16 Aralık 2008 Salı

BEŞİKÇİ ve SOSYAL SORUNA YAKLAŞIM



Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

Daha önceki yazımda, İsmail Beşikçi’nin ‘Sömürge olarak Kürdistan’ saptamasının esas olarak doğru bir saptama olduğunu belirtmiştim. Ama çözüm önerisinin, eksik olduğunu ifade etmiştim. Her zaman, doğru saptamalar doğru çözümleri getirmeyebilir. Hele sorun toplumsal bir sorun ise, doğru bir saptamadan, birbirinde farklı olan çözüm yolları ortaya çıkabilir. Çünkü toplumsal sınıfların istemleri birbirinden farklıdır.

Beşikçi’nin
1920’li yılların düşüncesinden sıyrılamadığını belirtmiştim. Bunun nedeni ise, İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerinin arkasındaki pozitivizmdir. Beşikçi, burjuva aydınlanmacıların teorilerinden ziyade, aydınlanma karşıtı olan burjuva sosyolojisinin etkisi altındadır. Bir sosyolog olarak Beşikçi, sosyal olaylara burjuva sosyolojisinin yöntemiyle yaklaşıyor. Beşikçi, sosyal olaylara ‘doğal’ bakış açısından bakan bir izlenim bırakmaktadır. Sosyal sorunu saptamaya çalışırken, pozitivist bir bakış açısından olaya yaklaşmaktadır. Beşikçi Eleştirilerine Cevap adlı yazısında şöyle diyor Beşikçi.

‘Sosyal sorun nedir? Sosyal yaşamda gelişmeler, doğallıktan saptığı zaman, olması gereken, olağan olan gerçekleşmediği zaman sosyal sorun ortaya çıkar. Kürt sorunu denildiği zaman ise, kanımca şu anlaşılır: Öbür halklar açısından, örneğin, Araplar, Farslar, Türkler, Ruslar, Almanlar, İngilizler, İspanyollar vs. doğal olan, olağan olan, olması gereken bir yaşam tarzına Kürtler sahip değildir. Bu haklar Kürtlere yasaklanmıştır. Kürtlerin bu doğal hakları gasp edilmiştir. Bu bir sorundur. Bu, sosyal ve siyasal, içerikleri olan bir sorundur. Sorunu inkar etmek, gizlemek için, devlet yalana dayalı çeşitli politikalar da üretmektedir. Bu politikalar, uygulamalar, yalanın başka bir yalanla gizlenmeye çalışılması, yalanın bir yönetme yöntemi olarak kullanılması, sorunu gittikçe ağırlaştırmıştır. Sosyal sorun budur. Sorun şüphesiz, Kürtlerin kendisi değildir. Devlet, Kürtlerdeki doğal gelişmenin, olağan gelişmenin, olması gerekenin önünü tıkadığı için, olağandan, doğal olandan bir sapma olduğu için, sorun ortaya çıkmaktadır.’ (Beşikçi İtalikler bana ait. Y.O)

Beşikçi’nin düşüncelerinden şu ortaya çıkmaktadır: Beşikçi’ye göre, ulus-devlet ve milliyetçilik ‘doğal’ ve ‘normal gelişmedir’. Beşikçi, ‘ulus’ kavramını tarihsel/toplumsal bir olgu olarak değil, değişmez doğal bir olgu olarak ele almaktadır. Doğal görünen ulus-devlete itirazı yoktur, sadece doğallıktan sapmış, yani ulus devletini kurmaya engel olan ulus-devlete itirazı vardır. Beşikçi’nin ulus-devlete ve kapitalizme karşı bir tavrı yoktur.

Beşikçi, Kürtlerin de bir ulus devlet kurmasını istiyor. Türk devletinin bunu engellemesini eleştiriyor. İsmail Beşikçi’nin ‘Kürt Devleti’ istemi yanlış mıdır? Hayır! Kürtlerin ayrı bir devlet kurmalarını istemek bir çözümdür. Ama bu çözüm ezilenlerden ziyade, egemenlerin çıkarına bir çözümdür. Beşikçi, milliyetçi ideolojiyi temel alan bir ulus-devlet çözümünün, milliyetçilikten arınmış, din, dil ve kültür işlerine karışmayan devlet biçiminden neden daha iyi ve üstün olduğunu ilişkin argümanlar ileri süremiyor.

