17 Aralık 2008 Çarşamba

İnsanla Oynamak



A.Kadir Konuk / yenihayat1@t-online.de

Konuyu diri tutmaya çalışıyorum, sizi yormamak için de belki ilginizi çeker düşüncesiyle yaşanmışlardan anlatıyorum.

Yasalara göre tutuklu ve hükümlüler devletin güvencesi altındadırlar ve devlet onların insanca yaşayabilecekleri koşulları oluşturmakla görevlidir.
Ama öyle olmuyor.

İki danayı bir dereden geçirme yeteneği olmayan bazı hödükler cezaevlerine müdür yapılıyorlar. Onlar da evde eşlerine söz geçiremeyince sabah mahkumları sıra dayağından geçiriyorlar.

İnanın böyle bu, çok müdür gördük böyle. Silik, kişiliksiz, iki sözü bir araya getirmekten aciz, üstelik emrederken cesur, karşınıza çıktıklarında bacakları titreyen…

İnsanlar bir kez ellerine düşmüş ya, oynuyorlar onlarla. Bir gün hak diye verdiklerini öteki gün yasak diye alıyorlar ellerinden. Bir cezaevine girebilen nesneler ötekinin dış kapısından dönebiliyor.

Hep, her cezaevi bir cumhuriyettir diye yazmıştım mektuplarıma hücrelerden. Müdürler de cumbaba.

Norveç’ten bir arkadaş değişik cezaevlerinde yatanlara beşer onar, arkası yazılmamış tebrik kartı göndermişti, vermemişler tutsaklara. Arkası yazılı olursa veririz demişler. Behey salak, o kartlar başkalarına gönderilsinler diye arkaları boş iletilmiş, anlayamadın mı?

Buca Cezaevi’nin bir iç güvenlik komutanı vardı, mektupları o okurdu. Bir mektup yazmıştım, sıcaktı, hücreler boğuyordu bizleri, Fırat’ı düşündüm, köyleri düşündüm, köprüleri düşündüm, çıktım gittim hücreden, nehri gören bir tepeye tırmandım, oturdum bir ağacın dibine, orada türkü söyledim…

Yani mektuba bunları yazdım. Mektup sakıncalıdır diye geri geldi. Çağırttım komutanı, neresi sakıncalı diye sordum. Nehir dedi, köprü dedi, tepe dedi, tepedeki ağaç dedi…
Neresi sakıncalı bunların, anlayamadım.
Ben anladım ama, dedi, o nehrin yanındaki köprüyü gören tepedeki ağacın altında gizli bir şey var.
Ohaaa diye bağırdı İlyas, sende de müthiş bir zeka var yani. O zaman niye gidip almıyorsun o hazineyi?
Gülmekten yerlere yıkıldık, ama mektup gitmedi elbette.

Ama aynı salak astokriş yöntemini biraz daha farklılaştırarak yazdığım onlarca mektubu kendi eliyle gönderdi, içindeki bilgilerden haberi bile olmadı. Asılırım, bazı bilgiler benimle gider diye yazmıştım bir arkadaşa bir yığın bilgiyi. İyide etmişim, sonra çok işime yaradı onlar.

Bilmem sizler de ikinci el diyebileceğimiz kartlar aldınız mı? Ben hala arada bir benzer kartlar alabiliyorum cezaevlerinden. Onlar bana içeridekilerin ekonomik durumlarını anlatmaya yetiyor.
İkinci el kart şöyle oluyor: Bize gelen tebrik kartlarının arkalarındaki yazılı kısmı ‘Ekonomi’ yapalım diye ince bir zar şeklinde çıkarır, üzerine beyaz kağıt yapıştırır, başkalarına gönderirdik. Gelen kartı unutkanlıkla bize gönderen insana geri gönderdiğimiz de oldu bazen.

Ne yapalım, yoksulduk, bir tek soğanı dört kişi paylaşıyorduk, günde yedi tek birinci sigarasıyla yetinmek zorundaydık, ama dışarıda ‘Siyasi mahkumlarla dayanışma’ adı altında paralar toplanıyormuş, bu paraların kuruşu yıllarca girmedi gırtlağımıza, sonradan öğrendik neyin ne olduğunu, hesap sorduk, kötü olduk.

Düşünün, on on beş yıldır yatıyor insanlar içeride. Aileleri dağılmış, anne babaları ölmüş, bakacak kimseleri kalmamış çoğunun. Bayram olur, seyran olur yıllarca bir tek ziyaretçi gelmez bir çoğuna. O boyunların büküldüğü dışarıdan görünmez, içine bükülür her şey. Örgütler ne kadar tantana yaparlarsa yapsınlar, dişe değer her hangi bir destekleri yoktur. Kişisel çabaların dışında var diyen kanıtlasın, özür dilemeye hazırım. Üstelik içerideki insanlar kendi kıt olanaklarından kesip dışarıdaki mücadeleye katmaya uğraşıyorlar. Bunun için sigara bırakma kampanyaları yapılıyor, duymuşsunuzdur belki.

Oysa bir dal sigara, bir bardak çay nelere bedeldir o kara deliklerde. Bunu sadece oraya düşenler bilir, ötekiler şiirlerde okurlar sadece.

Bize gelen paraları komün yöneticimiz alırdı idareden. Komünlerde kaldığım sürece cebim beş kuruş yüzü görmedi. Ne yapacaktım parayı hücrede? Pul Muzo’da, soğan, domates, hıyar, telgraf parası onda, salçayı o alır, meyveyi o. Hem anamız hem babamız. Bayramda elini öpsek de cimri herif komünün ortak parasıdır diyerek beş kuruş harçlık vermez. Verse de o parayla gidip kırık leblebi alacak bir dükkan bulamayız. Bazen haftalık mektup barajı ilan ederdi pul sıkıntısı yüzünden. Bana kıyak yapardı arada bir, mektup çok geliyor, yanıtsız kalmasınlar diye. Biz de aynı cezaevinden olanları, ona da şuna da selam diyerek tek mektupla, yada dönüşümlü yazarak geçiştirirdik yanıtlarken. Birbirimizin mektuplarının içine eklerdik bazen yanıtlarımızı.

Sonra makremeler yapmaya, çantalar örmeye, mücevher kutuları üretmeye giriştik, biraz para kazandık bu şekilde, gırtlağımız biraz daha başka yiyecekler gördü. Sigaralarımız da filtreli oldu. Ürünlerimizi satan gardiyanlar bizim on katımızı kazandı elbet, o başka hikaye. Çünkü onları dışarıda satabilecek kimsemiz yoktu.


Ben en çok mektup kavgasıyla bıktırırdım Muzo’yu. Bilirdim bana mektup geldiğini, ama elime geçmezlerdi. Git iste derdim, başının etini yerdim, bıktım senin bu mektuplarından moruk diye homurdanarak gider, çoğunlukla mektupların bir kısmıyla geri gelirdi.
(karikatür: ender özkahraman)

O mektupların üzerinde koca harflerle GÖRÜLMÜŞTÜR
damgası olurdu. Birden pis bir şeye dokunuyormuş hissine kapılırdım mektupları elime alınca. Kirlenmişlerdi onlar.
Bana özel yazılmışlardı. Yaban gözler onları ellemiş, açmış içine girmiş, okumuş, karalamış, tecavüz etmişlerdi. Onlara yazılan fıkralara benden önce gülmüş, çok içten yazılmış mektuplarda gizli aşklar aramış, pis duygularını tatmin etmişlerdi.
Ama yine de önemliydi o mektuplar hepimiz için.
Bir çok yerden, özellikle cezaevlerinden ve dışarıdaki kadınlardan mektuplar gelirdi. Kimi kazak örer, kimi halı gibi işleyerek ördüğü yün çorapları gönderirdi bizlere. O kazaklarda, çoraplarda yoldaşlık, arkadaşlık, dostluk, içten bir sevgi vardı. İnce, duygulu, bir idamlığı incitmemeye özen gösteren, cesaretlendiren, süzülmüş sözcüklerle yazılmış mektuplar yazarlardı hep. Ünlü feminist sayın Ayşe Düzkan’la uzunca bir süre feminizmi tartıştım mektuplarla. Bizim imansızlar, hoca cinsiyet değiştirmeyi düşünüyorsan boşuna uğraşma, bunlar hamile olmayan kadınları da asıyorlar diyerek dalgalarını geçtiler epeyce.

Yıllar sonra Çapa Tıp Fakültesi’nden yürekleri harman yeri büyüklüğünde delikanlı ve kadınlar tarafından kaçırıldığım zaman (Bir gün hepinize o ünlü kaçışın öyküsünü uzunca anlatacağım, söz) o hastanede hemşire olarak çalışan ve yıllarca benimle mektuplaşan bir arkadaşın evi basılacak, mektuplar bulunacak, çöplük gazetesi Hürriyet ikimizin arasında bir aşk hikayesi uyduracak, kaçışımla ilgili hiçbir şeyden haberi olmayan, üstelik yedi aylık hamile olan o kadını on üç gün işkencede tutacak, onu suçlayacak bir şey bulamayınca da bırakmak zorunda kalacaklardı.

Çünkü onların kafasına göre bir kadınla bir erkeğin mektuplaşmasının sadece bir nedeni olabilirdi? Çünkü onlar bir kadınla bir erkeğin sözcüğün tam anlamıyla dost olabileceklerini anlayamazlardı. Onların felsefesinde ateşle barut yan yana durmaz yatıyordu. Bu yüzden beyinleri, yürekleri iğrençti. Bu yüzden insanların saf duygularından kendilerine malzeme çıkarmaya girişiyorlardı.

Cezaevlerinde insanların en çok onuruna yüklenilir. Onu silikleştirmek, kendi kimliğinden uzaklaştırıp, köleleştirmek, kedileştirmek, köpekleştirmek isterler. Orada artık korunabilecek bir tek şey kalmıştır, ONUR!

Yirmi kişinin çullanıp dövmesi, soyundurması, cop sokması asla kıramaz bu onuru. Gırtlakta bir tek nefes kaldığı sürece bağırır insanlar nefreti o iğrenç yaratıkların suratına.

Cezaevleriyle yakından ilgilenen, onlarca yerle yazışan sevgili bir dostum var. Geçen gün telefonda cezaevi idareleri bir internet sistemi kursalar, biz mektupları internetle göndersek, onlar da yazıcıda basıp tutuklulara verseler olamaz mı dedi, gülmekten öldüm.

Aslında fena fikir değil. Neye o kadar zarf, pul, kağıtla uğraşacaklar değil mi? Üstelik silmek istedikleri yeri tam silerler, mahkumlar da silindiğini bile fark edemezler.

Ama benim derdim içeriye girecek olanlar değil, içeriden çıkmasını istediklerim.
Ol nedenle fikir güzel olmakla birlikte bunun için çaba harcamayacağım. Çabam o insanların çıkmaları, vesselam.

Bu nedenle bir kez daha bağırıyorum.

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!

Hiç yorum yok: