4 Mayıs 2009 Pazartesi

Paris, 1 Mayıs 2009

Prof. Dr. M. Şehmus Güzel

Hava güzel. Ne 1 Mayıs 1945’teki gibi kar yağıyor. Ne de 1980’lerin sonundaki Emek ve Dayanışma Bayramlarından birindeki gibi sıkı ve sahici yağmur. Evet hava güzel ve hatta epey sıcak ta. Nitekim Seine Nehri’nin ve oradan başkentin kuzeyine doğru giden Saint-Martin Kanalı’nın kıyıları tıklım tıklım. Çoğu genç, çift, tek, çift, çoluk-çocuk serilmişler. Kimi plaj giysileri içinde yan gelip yatmış. Kimi öğlen yemeği niyetine piknikte. Kimi aceleyle bir sandviç atıştırıyor. Kimi basketbol oynuyor, özel sahasında. Kimi bir topun peşinde. Ayak oyunu meraklıları gittikçe artıyor : Her yerde olduğu gibi. Parklar, küçük ve büyük parklar, çocuk bahçeleri de dopdolu. « Cafe »ler ve terasları da. Evet « société de spectacle »dan çıkıyoruz (veya çıktık) « société de loisirs»e giriyoruz (veya girdik çoktan). Varsa yoksa « ense », « eğlence », « seks ve keyif » diyenler az değil. Herkes kendi bireyselliğinin « parmaklıkları » içinde kalsa ve ezilse bile. Bunun tartışılacak bir tarafı da kalmadı.

Ama çocuklarımız ve torunlarımız « loisir » için büyüklerinin, atalarının nasıl ve ne kadar mücadele ettiklerini unutmasalar ve yılda bir kez bile olsa bizimle birlikte 1 Mayıs’ta yürüseler daha iyi olmaz mı ?

Hem bugün gerile gerile üstüne serildikleri toplumsal kazanç, hak, yani kardeşlerim sekiz saat iş, sekiz saat uyku üstüne sekiz saat « loisir », 1 Mayıs ile elde edilmedi mi ?

1 Mayıs emek ve dayanışma şenliği değil mi ?

Çocuklarımızın ve torunlarımızın bir bölümü tarihlerini « unutmuş » havadalar. Bu arada Paris dışına gidenleri, « cuma, cumartesi ve pazar uzun hafta sonundan » yararlananları saymıyorum bile. Tamam başla göz üstüne, sağlık olsun. Ama yine de unutmayalım bu mahalleler « bizim mahalleler » ve bunlar bizim çocuklarımız ve eminim saati gelince yanımızda yerlerini alacaklar. Saati gelince ! Burjuva mahalleleri ise zaten tam takır : Millet ya evlerinin iç odalarında veya iç avlularında, iç bahçelerinde, ya da « kırsal kesimdeki ikinvi evlerinde dinlencede ». 1 Mayıs burada öteden beri çünkü « tatil »dir.

Biz yürüyoruz. Kanal’ın sol kıyısından. Aşağılara doğru kayıyoruz. Soldaki sokaklardan birinde, Hôtel du Nord’un hemen orada, hani biraz daha sıksanız köşeden Edith Piaf çıkabilir, bir « kaldırım serçesi » gibi pırrr pırrr, birkaç kişilik bir sinema takımı bir film çekiyor Mutlaka reklam filmi. Genç, güzel ve alımlı bir bayan Paris’in tarihi ve tarihini asla unutmamış duvarlarından birine yaslanıyor, kameraman yaklaşıyor, yönetmen iş başında. Duvarda binbir duvar resmi. « Duvar-esim ».

Biz yürüyoruz. Bastille’e ne kaldı ki ? Quai de Jemmapes, Jules Ferry Bulvarı, Richard Lenoir Bulvarı ve pat diye Özgürlük Anıtı. Bastille’de emekçiler tarihi ve izlerini arıyorlar : 1789, 1830, 1848, 1871 (Komünarların bayrağı dalgalanıyor) ve sonrasının ihtilalcilerinin seslerini duymak mümkün. Emekçiler Meydan’a Henri IV Bulvarı’ndan giriyorlar. Saat 15’i geçiyor. Biz Bastille’den gösteri ve yürüyüşün başladığı Denfert-Rochereau’ya doğru yürümek ve « akıntıya karşı » manzarayı görmek istiyoruz. Manzara güzel. Manzara etkileyici. Çoşturucu. Umut doldurucu. İnanç tazeliyoruz. İnanç. İnan. Paris bugün güneyinden merkezine, oradan emekçi mahallelerine doğru bir baştan öbürüne geçiliyor. Kızıl, kara ve renkler renk içinde bayraklar, sloganlar, bandrollar. Yıllardan beri ilk kez bütün sendikalar birlikteler. Biradadalar. Bütün sol partiler de. Ekonomik kriz, ona karşı emekçilerin kararlı ve etkili eylemleri hiçbirini umursamaz bırakamazdı. Yoksa sınıfta çakarlardı. Hiç şakası yok.

Sully-Morland Metro durağına vardık bile : Hemen solda Rimbaud anısına dikilen anıt dikkat çekiyor. Şair tereddüt ediyor, kalkıp yürüyüşe mi katılmalı ? Yoksa silah satışını mı sürdürmeli ? Verlaine sert bakıyor. Neden acaba ? Onları kendi hallerine bırakıyoruz. Köprü’ye varıyoruz. Seine « deniz manzarasını » almış, Seine’i burada aşıyoruz. Solumuzda, köprü altında ve ötesinde gençler yayılmış, üç adım ötedeki yürüyüşçülerin seslerinden uzakta, kendi « dünyalarında » : Aşk, meşk, içki ve cigara. Tam o anda üç belki dört yaşındaki bir bebek anne ve babasının elinden sıyrılıyor ve kaldırımda koşarak göstericilere katılmak istiyor, bu « eylem » hoşumuza gidiyor ve gülüyoruz, ama arkamızdaki yaşlı hanım bu en genç göstericinin önünü kesiyor, sol elinden nazikçe yakalıyor, arkasından koşan ve bebeğini yakalamakta zorlanan annesi memnun, çocuk değil : « Bırakın ben de yürümek istiyorum » demelerde, avaz avaz.

Tamam bu da oldu : Saint-Germain Bulvarı’na vardık. O sırada atılan sloganlardan birini anlayamayınca küçük bir kız çocuğu annesine soruyor « Anne ne dediler ? » Anne yanıtlıyor « Enaz ücret 1.600 öro olmalı dediler. »

Evet bu yılki gösteri ve yürüyüşte en çarpıcı olan manzaralardan biri buydu : Katılanların gençliği. Emekçiler arasında her zamankinden daha çok genç var. Liseli ve üniversiteli öğrencilerin sayıları biraz az (parklarda, kıyılarda fingirdeşen işte bizim çocukarımız ve öğrencilerimiz , burada artık itiraf etmeliyim. Ama onların da bir parçacık bile olsa « dalga geçmeye » hakları var : Ama bir dahaki « ihtilale » kadar. Ve sadece bu şartla !). Ancak az sayıdaki öğrencinin ve kimi « zor mahallelerden », yani varoşlardan, Paris’in uzak ve yakın banliyölerinden gelen ve sarı tişörtleriyle bir takım havası verenler hem heyecanlı hem de sıkı biçimde kararlı. Aylardan beri süren ve medyanın yeterince ilgi göstermemesi nedeniyle (Çünkü öğrencilerimiz otomobil yakmıyorlar, vitrinleri parçalamıyorlar ) kimselerin farkına varmadığı üniversite işgalleri ve boykotlarıyla deneyimli.

Kimi göstericinin küçük çocuklarını alıp gelmiş olmaları gösteri ve yürüyüşe daha farklı bir hava kazandırıyor : Şenlik havası ve bu ailesel görüntü aynı zamanda ekonomik krizin ve Sarkozy yönetimi kararlarının herkesi, yedisinden yetmişine herkesi ilgilendirdiğinin de ispatı. Nitekim emekliler de her zamankinden daha kalabalıklar. Ve en çok atılan ve tutan slogan şu oldu : « Gençliğin başı belada, yaşlılar yoksulluk içinde, biz bu toplumu istemiyoruz ». Burada herkes anlaşıyor. Ama « yeni toplumu » kim ve nasıl yaratacak ? Öneriler ve yorumlar türlü ve çeşitli...

Tam Sant-Germain Bulvarı 42 numaranın önünde, karşılıklı oturmuş ve kırmızı şişeleri ellerinde, yüzleri kıpkızıl beş SDF’den (Yersiz-Yurtsuz) biri «Yaşasın Komünistler ! Biz de komünistiz, biz de emekçiyiz ! » diye bağırıyor. Önlerine açtıkları mendile bakıyorum : Çok yüklü. Göstericilerin cömertliği ve dayanışmacılığı belli oluyor...

O sırada Anarşister geçiyor : Simsiyah giysileri içinde. Epey etkileyici. Sonra NPA (Kapitalizme Karşı Yeni Parti) militanları, yaşlıları, eskileri, emeklileri ve yenileriyle, Alain Krivine epey gerilerde ama o da slogan atıyor. Tam onların arkasında Lutte Ouvrière militanları : En başta Arlette Laguiller : Sağ veya sol yumrukları sıkılı ve havada, öyle güzel öyle bir ahenk içinde Enternasyonal’i söylüyorlar ki kaldırımdakilerden bile katılanlar oluyor. Sorbonne’un hemen dibinde Enternasyonalist bir rüzgar esiyor. Biz de zaten Saint-Michel ile Saint-Germain bulvarlarının kesiştiği noktaya ulaştık. Sesimiz seslerine karışıyor. İstanbul ve Eskişehir’den, Diyarbakır ve Adana’dan, Samsun ve Antalya’dan, Edirne ve Kars’tan selam getirdim diyorum. İstanbul’da Taksim’de Tarih çocuklarıyla bütünleşti haberini iletiyorum. Sorbonne selamını gönderiyor. Diyarbakır surlarından dört güvercin havalanıyor. Güneş doğudan doğruluyor. Özgürlük topraklarına yüz sürüyor inanmışlar. Dağlardan yükselen kaysı, erik, badem, ceviz, incir ve nar ağaçları yüzümüzü okşuyor Saint-Michel Bulvarı’nda. Bu da oldu kardeşlerim. Bu da oldu.

Saat 19’u vuruyor. Kilise çanları tam ondokuz kez çınlıyor kulaklarımızda. Tam dört sattir yürüyoruz demek. İşte şimdi tam sırasıdır : Tamiller yürüyorlar. Uzaktan müziklerini duyuyor ve anlıyoruz. Tamiller yıllardır Paris’teki bütün 1 Mayıs’larda yerlerini aldılar ve tanınıyorlar. Çok kalabalıklar. Saint-Michel Bulvarı’nın tepesinden bize doğru akıyorlar : Tamil Eelam (Ülkesi) Özgürlük Kaplanları (LTTE) liderinin dev posterleri uzaktan görülüyor. En başta çok iyi dans eden 30-40 kişilik bir küme genç kadın ve erkek. Herkes hayran kalıyor. Müzik acı ve hüzün yüklü. Dans onurlu. Adımlar kararlı. Başlar dik. Dimdik. Etkilenmemek için taş olmak lazım.Taş. Herkes Tamillere yönelik « soykırımı », katliamı, kırımı, insanlık dışı saldırıları günlerdir izlediği ve okuduğu için duyarlı. Bu etkileyici ve kararlı dans, bu güzel ve inanmış insanlar herkesi yakasından tutuyor ve sorguluyor : Vicdanınız ne tarafa düşer ? Düzenli ve sıkı dizili gençler ve daha az gençler yürüyor : « Bize yardım ediniz ! Bize yardım ediniz ! » sloganlarıyla. Avrupa Birliği ve ABD liderlerinin isimlerini tek tek söyleyip yardıma çağırıyorlar. Sonra yine büyük bir kitle : Bir bölümü « Sri Lanka hükümeti » diye soruyor, diğerleri « Katildir » diye yanıtlıyor. Çok etkileyici bir yöntem. O sırada Sri Lanka ordusu üniformaları içindeki birkaç « asker » Tamil köylüleri kıyafetindeki kadınlı, erkekli, çoluk-çocuklu bir topluluğa saldırıyor. Sri Lanka ordusunun köy baskını « Sokak Tiyatrosu » tarzında sunuluyor. (Mehmet Ulusoy’u ve İstanbul gösteri ve yürüyüşlerindeki sokak tiyatrosu denemelerini anımsıyoruz. Mehmet Ulusoy : Kendi ülkesinde kıymeti yeterince bilinemeyenlerdendi.) « Kaplanlar »ın oyunu çok canlı. O ana kadar önümüzde sakin sakin duran üç kişilik arkadaş topluluğundan kırk yaşlarında olan has Fransız hemen « askerlere » doğru « Yapmayın ! Yapmayın !» diye koşuyor ve çaresiz köylüleri korumak umuduyla araya girmeye çalışıyor. Paris’in bu has çocuğu, oyuncuların gerçekci oyunu nedeniyle « sahneyi » gerçek sanıyor ve araya girerek kıyımı durdurmak istiyor. Tamillerin güvenlik kolundan birkaç genç, mükemmel Fransızcalarıyla, « Merak etmeyin Mösyö tiyatrodur bu tiyatro ! » O sırada biz de, arkadaşları da sesleniyoruz « Yahu azizim görmüyor musun oyun bu ». Paris’in dayanışmacı ve öz evladı bize sanki inanmıyor gibi bakıyor, sonra biraz duruluyor, ama dokunsan ağlayacak. Belli oldu : Vicdanı var ve sol tarafında. Sırtına birkaç kişi dostça dokunuyor. Arkamızdaki yaşlı ve gün görmüş, kimbilir belki 1960’larda bizimle yürümüş hanımlar Tamiller’i alkışlıyorlar. Bu yıl 1 Mayıs’a Tamiller damgalarını vurdular. Evet.

Emekçiler Ocak ve Mart’taki kitlesel dev gösteri ve yürüyüşlerinden sonra bu büyük yürüyüşün (Bütün Fransa’da 300 kadar gösteri ve yürüyüşe bir milyondan fazla kadın ve erkek katıldı) de beklenen sonucu getirmeyeceğinden emin gibi. Kimi zaman gösterideki çoşkunun düşük yoğunluklu olması da bununla ilgili mutlaka. Ve emekçiler, bu işin artık şakaya gelir yanı kalmadı ve artık bundan sonra mutlaka zorlu geçmeye aday uzun sürecek olsa bile genel greve hazırlanmak lazım mesajını verdiler. Patronlarla ve hükümetle apaçık ve karşı karşıya bir hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğu birçoğu için iyiden iyiye belirginleşti.

Sendikalar sorumluluklarını üstlenebilecekler mi ? Siyasi partilerden kaçı böylesi uzun soluklu bir mücadeleye hazır ? Emekçilerin bıçak kemiğe dayandı bundan sonrası « toplumsal patlama » mesajını herkes anladı mı ? Göreceğiz.

Aklıma 1 Mayıs 1968 geldi. O günkü gösteri ve yürüyüş çok sakin geçmişti. Gösterinin hemen başında UJCML (Marksist Leninist Komünist Gençlik Birliği) ile CGT (Genel İş Konfederasyonu) güvenlik birimleri arasındaki kavgayı saymazsak. Ve hiç kimse Mayıs 68 rüzgarını duyumsamamıştı bile...

Ve Paris yine aynen böyle bir Paris’ti : Bir parçası « plajda », diğeri eğlencede, bir parçası da gösteri ve yürüyüşte...Ve hava da çok güzeldi. Ama birkaç gün sonra Quartier Latin’de, yani bugün arşınladığımız bulvarlarda, öğrenci hareketi « patladı ». Ve günlerce sürdü...13 Mayıs’ta bütün Fransa yürüdü. 14’ünde ve sonrasında işçi sınıfı fabrikalarda işgal ve grev bayraklarını dalgalandırdı. Fransa bir ayda « çağ değiştirdi ». Dipten gelen dalgalar kimi zaman aniden gün yüzüne çıkıverirler. Saint-Martin Kanalı’nın Bastille Meydanı’nda yeraltına girdikten sonra République Meydanı’nın hemen arkasında aniden gökyüzüyle ilişkiye girmesi gibi. O zaman işte, « Haydi, saati geldi ! » diyerek bugün kıyılarda ve parklarda yayılmış öğrencilerimiz, çocuklarımız ve torunlarımız da doğrulacaklar ve bize katılacaklar. SDF’ler de. Bundan eminim. Saatler güneşe ayarlanıyor çünkü Paris’te. Karanlıklara değil !

Hiç yorum yok: