10 Aralık 2010 Cuma

Kasaplık Mesleği





Geçen gün, Yavuz Turgul’un senaryosunu yazıp yönettiği, Şener Şen’in baş rolde oynadığı (komiser) “Av Mevsimi” adlı polisiye filmi seyrettim. Öyküsü ve çekimleriyle iyi bir filmdi. Şener Şen ile Çetin Tekindor’un oyunculukları tabii ki çok iyiydi. Gerçi bu yazdıklarım yazıya giriştir. Film eleştirmeni olmadığım gibi, bir film değerlendirmesi de yapacak değilim.

Filmde, emekliye ayrılan komiserin arkadaşlarına yaptığı veda konuşmasında “Yaşasın Cinayet Masası” demesindeki ironi açıktır. “Yaşasın Cinayet Masası” demenin “Yaşasın Cinayetler” demekten bir farkı yoktur. Henüz emekli olmamış Komiserlerden birini oynayan Şener Şen’in kendisine yardımcı olarak seçtiği genç ise ölümle yaşayan mesleğe henüz intibak edebilmiş değildir; eline maktülün kesik eli değdiği için sürekli ölü kokusu almakta, sinir hastalığı derecesinde ellerini sürekli yıkamakta ve endişeli bir yüzle ellerini koklamaktan kendini alamamaktadır. Olur olmaz zamanlarda cep telefonuyla durmadan arayan kız arkadaşı, genci evlenmek için sıkıştırmaktadır. İşin komik tarafı (bence Yavuz Turgul’un ince bir buluşudur bu), kızın babası kasaplıktan yetişme bir et pazarlamacısıdır ve evlendiği takdirde “damadı” bekleyen, elinden çıkmayan kokuyu daha da yoğunlaştıracak bir et kesim işidir.

Polislik mesleğine intisap etmiş tek tek şahıslara karşı bir düşmanlığım yok, polislik de diğer kirli mesleklerden biridir ama şunu da net bir şekilde belirtmeme izin verilsin ki, polislik ve kasaplık meslekleri arasında önemli bir benzerlik vardır. Kasap hayvan kesimi, polis ise insan kesimi yapar. Kasap hayvan derisi yüzer, polis insan derisi. Kasap hayvanın bağırsaklarını ve iç organlarını çekip çıkarır, polis insanın iç organlarını ve bağırsaklarını. Kasap hayvanın beynini kafatasından çıkarır, polis insanın beynini. Poliste sorgulananlar bilirler, hiddete kapılan polisler ara sıra şöyle bağırırlar sorguladıkları kişiye: “Derini yüzerim lan, ciğerini sökerim senin, böbreğini eline veririm.”

Yukarda söylediklerim tabii ki mecazi anlamda doğrudur ama polisin zaman zaman fiilen de insan kasabı noktasına yaklaştığı olur. Darp ve işkenceyle emniyet bodrumlarında öldürülenlerin sayısı (bu ülkede ve başka ülkelerde) oldukça kabarıktır. Toprak altı edilmiş faili meçhullerden söz etmiyorum bile. Cumartesi annelerine sorulsun.

Polisi neredeyse legal bir kasap haline getiren en önemli unsur, devlet görevlisi olmasıdır. Polis her türlü icraatında devlet himayesini ve güvencesini arkasında hisseder. Aslında basit bir talimatla bile ortadan kaldırılabilecek işkencenin Türkiye karakollarının ve Emniyet müdürlüklerinin bodrumlarında normal ve legal bir prosedürmüş gibi devam etmesinin tek nedeni devletin kendi polislerine verdiği bu gizli güvencedir. Devlet var olduğu zamandan beri devam etmektedir bu işkence denen iğrenç uygulama. O halde bunun devlet eliyle uygulandığından, teşvik edildiğinden kuşku duymak ahmaklık olur.

Dolmabahçe’de devletin polisi gösteri yapan gençlere vahşice saldırdı. Gençleri tekmeledi, hamile bir genç kadının çocuk düşürmesine neden oldu. Bütün bunlara rağmen, bazı köşe yazarları kendi patolojik hallerine bakmadan gençleri “patolojik bir vaka” olarak tanımlamaya kalktılar.

Bu olaydan sonra İç İçişleri bakanlığının ya da emniyet müdürlüğünün, “sorumlular hakkında gerekli soruşturma yapılacaktır” klişesini duyar gibi oluyorum. Artık beynini ve düşünme yetilerini yitirmemiş hiç kimse bu sözlere doğal olarak inanmıyor. Bu sözlerin tercümesi, “himayemizi ve güvencemizi eskisi gibi sürdüreceğiz”dir.

Dün de Mülkiyeli gençler, sanırım biraz da Dolmabahçe’deki olayın yarattığı öfkeyle yumurtalı bir protestoda bulundular “Kuzu” adlı bir şahsa karşı. Bu “kuzu”nun kurt postu var mıydı üstünde, varsa o anda ne yaptı bilmiyorum ama gençlerin protestosunu doğrusu pek içime sindiremediğimi belirtmeliyim. TV ekranlarından gördüğüm kadarıyla yumurtalara hedef olan “kuzu postuna bürünmüş kurt” bir anda gerçekten de kuzuya dönüştü benim gözümde. Yani bir rol değişimi oldu birdenbire. O ana kadar mazlum bir pozisyonda olan gençlerin yumurtaları fırlatırken acımasız “kurt”lara dönüştüklerini, hiç istemediğim halde görmek zorunda kaldım.

Unutmamak gerekir. Her mazlumun önünde “kurt” ya da “çakal”, hatta gelecekteki bir rejimin “kasabı” olmak yolu her zaman açıktır. Bugün mazlum konumunda olmak ömür boyu bir garanti değildir. Müthiş güçlü bir vicdan ve özdenetim gerektirir bu tür şeylerden uzak durabilmek ve günün birinde halihazır rejimin emrinde bir “kasaba” dönüşmemek.

Hiç yorum yok: