1 Ocak 2009 Perşembe

İNSAN, ÖZGÜRLÜK ve DEVLET




Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de


’Özgür doğan insan her yerde zincire vurulmuştur.’ Rousseau

İnsan’ı tanımlamak zordur. Çünkü insan hem çok karmaşık bir varlık, hem de değişken bir varlıktır. İnsan doğası iyi midir, kötü müdür? İnsan doğası sabir midir? Yoksa tarihsel-toplumsal koşullara göre değişir mi?

Büyük düşünürler insanı, toplumu ve devleti tanımlamaya ve anlamaya çalıştılar.

İngiliz düşünürü Hobbes’e göre, insan doğuştan bencil ve çıkarcıdır. İnsanın bencilliği ve çıkarcı olması, insanları daha da bozan üç doğal eğilimi doğurur: Rekabet, Savunma ve Ün peşinde koşma. Ona göre rekabetin amacı, insanın diğer insanlar egemen olmasıdır Daha fazla kazanç elde etme insanlar arasındaki tartışmaların nedenidir. Güven duyulmayan bir ortam nedeniyle savunma ise, insanın kendini güvenlik altına alması gereğinden kaynaklanır. Ün kazanma arzusu ise insanı toplum içinde daha iyi bir statü kazanmaya teşvik eder.(Bkz. Der Leviathan s. 133-135)

Hobbes, esas çabasını ‘neden devlete ihtiyaç var’ sorusuna cevap aramaya yöneltmişti. Hobbes, en önemli eseri Leviathan’da devletin gerekliliğini ispat etmek için insanın doğasının bazı ‘özelliklerine’ başvuruyordu. Hobbes’e göre doğal durumda ‘herkes herkese karşı savaş halindedir’. Böylesi bir savaş halinde ise ne can ne da mal güvenliği vardır. O halde ‘kerkesin herkese karşı savaş halinde olduğu’ duruma son vermek gerekir. Bunun için de otoriter bir devlet gereklidir. ‘İnsan insanın kurdudur’ diyen Hobbes göre, insanlar bazı özgürlüklerinden vazgeçerek, güç kullanma hakkını devlete devretmelidir. İnsanlar özgürlüklerini kaybederler, ama güvenliğe ulaşırlar. Bu düşünce esasen burjuvazinin çıkarlarının teorik bir ifadesidir.

Hobbes, ‘zamanındaki her orta halli İngiliz gibi, felsefede materyalizm, ahlâkta ütiliteryanizm (yararcılık); siyasette despotizm yanlısıydı. Toplumu bencil ve birbirine kurt gibi bakan kişilerden kurulu gördü. (Homo homini lupus: insan insanın kurdudur.) Her şeyde salt kaba gücün ilkel biçimde egemenliğini önerdi. Bu kavramlar, besbelli Hobbes'un sözcülük ettiği rakip sermayedarlar sınıfının dünyayı görüşüne uygundu.’(Kıvılcımlı)

Hobbes’e ve burjuvazinin çıkarların dile getiren liberal düşünürlerin çoğunluğuna göre, devlet ve yasaların varlığı herkesin yararınadır.

Hobbes’e en büyük eleştiri .J. Rousseau’da gelir. J.J. Rousseau’ya göre devlet, esas olarak zenginlerin çıkarlarını koruyan bir kurumdur, herkesin yararına değildir. Devletin herkesin yararına olduğu iddiası, zenginlerin yalanıdır. Rousseau’ya göre Hobbes, kapitalist uygarlıktaki insana özgü bencil,çıkarcı ve rekabetçi vb. gibi özelliklere doğal durumdaki insana da mal etmeye çalışmıştır. Oysa bencillik, çıkarcılık ve rekabet gibi özellikler, doğuştan var olan şeyler değil, kapitalist uygarlıkla birlikte ortaya çıkıp gelişen şeylerdir.

J.J. Rousseau şöyle diyordu: ‘Özgür doğan insan her yerde zincire vurulmuştur.’ J. Rousseau’ye göre, en önemli şey özgürlüktür. Özgürlükten vazgeçmek, insanlıktan vazgeçmek demektir. J. J. Rousseau, uygarlık öncesinde doğal insan özgürce yaşadığını, ama toplumsallığa ve uygarlığa geçişle birlikte insanin zincirlere vurulduğunu ileri sürer.

Rousseau şunu dile getirmek istiyordu: İnsan iyidir, kötü değildir. Dolayısıyla kötülüklerin kaynağı insan doğası değil, kapitalist uygarlığın getirdiği, bencillik, eşitsizlik ve adaletsizliktir..Uygarlıkla birlikte gelen bu kötülüklerin ‘doğal insanı’ yozlaştırdığını savundu. Dolayısıyla kapitalist uygarlığa ilk eleştiri Rousseau tarafından yöneltilmiştir. Rousseau, eşitliği ve özgürlüğü garanti altına alacak ‘ideal bir devlet’ peşinde koşmuştur.

J.J. Rousseau, bireyselliği ve toplumsallığı birbiri ile çelişkili olarak algılıyordu. Öte yandan Rousseau’ya göre insan mutsuzluğunun kaynağı, insanın arzuları ve olanakları arasındaki uyumsuzluktur. Arzularımız sonsuz, oysa olanaklarımız sınırlıdır. Bu görüş, burjuva Ekonomi Politiğinin en önemli bir görüşlerinden biri haline gelmiştir. Oysa bu görüş (İhtiyaçlar sonsuz, olanaklar sınırlıdır) gerçeği yansıtmamaktadır. Nihayet hem J.J. Rousseau’nın görüşleri hem Hegel ve hem de Marx tarafından eleştirilmiştir.

Bunu ayrı bir yazıda ele alalım.

Hiç yorum yok: