zekâya, yeteneğe, beceriye, çalışkanlığa sahip olduğu için mi bunca servetin sahibi oldu? O insanüstü bir yaratık mıdır ki, akıllara durgunluk veren skandal servetin üstünde oturuyor?
Mülkiyet gasptır, zorla, şiddet ve hileyle topluluğa (kamuya, socium’a, herkese) ait olana özel şahıslar tarafından el konulan zenginliktir. Hukuka uygunluk, sorunun esasını angaje etmez,
şeylerin seyrini değiştirmez… Zira, yasal olan, haklı olan, adil olan demek değildir… Son tahlilde o yasaları yapanlar da, yaptıranlar da mülk sahibi sınıflar (büyük hırsızlar) olduğuna göre… Aslında özel mülkiyetin kural olduğu bir toplumda, hukuk adalete karşıdır… Doğal ve sosyal zenginliğin küçük bir azınlık tarafından gasp edildiği, geniş kesimlerin açlığa, yoksulluğa çaresizliğe, sefalete sürüklendiği bir toplumda adalet söyleminin bir kıymet-i harbiyesi olabilir mi? O zaman kimin adaletinden söz edeceksiniz?
Bu vesileyle mülkiyete dair kafa karışıklığının da aşılması gerekir… Birincisi, mülkiyetten söz edildiğinde ‘özel mülkiyet’ kastedilmektedir; ikincisi, bir insanın ve ailesinin yaşamı için gerekli üretim, tüketim ve yaşam araçları “mülkiyet” tanımının dışındadır. Zira, bir arabaya sahip olmakla, o arabayı üreten fabrikaya sahip olmak aynı şey değildir… Mülkiyet başkasının emeğini sömürmeye, başkasının emeğinin ürününe el koymaya imkân veren, üretim ve yaşam araçlarına sahip olmaktır. Bir insanın ihtiyaçlarını mütevazı düzeyde sağlayan üretim ve yaşam araçlarına sahip olmak mülkiyet değildir… Maalesef bu konuda büyük bir kafa karışıklığı söz konusu…
Hiç kimse sadece kendi çabasıyla zengin olamaz… Farz edelim ki, büyük bir sermaye gurubunun son derece yetenekli, çalışkan, işbitirici milyoner CEO’su (patronu) bir uçak kazası sonucu okyanusa düştü ve şans eseri küçük bir ıssız adaya çıkmayı başardı… Dışarıyla bağ kurması imkânsız iken, kazazedemiz neleri ne kadar yapabilir? Neye ne kadar sahip olabilir? Yaşamını nasıl sürdürebilir? Bir kere günün çoğunu balık, salyangoz, yengeç, vb. avlayarak, ya da yenilebilir bitki ve meyve toplayarak geçirebilir. Taşları veya ağaçları birbirine sürterek ateş yakabilirse, avladıklarını pişirerek yiyebilir. Ağaçlardan ve otlardan baraka yapabilir, belki ağaçlardan küçük bir sal yapabilir. Zamanla bazı bitkileri yetiştirmeyi öğrenebilir. Avlanabilirse, hayvan derisinden veya bitkilerden örtünecek bir şeyler yapabilir. Bir gün adadan kurtulma umuduyla, eşine ve çocuklarına veya sevgilisine hediye edeceği deniz kabukları biriktirebilir… Daha fazlasını yapması pek mümkün olmaz… Denize düşmeden önce istediği hemen her şeye sahip oluyor iken… Demek ki, bir insanın neye, nelere sahip olabileceği, bireysel emek ve yeteneğinden başka şeylere de tabidir… Sadece bireysel başarı sorunu değildir… Emeğin (çalışmanın) hangi koşullarda harcandığına bağlıdır…
Sadede gelirsek, zengin olmanın iki yolu vardır: Üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum edilmiş, emeğini satmadan yaşamını sürdürümez durumda olan, işçilerin (proleterlerin) emeğini sömürmek; ya da yasalara uygun olarak veya aykırı şekilde, üretilmiş zenginliğe el koymak… Zengin olmanın başkaca bir yolu yoktur… İşte mafya veya ‘kibarca’ organize suç örgütü grubuna girenler bu yolla servet sahibi olanlardır. Ama bunlar üretilmiş zenginliğe el koyan büyük kitlenin sadece küçük birer parçasıdırlar… Aslında, güya organize suç örgütlerinin üzerine gidilerek, daha doğrusu gidiliyormuş gibi yaparak, büyük hırsızlar korunur… Böylece sömürü düzeni meşrulaştırılır…
Merkez Bankasındaki 128 milyar doları mafya tarafından, organize suç örgütleri tarafından çalınmadı, gasp edilmedi… O iş ‘saygın, iş bitirici’ para babası, ‘etkili ve yetkili’ zevat tarafından kotarıldı… Bu 128 milyar dolar, şu anda irili-ufaklı ‘organize suç örgütü’ denilenler tarafından el konan zenginliğinin kaç katıdır? ‘Kara para’ aklamak, Vergi Cennetlerine servet kaçırmak ‘organize suç’ kategorisine giriyor mu? Ülkenin varını yoğunu yağmalayan, doğayı talan ve harap eden, Türkiye’nin en ‘yetenekli’ kapitalisti, Cengiz Holding’in sahibi Mehmet Cengiz, onca servetin üzerine nasıl konuyor? Yasalara uygun olarak değil mi? Herhalde
‘Kamu İhale Kanunu’nun AKP iktidarı döneminde neden 191 kere değiştirildiğini biliyorsunuzdur… İşte o yasa, yasalara uygun olarak değiştirildikçe, bütçenin, hazinenin ve doğanın yağması-talanı da yasalara uygun olarak devam ediyor… Hukukun, burjuva yasalarının aslında ne olduğu, kimlere, nasıl hizmet ettiği tartışma konusu yapılmıyor?
Kapitalist toplumda ‘organize suç örgütleriyle’ hiçbir zaman gerektiği gibi mücadele edilemez. Zira, organize suç örgütleriyle, devlet içindeki ‘etkin odaklar’ ve siyasetçiler arasında ‘çıkar ortaklığı’ ve geçirgenlik vardır… Devlet ve kapitalizm madalyonun iki yüzüdür. Biri olmadan diğeri olmaz… Susurluk’ta kaza eseri ortaya çıkan kirli ilişkiler için TBMM’de bir Araştırma Komisyonu kurulmuştu ama komisyon olayı araştıramadı… ‘Devletin yüksek çıkarları’, ‘devlet sırrı’ denilene tosladı… Eğer, sonuna kadar üzerine gidilebilseydi, Kutsal Devlet suçüstü yakalanacaktı… Bu iş komisyon kurmakla olacak bir şey değildir… İyi de komisyon neye yarıyor? Kitleleri aldatmaya- oyalamaya… O günün aktörleri bugün de sahnede değil mi?
Devlet de ‘devletin yüksek çıkarları’ adına suç işliyor… Bu amaçla bütçeden ‘örtülü işler’ için ‘örtülü ödenek’ ayrılıyor… Ne için? … Verili yasalara ve ahlaka aykırı, insanlık suçu kategorisine giren işler ‘kotarmak’ için… Mesela ‘faili meçhul cinayetlerden’ söz ediliyor… Binlerce, on binlerce faili meçhul cinayet olur mu? Kutsal devlet yaparsa niye olmasın; şeylerin adını da o cinayetlerin faili olan devletin ‘has adamları’ koyduğuna göre… İşte o alan, bildik ‘organize suç örgütleriyle’ devletin kesiştiği alandır… Kirli işler için kullanılan katiller bazen ‘özerkleşip’, başına buyruk ‘Organize Suç Örgütlerine’ dönüşebiliyorlar… Devletin ‘Yüksek Çıkarları’ o kadar yüksek ki, insanların o yüksekliğe çıkıp ‘olup biteni kendi gözleriyle görmeleri mümkün olmuyor…
Kapitalizm hızla çürüyor, çürüdükçe, her şeyi bir tsunami gibi kaplayıp, çürütüyor… Velhasıl şeyleri adıyla çağırmadan ve kapitalizmden vakitlice çıkmadan, yaşanabilir bir toplumsal düzen kurmak asla mümkün olmayacak… Kimse kendini aldatmasın…