Beşikçi, politik bakımdan Kemalizme karşı durmaktadır. Kürtler üzerinde baskıya karşı durarak, ‘Türk aydınının’ onurunu kurtarmaya çalışmıştır. Beşikçi, Kürtler üzerindeki baskının kaldırılması anlamında politik olarak ilerici bir konumdadır. Ama dayandığı ideolojik ve sosyolojik görüşleri, Beşikçinin ilericiliğini sınırlı kılmaktadır. Niçin ilerciliğinin sınırlı kaldığını onun sosyal sorunlara, kapitalizme ve ulus-devlete yaklaşımında görmek mümkün.

Beşikçi, doğaya ve topluma diyalektik değil, metafizik yöntemle yaklaşıyor.

“Doğada örneğin bir kaya nasıl “kaya” olarak algılanıyorsa, toprak olarak algılanmıyorsa, sosyal bilimlerde de örneğin Alevi, “Alevi” olarak, Müslüman, “Müslüman” olarak, Kürt ise “Kürt” olarak algılanmalıdır. İşte bu noktada söylemeye çalıştığım çok açıktır. Tarih, sosyoloji, siyaset bilimleri, antropoloji, iktisat gibi sosyal bilimler alanında; hukuk gibi normatif bilimler alanında; psikoloji gibi insan bilimleri alanında çalışan profesörlerdir. Profesörler veya profesörlerin çok büyük bir kısmı böyle yapmıyor. Hakikati araştırmak, duygusuyla, endişesiyle değil resmi görüşe hizmet etmek endişesiyle hareket ediyor. Örneğin Kürt’ü Türk olarak algılıyor, Kürt’e Türk muamelesi yapıyor. Alevi’yi Müslüman olarak algılıyor, Alevi’ye Müslüman muamelesi yapıyor. Böylece olgulardan değil resmi görüşün bilgilerinden hareket etmiş oluyor. Başka bir deyişle resmi görüşü, resmi ideolojiyi bir daha doğrulamak, bu bilgiye meşruiyet vermek, ciddi bir yönelme, ciddi bir hareket noktası oluyor. Kanımca sosyal bilimlerdeki tıkanmanın, sosyal bilimlerde gelişme sağlanamamasının temel nedeni budur.” (Alevlerdeki Kafa Karışıklığı)(Beşikçi’nin Alevilik konusundaki görüşlerinin daha ayrıntısı için Demir Küçükaydın’ın Beşikçinin Eleştirisi adlı kitabına bakınız)

Beşikçi’ye göre toplumdaki olgular da, doğadaki olgular gibidir. Doğa’da ’taş’ ne ise, toplumda da ’Türk’,’Kürt’, ’Alevi’ olguları ’doğal’ olgu gibi algılanmalı. Beşikçi’nin ilericiliğinin sınırları işte bu noktada başlamaktadır. Bu görüşler, burjuva toplumunu ‚doğal’ ve ‚ebedi’ gören burjuva sosyolojisinin bakış açısıdır. Beşikçi’nin görüşleri, burjuva sosyolojisinin çerçevesini aşamıyor.

Önce şunu saptayalım. Bütün toplum bilimleri, toplumsal düşünceler, esas olarak sosyal sorunların çözümlenmesini amaç edinirler. Toplumsal düşünceler, sosyal sorunların çözülmesi amacıyla ortaya çıkmışlardır. Nerede bir sosyal sorun varsa, orada da sorunların çözümü için düşünceler ortaya çıkar. Burjuva sosyolojisi, burjuvazinin düzenini sarsmadan, toplumsal sorunları burjuvazinin lehine çözmeye çalışır. Dolayısıyla burjuva sosyolojisi, kapitalist toplumdaki düzeni korumayı amaç edinmiştir. Bu sosyoloji, Marx’ın teorisinin karşısına çıkarılmıştır.

Burjuva sosyolojisinin özünü ve geçirdiği aşamaları görmek için kapitalizm ile birlikte ortaya çıkan modern sosyolojinin kısa tarihçesine bir göz atmak gerekecektir. –devam edecek-

Hiç yorum yok: