6 Ocak 2009 Salı

“Memesi de Var”




A.Kadir Konuk / Yenihayat1@t-online.de

Efendim, asıl konumuza geçmeden önce ele alacağımız “Meme” konusunun sayın sosyal halkımızın kültürünü baltalayan bir tabu sayılmasının felsefi nedenleri üzerinde birazcık durmak istiyorum ve konuya geçişi sağlayacak ilk soruyu yöneltiyorum:

Tabu nedir?

Henüz çıplak olduğunun ayırtına varamamış ilk insan bu sözden münezzehtir. Ne zaman insan giysi denilen nesneyi buldu, önünü ve arkasını saklamayı öğrendi, o zaman ilk tabuların sahibi oldu demek felsefe açısından derin bir yenilik olarak algılanmalıdır.

Utanmanın tanrıyı bulmakla başladığını iddia edenler derin bir yanılgı içinde bulunmaktadırlar. Utanma ve utandırma karşı cinsi mülk edinmeyle başlamış, sonra çağdaşlaşarak namus haline dönüşmüştür.

Geçimini hıyar, kavun, karpuz yetiştirip satmakla sağlayan bir üretici için bu nesnelerin üretildiği alan tabudur, oraya kendisinden başkası giremez. Ol nedenle Muhammed, “Kadınlar sizin tarlalarınızdır, onlara istediğiniz biçimde gelebilirsiniz” ayetini okumuştur.

Bir başka filozof deyimiyle çevresi görünen ya da görünmeyen dikenli tellerle çevrili, başkalarının izinsiz ellemesi, görmesi, seyretmesi kesinlikle yasaklanmış, kişinin kendine özgü saydığı ve kutsallaştırdığı şeylere tabu denilir.

Aslı Polinezya dilinde ve Türkçe’ye giriş kaynağı olan Fransızca’da “Tabou” olan bu sözcüğün içinde bulunan “O” atılınca geriye kalan “Tabu” ulus değiştirerek Türkçeleşiyor ve özetle şu anlama geliyor:
“Yasaklanarak korunan nesne, kelime, davranış…”

Bu derin felsefi açıklamadan sonra asıl konumuza dönebiliriz.

Henüz öğretilmiş, dayatılmış, zorla kabul ettirilmiş tabulardan uzak olan çocuklar hep ortak doğruyu söylerler. Dünyanın neresinde olursa olsunlar, ister masallarda, ister gerçek yaşamda, kıçı görünen bir kral görünce, bak çıplak diye bağırırlar. Onları korkutursa göremedikleri, anlamlandıramadıkları cinler periler korkutur. Görseler onlara da bakar, aaa, bunlar da çıplakmış, ama bunların şeyleri nerede derler. Bu nedenle tabulu büyüklere sık görünen cinler, periler çocuklara görünmekten hoşlanmazlar.

Konuya giriyorum.

Gazetelere yansıyan haberlere göre Emine Erdoğan hanımefendi Antalya’da bir çocuk yuvasını geziyormuş, Ece isimli bir çocuk ona bebeğini göstermiş ve birden bebeğin entarisini kaldırmış, “Bak burada memesi de var” demiş.

Memeleri kocaman kadınlarla birlikte Emine hanım önce şaşırmış, yüzü kızarmış, sonra kahkahayla gülmüşler.

İyi ki Ece bir de onlara “Sizin memeleriniz nerede” diye sormamış. Her halde yanıtları, “Evden çıkarken onları yanımıza almıyoruz” olurdu. Çünkü giyindikleri giysiler onları biçilmiş tahta bedenlere sahip kılıyor.

Ece’nin bebeği mayo giyebilir, bikini giyebilir, denize, havuza girebilir, bedenini güneşe, bulutlara, rüzgara gösterebilir, ama hatunlar (Bu söz bana değil Emine Hanım’ın adamı, başbakana ait) sümme haşa bunlardan hiç birini erkeklerin bulunduğu ortamlarda yapamazlar.
Neden?
Ece’ye sorsanız, sanıyorum “Memeleri yok da ondan” derdi.

Bence Ece o anda yaşadığı her şeyi anlamıştır, ama kocaman kadınların bebeğin memelerini görünce neden kahkahayla güldüklerini bir türlü anlayamamıştır.

Sahi bir oyuncak bebeğin memeleri neden güldürür insanları?

Bu sorunun yanıtına geçmeden kamera başka bir alana zum yapıyor. (Bu sözün gerçeği ‘Zom’ ama Türkçeleşince ‘Zum’ oluyor.)

Hatununun oyuncak bebeğin memesine güldüğü aynı kentte vatandaşın biri ille de başbakanı öpeceğim diye tutturmuş. Başbakan “Hatun benden başkasını öpme diyor. Eşim izin vermiyor” diye karşı çıkmış.

Dışarıda eşleri tarafından hatunlaştırılan kadınlar, erkeklerin kendi aralarındaki söyleşilerinde gündemleştiklerinde kan ayaklı, eksik etek, kaşık düşmanı, saçı uzun aklı kısa, bizim avrat oluyorlar. Ve böyle kadınların üzerine üç kez evlenmek vacip sayılıyor. Üç evlilik yapıp üç çocuk sahibi olmak ise farz!

Başbakana öpüşme izni vermeyen “Eşi”, benden başkasını öpme diyen ise “Hatun”u oluyorlar. Vakti zamanın birinde Yunanistan Başbakanı Türkiye’nin Başbakanının hatununu gazetecilerin önünde öpmüştü de Emine hanım “Ama Tayyip oradaydı, bir şey olmadı” demek zorunda kalmıştı.

Söylentilere göre olayın bundan sonrası şöyle gelişmiş.

“Bak hatun, biz oldukça sık başka ülkelere gidiyoruz, bunların başbakanları da hep herif oluyor. Bunlar seni öpmeye niyetlenebilirler. Baktın herif takımları kuşanmış, öpme vaziyeti alıyor, önce yakın duruyor gibi yap, sonra aniden bir adım geri at ve elini uzat. O zaman biraz zor öper.”

Bu sözlerden sonra hatun hanımefendinin de şöyle söylediği rivayettir.

“ O zaman sen de önüne gelen herife kendini öptürmeyeceksin!”

Başbakanın vatandaş karşısında direnmesindeki ol hakikat budur.

Hey gidi eski günler hey! Bir zamanlar Brejnev, Kruşçev takımı tuttuklarını dudaktan götürüyorlardı, neyse ki eski KGB ajanı Putin, ağızlarına gizli kamera yerleştirip, beni öperken dişlerimin filmini çekebilirler diyerek bu dudaktan götürme olayına son verdi de Tayyip bey abdesti kurtardı.

Başbakana ille beni öp diye bağıran vatandaş ise fıkrada olduğu gibi öpülmekten hoşlanıyor, diretmesinden belli bu.

Anlatmışımdır, yeri geldi yine anlatayım.

Aram ile Agop ortaklarmış. Bir gün anlaşamamışlar, malları bölüşmeye karar vermişler. Aram “Bu yeni halı bana, eski halı sana” demiş, Agop “Yöp beni” diye yanıtlamış. Yeni masa bana, eski masa sana, yanıt yöp beni, yeni kilim bana eski kilim sana, yöp beni…
Paylaştırma bitmiş, Aram, tamam da sen her defasında neden yöp beni dedin diye Agop’a sormuş. O da “Ben şey edilirken öpülmekten hoşlanırım” diye yanıtlamış.

Dünyayı kökünden sarsan ekonomik kriz başbakanın deyimiyle Türkiye’den teğet geçti ya, o geçen teğetin bir yerlerini incittiği vatandaş bunun için öpülmekte diretiyor. Öpülse rahatlayacak.

Şimdi yukarıda yanıtlamadığımız sorunun yanıtına geliyorum.

Efendim, biliyorsunuz bu öpme, öpüşme ve meme sözcükleri açık alanlarda kullanıldığında tabulaşıp, günah sayılıyorlar ve bu tür eylemler Suçlar ve Kabahatler Kanunu’na göre cezalandırılıyorlar. Bunların yerlerine “Buse, busetme, sine, göğüs” gibi sözcükler kullanılıyor.

Öpmeyi biliyorsunuz, el öpmeden başlayıp, el etek öpmeye, ayak öpmeye kadar uzanıyor macerası, ben kestirmeden yine memeye geliyorum.

Türkçe sözlüklere göre meme şöyle oluyor:

“Yavrularını emzirmek için, memelilerin göğsünde türlü biçim ve sayıda bulunan ve meme başı denilen çıkıntıları olan organ.”

Demek ki ne oluyormuş meme?

Emzirmeye yarayan, ucunda da meme başı bulunan çıkıntılı organ oluyormuş.

Erkekler memeliler sınıfında yer aldıkları halde doğuramadıkları için emziremezler. Emziremediklerine göre onların göğüslerinde bulunan o kıllı, çirkin çıkıntılar ne oluyor?
Mememsi…
Belki bu nedenle kadın olmaya özenen erkeklere de emzirme yeteneğinden yoksun bulundukları için erkeğimsi deniliyor, bilemiyorum.

Peki erkeklerin kışın ortasında bile göğüs bağır açık gezip, göstermekten zevk aldıkları mememsileri görününce ayıp olmuyor da aynı memeliler sınıfında yer alan kadınların memeleri görününce neden “Müthiş dekoltesi vardı” denilerek ayıp oluyor, yer yerinden oynuyor?

Memenin etrafı görününce bir şey olmuyor da ucuna neden bant çekiliyor, o uç görününce neden kıyametler kopuyor? Aynı etin parçaları değil mi bunlar?

Hayır, değil. O uç görününce heriflerin aklına emzirme, emme ve çocuk geliyor. Heriflerin aklına çocuk gelince yatak, yatak gelince seks, seks gelince ayıp geliyor ve günaha giriyorlar, aptestleri bozuluyor. Erkeğin mememsisi ise keçi bokunu andırdığından bunları gören kadınların aklına mide bulantısından başka hiçbir şey gelmiyor ve böyle görüntüler karşısında onların aptestleri bozulmuyor.

Her ne kadar öyküde Havva’nın haram meyveyi yer yemez alt tarafını kapattığı, üstünü açıkta bıraktığı biliniyorsa da gelişmiş çağdaş günümüzde ucu görünen bir memeden yola çıkıyorsunuz, sonu cehennem.

Oysa günümüzde özellikle güneşin görüldüğü alanlarda Avrupalı kadınlar iki metrelik uzanacak yer bulunca güneşe açıyorlar memelerini ve güneşin umuruna bile gelmiyor.

Ama Türkiye henüz Avrupa olamadığından halkımızın yüksek sesle “Dam üstünde un eler/Tombul tombul memeler” türküsünü söylemesi ahlaksızlığın daniskasıdır.

Yozgat’lıların söyledikleri gibi “Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış/yağmurun güllere yağdığı gibi” olunca ayıp değildir.

Ayıp değildir de bu türküde yer alan sine sözü gerçekte meme yerine kullanıldığı halde meme değildir. Çünkü sine=göğüs, göğüs=sine’dir. Meme ise sadece me-me! Memeler ise göğüs, yani sine üstünde taht kurarlar. Onların isimlerini açıktan söyleme cesaretinden yoksun edebiyatçı ve şair bozuntuları da benzetmelere baş vurur, onları kendilerinden başka her şeye benzetirler.

İstanbul’da Mahmut paşa ve Kapalı çarşı esnafı memeye meme demeden ve bu yaşa geldiğim halde ne anlama geldiğini tam kavrayamadığım “Sütyen” (Annem ona sütleğen derdi ve memeleri hapseden bu nesneyi hiç kullanmamıştı) denilen ve memelerin saldırgan bakışlardan tecrit edilmesini sağlayan malzemeyi “Gel abla, gel, ikizlere takke burada” diyerek sattıkları için asla suç işlemiş sayılmazlar.

Meme konusunda en güzel, en öğretici şiiri ise Ümit Yaşar Oğuzcan, şiirden anlaşılabileceği gibi önemli bir meme sorunu olan arkadaşı Esat’a yazmıştır ve şiir aşağıdaki gibidir.

“Kız memesi : gönül yarası
Kadın memesi: elma irisi
Erkek memesi : üzüm kurusu
Benden söylemesi Memelerin şahı
Basur memesi.”

Ece büyüyecek, bebeği hep bebek kalacak, Ece büyüdüğü için keçi boku memeli bir herife hatun olacak ve asla bir daha kimselere bebeğinin memelerini gösteremeyecek.

Ece bunları bilse büyümeyi ister miydi, bilmiyorum.

Bu arada hemen eklemeliyim. Siyasi tutsaklar da -erkek yada kadın olmaları fark etmez- memeliler familyasına üye olduklarından memelidirler.

Sevdiklerinin gül memelerinden, keçi boku memelerinden uzak kadın ve erkek kardeşlerim bu yazıyı okusalar bana ne derlerdi acaba?

Onu da zindanlardan çıktıklarında öğrenirim artık.

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!

Hiç yorum yok: