12 Aralık 2008 Cuma

Sevgili Erdal







A.Kadir Konuk / yenihayat1@t-online.de




"...Artık idam cezası yok deniliyor o ülkede, doğrudur. Gerek kalmadı buna. Sokak ortasında bitiriliyor insanların işi, güpegündüz, kurşunla...Şimdi herkes terörist o ülkede. Doğmamış çocuklar bile… Şimdi ya sev ya terk et diye bağırıyor başbakan sokak ortasında…"



Üç fidandınız, üçünüzü aynı eller kırdılar.

Önce Sinan Suner’i 30 Ocak 1980 akşamı MHP milletvekili Cengiz Gökçek’in koruma polisi Süleyman Ezendemir öldürdü. Sen bu olayı protesto etmek için çıktın sokağa. Sonra sen idam edildin, Ercan Koca senin idam edilişini protesto eden bir pankartı asarken 13 Aralık gecesi polisler tarafından dövülerek öldürüldü.

Çok geçmedi, Ercan’ın annesi Yaşar Koca üçünüzün mezarını ziyaret etti ve şöyle söyledi çevresini saran kadınlara:

“Sinan’ı ziyarete gittim. İyi olduğunu ve Erdal ile Ercan’ın yanında bulunmaktan memnun olduğunu söyledi. Onurlu direnişinizi duymaktan çok mutluydu. Sonra Erdal’a gittim, o da iyiydi. Sinan’la Ercan’ın yakınında bulunmaktan mutluydu. En son Ercan’ıma gittim. O da sevgili arkadaşlarının duygusunu taşıyordu ve hepinize selam söyledi.”

1980 yılıydı. Sen Mamak zindanının hücrelerinde son saatlerini yaşıyordun. Ben İstanbul Erenköy’de, arkamdan kovalayan ölüm cezasından kaçan bir illegal militandım.

O günlerde ben otuzumda, sen on yedisinde delikanlılardık.
Tam bu gün, seni konuşmuştuk çıplak odamızda eşimle.
Bu çocuğu asacaklar, bir şeyler yapmalı diye çırpınmıştık.
İkimiz de görev istemiştik parti sorumlusu arkadaştan. Onlar asacaklarsa biz de bir şey yapalım demiştik.
“Şimdi asıl görev Devrimin Sesi’ni daha fazla dağıtabilmek” demişti evimize gelen parti sorumlusu.

Sabaha kadar oturmuş, göz yaşlarımızı birbirimize göstermeden, içimize dökerek ağlamıştık.

Aradan 28 yıl geçti be çocuk. O kadar ölüm, o kadar acı yaşadık ki artık ağlamayı unuttuk, kurudu göz pınarlarımız.
Şimdi sen 45 ben 58… Biz hala delikanlıyız değil mi?

Sen 17 yaşında götürüldün sehpaya, senden sonra 13’ünde, 7’sinde vuruldu çocuklar sokak ortasında. Öyle söylemişti başbakan; kadın, çocuk dinlemeyin demişti, yerine getirilen emir buydu…

Artık idam cezası yok deniliyor o ülkede, doğrudur. Gerek kalmadı buna. Sokak ortasında bitiriliyor insanların işi, güpegündüz, kurşunla.

Biz yakalıyoruz, onlar bırakıyorlar diyordu o günlerde polisler, artık yakalamıyorlar, “Havaya açılan ateşle” öldürüyorlar insanları kaldırımlarda. Ordunun tankı, topu, füzeleri, uçakları kan kusuyor günün her saatinde. Ülke koca bir işkencehane.

Şimdi herkes terörist o ülkede.
Doğmamış çocuklar bile…
Şimdi ya sev ya terk et diye bağırıyor başbakan sokak ortasında…
Şimdi bir şeyler oluyor gibi sanılsa da insanlar daha suskun.

Daha geçenlerde Yunanistan’da polisler bir çocuk öldürdüler, dünya devletin başına yıkıldı, sokaklar alev alev…

Sen asıldığında da, senden küçükler kurşunlandığında da bizim ülkemizin insanının üzerine dökülmüş tonlarca ölü toprağı ne yazık ki titremedi bile.

Sonradan ağlıyor herkes ölülere kendi gizlisinde.
Sonradan yakılıyor ağıtlar.
Sonra ölüler birilerinin kar aracı oluyor ne yazık ki…

Ne kadar acele etmişlerdi seni asabilmek için değil mi?

Olay günü: 2 Şubat 1980
İlk duruşma:13 Şubat 1980
Karar:19 Mart 1980
İnfaz: 13 Aralık 1980

“Bir insan ömrünü neye vermeli/ Savrulup gidiyor ömür dediğin.”

Sen kısacık ömrünü o yaşında verdin inandıkların uğruna. İdama götürülürken yazdığın son mektubunda şöyle demiştin:

“Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha artırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi.”

Son sözlerin böyleydi, son mektup böyle delikanlıca yazılmıştı…

Senin idam edilmeni onaylayan generallerin hiç birinin esamisi okunmuyor artık. O günlerin Adalet Komisyonu Başkanı olan, senin asılman gerektiğini buyuran ve “Pişmanlık belirtileri göstermemektedir” diyen Hakim Albay Zeki Güngör’ü kimse anımsamıyor. Bir tek Evren konuşuyor arada bir, korkular içinde geçti senden sonraki yaşamı, kendinden korkar oldu, o korkuyla geberip gidecek elbet.

Gönül isterdi ki yargı önüne çıkarılabilsinler, gönül isterdi ki o kararlar onların yüzüne karşı okunsun… Ama o adam bir üniversitede gençlerin önünde, çevresinde korumalarla “Astım, yine asarım” dedi de alkışlandı biliyor musun? Kimse dökülmedi sokaklara, kimse hesap soramadı. Onları yargı önüne çıkaramadık sevgili Erdal, utancımız bundandır.

Hala halkın önderi olduklarını iddia eden partiler mi?
Onlar kendi havalarında, oy peşinde, senin üyesi olduğun Genç Komünistler Birliği’ni oportünist ilan eden liderlerini yaşatma çabasında sevgili Erdal.

Ama seni yine anacaklar biliyorum.
Sonradan örgütlerini darmadağın ettikleri Genç Komünistlerden de söz edecekler.

İşte yaşam böyle sevgili Erdal.

Şimdi ben bir kez daha “Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af” diye bağırıyorum ya, kızıyor bazıları her nedense.

Oysa o günlerde sizleri kurtarabilmekti asıl görevimiz.
Yapamadık, utanç yapıştı yaşamımıza.
Bu utançtan kurtulmak gerek.
En azından yaşayanları kurtarmak gerek o iğrenç deliklerden.
Ne dersin?

Son adımda, sehpada “Faşizme ölüm halka hürriyet” diyen sesini sesime katıyor, haykırıyorum.

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!

Hiç yorum yok: