7 Ağustos 2009 Cuma

3 G Sizi Mutlu Eder mi..?


“...Artık herkes G2’sini çöpe atıp sevgili G3’üne kavuşabilir. Bu saçmalığın bir ilerleme sayılması abes değil mi?.. Benim cep telefonum yok, bu güne kadar hiçbir iletişim sıkıntısı çekmedim. Evde telefon olmadığı zamanlarda da bir iletişim sorunum olmadı. Yararlı olmayan ama zararlı ve lüzumsuz olan bir şeye sahip olmak niye?..”

Fikret Başkaya

Teknoloji hârikalar yaratıyor ve her teknik ilerleme insanlık fotoğrafını daha çok karartıyor. Ve insanlara şimdilik sabrederler, ilerlemenin ‘geçici olumsuzluklarına’ katlanırlarsa, ilerde dünya cennetinde yaşayacakları söyleniyor... Onlara gösterilen madalyonun sadece bir yüzü... İlerlemenin ve onun bir aracı olan teknolojik harikaların neyi yaptığına odaklanınca, neyi bozduğu gözden kaçıyor. Oysa bilimsel-entellektüel faaliyet, ancak insâni-toplumsal olayları ve süreçleri çelişik karekterleri, antinomik bütünlükleri itibariyle kavradığında bir kıymet-i harbiyeye sahip olabilir.

Halk arasında ‘ilerlemeye karşı çıkılamaz’ düşüncesi geçerli. Böyle bir şey söylemek, sermayeye ve devlete karşı çıkılamaz demeye gelir. Zira, kendinden menkûl ilerleme denilenin gerisinde bu ikisi var. Ancak bu ikisi varsa bilimsel-teknik ilerleme mümkün... Eğer ilerlemenin gerisinde devlet ve sermaye varsa, egemen olmanın ve kâr etmenin hizmetindeki ‘modern teknolojinin’ tarafsızlığından söz etmek abestir... Asıl kafa karışıklığı yaratan şey de, bir meta uygarlığı, tam bir sömürü metabolizması ve/veya ölü-emek uygarlığı olan, eşyayı onu üreten insandan mûteber sayan, mantığı ve özü itibariyle de amoral [ahlâk dışı] olan kapitalist çağın ‘modern teknolojisinin’, kapitalizm öncesi dönemin zanaatlarıyla bir ve aynı şey sayılmasıyla ilgili. Oysa, kapitalizm öncesi dönemin uygarlıklarında geçerli zanaatlar sömürünün ve kâr etmenin, meta üretiminin hizmetinde değildi, farklı kaygıların ve ihtiyaçların hizmetindeydi; o teknolojiler kullanım değeri üretmenin hizmetindeydi. Söz konusu toplumsal formasyonlarda ekonomi topluma içkindi, onda içerilmişti [mündemiçti] ve ona tabi idi...

Kapitalizmle birlikte bu ilişkinin yönü ve mahiyeti değişti. Ekonomi toplumun öteki veçhelerinden bağımsızlaştı ve onları kendi mantığına tâbi kıldı. Şimdilerde teknolojinin dizginlerinden boşanıp, tam bir kâbusa dönüşmesinin gerisinde işte bu terslik var... Egemen elite ve bir bütün olarak ayrıcalıklı sınıflara mensup olan yeryüzünün efendileri cephesinin, teknolojik ilerlemeyi yüceltmesi anlaşılır birşey, zira modern teknoloji onların dünyanın beşeri ve doğal zenginliğini yağmalamak demek. Bu yüzden her yeniliği, her teknik ilerlemeyi mutlaka olumlu birşey sayıp-yücelteceklerdir. Daha rafine ve ‘hümanist’ olanlarıysa, bazı olumsuzluklar söz konusu olsa da, bunun kimi reformlarla, iyileştirmelerle aşılacağını düşünüyorlar. Çünkü, kapitalizmin ameliyat edilemezliğinin farkında değiller... Kapitalist patronlar işçilere daha ‘iyi’ ücret öderse, iş güvenliğine riayet edilirse, kamusal kaynaklar silaha değil, eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe, kültüre harcanırsa, ekolojik gereklere uyulursa, Üçüncü Dünya’dan ithal edilen tarım ürünlerine, enerji ve madenlere daha ‘adil’ bir fiyat biçilirse, ilerlemenin olumsuzluklarının törpüleneceğini sanıyorlar... Eğer soru sorma aşamasında hata yaparsanız, vereceğiniz cevapların bir kıymet-i harbiyesi olmaz. Doğru soru şu olabilir: Neden Afrika’nın Asya’nın Latin Amerika’nın köylüleri emperyalist dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyleri [kahve. kakao, çay, enerji, maden, vb.] üretip ihraç ediyor da kendi ihtiyacı olan şeyleri üretmiyor? Hümanist-rafine aydınların sorması gereken asıl soru, neden birileri [azınlık] zengin ve başkaları [çoğunluk] yoksulluk ve sefalet içinde? Neden dünya toplumları şimdilerde Kuzey/ Güney diye bölünmüş durumda? Neden Güneyin zenginliğine Kuzey el koyuyor ve Kuzeyde bir Güney, Güneyde de bir Kuzey var ve neden başka türlü olması mümkün değil?

Eski dönemlerin zanaatlarıyla bu günün teknolojileri aynı şey değil. kapitalizmin ürettiği teknoloji, geleneksel zanaatların iyileştirilmiş - geliştirilmiş bir versiyonu değil. Su ile çalışan değirmenle, nükleer santral aynı şey değil. Arada sadece nicelik değil, nitelik farkı da var... Ünlü Alman filozof Martin Heidegger bu yüzden hidro-elektrik santralle, rüzgar değirmeni arasındaki nitelik farkına gönderme yapıyordu... Kapitalizm çağında, kâr etmenin hizmetindeki teknoloji demek, her seferinde daha çok üretmenin hizmetinde olmak demektir ki, bir başına bir varlığı söz konusu değildir, başka amaçlara eklemlenmiş durumdadır... Bir yere kurulan 20 adet yel değirmeniyle, bir veya birkaç nehir vadisine kurulmuş 20 barajı aynı şey saymak, sorunu anlamak istememek demektir. 20 adet barajın orada yaşayan insanlar, doğal çevre, tarihsel miras, iklim, vb. alanında ortaya çıkardığı sayısız olumsuzluklarla 20 yel değirmenin ortaya çıkardığı durumu bir ve aynı şey saymak mümkün değildir Soruyu şöyle de formüle edebiliriz: bölgeye kurulan 20 yel değirmeni, o bölgenin insanlarını göçe zorlar mı? O bölgedeki tarihi yok eder mi? Toprağın kimyasal yapısını bozar mı? Havanın nem oranını değiştirir mi? Hava sıcaklığını artırır mı?.. Bu konuda sorular sormaya kalktığınızda cevap hazır: ilerlemeye karşı mısın? İlerlemede, gelişmede ne kötülük var, elektiriği bırakıp muma, çıraya mı dönmemizi istiyorsun? Söylenen kabaca şöyle: Kötü olan teknoloji değil, onun nasıl kullanıldığıdır. Teknoloji basit bir araçtır ve mutlaka yararlıdır... Onu iyi amaçlar için de, kötü amaçlar için de kullanabilirsin, zira, teknoloji yansızdır [nötr]. Teknolojinin yansızlığı [nötre oluşu] da başlıca iki gerekçeye dayandırılıyor: Birincisi, teknolojiyi herkes kullanıyor; İkincisi, teknolojileri geliştirmek üzere kullanılan tüm bilimler de etik olarak yansızdır [nötr]... Velhasıl, sorun teknoloji ve teknik bilimle igili değildir... Bu yaklaşım halk dilinde at sahibine göre kişner özdeyişiyle ifade edilene gönderme yapıyor ama gözden kaçan bir husus var: Özdeyiş, atın huysuz olabileceği, yaramaz olabiliceği ihtimalini dikkate almıyor.

Kapitalizmin ürettiği ‘modern teknoloji’ insanı insanlıktan çıkarmadan ve doğa tahribatını derinleştirmeden yol alamıyor. Her seferinde daha ileri teknoloji demek, daha büyük insânî, sosyal ve ekolojik kötülük demektir. Kapitalist kültür önce insanları soru soramaz hâle getiriyor, sonra da her türlü kepazeliği ilerleme, kalkınma, vb. olarak dayatmayı başarıyor. Haklı olarak, ünlü Hintli kadın yazar Arundhati Roy buna “kalkınma adına ilân edilmiş sivil savaş“ diyordu... Harikalar yaratan ileri teknoloji neyi amaçlıyor, neyin hizmetinde, ne tür sonuçlar ortaya çıkarıyor?.. Sorun sadece, Atom bombası, kara mayınları, nükleer, kimyasal-biyolojik silahlar, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalarla [GDO], vb. ilgili değil. Kapitalist üretim bir bütün olarak canlı olan her şeye düşmandır... Öyleyse tarafsız, yansız bilim ve teknoloji, bilimin evrenselliği türü safsatasından yakayı kurtarmak gerekiyor. Teknolojik ilerlemeyle, çözülmesi gereken sorunlar arasındaki ilişkinin tersliği gözden kaçıyor. Onca öğünülen, hârikalar yarattığı söylenen modern teknoloji sorunları çözmenin bir aracı değil, tam tersine bizzat sorunun kendisi... Dev adımlarla ilerleyen ‘modern teknolojiyle’ birlikte başka şeyler de ilerliyor: yoksulluk, açlık, sefalet, doğal çevre tahribatı, hızla yok olan biyolojik-kültürel çeşitlilik, anlam kaybı, sayısız insâni yabancılaşmalar... Kapitalist sömürünün hizmetindeki teknolojik ilerlemeyi ancak düşünme yeteneği dumura uğramış olanlar olumlayabilir... Zira, kapitalizmin mantığı sömürücüdür- sömürgeleştiricidir- merkezileştiricidir, metalaştırıcıdır... Toplumu ve doğayı sadece sömürülebilir bir rezerv olarak gören bir üretim tarzının ‘büyük insanlığa teklif edeceği birşey olabilir mi? Kendisi sorun olan kapitalist teknoloji sorunların çözümünü temsil edebilir mi?
Marksist sol, teknoloji eleştirisi konusunda sınıfta kaldı
Marksist sol teknolojik ilerlemeyi hiçbir zaman kapsamlı-tutarlı-bütünlüklü bir eleştiriye tâbi tutmadı. Marx, diyalektik yönteminin bir gereği olarak, teknolojinin çelişik niteliğininin farkındaydı. Çeşitli eserlerinde bu soruna değinmekle birlikte bütünlüklü bir teknoloji eleştirisi yapmadı. Bazı yazılarında üretici güçlerin gelişmesine yaptığı abartılı vurgu onun teknoloji eleştirisinin görmezden gelinmesine neden oldu. Komünist Manifesto’da burjuvazinin ilerletici rolüne dair söyledikleri ve eserlerindeki başka bazı ifadeler, kapitalist teknolojinin tek yanlı olumlanması olarak anlaşıldı. Özellikle Komünist Manifesto’da burjuva teknolojisine çoşkulu bir övgü yapılıyor ve şöyle deniyordu:

“Burjuvazi, yüz yılı ancak bulan sınıf egemenliği süresinde, daha önceki kuşakların toplamından daha kitlesel ve daha muazzam üretim güçleri oluşturdu. Doğa güçlerinin dizginlenmesi, makineleşme, sanayide ve tarımda kimyanın kullanılması, buharlı gemi işleyişi, demiryolları, elektrikli telgraflar, dünyanın her bölümünde toprağın işlenebilir hale getirilmesi, ırmakların ulaşım için düzenlenmesi, yerinden koparılan bütün insan toplulukları —daha önceki hangi yüzyıl, toplumsal emeğin bağrında böylesine üretim güçlerinin yattığını sezmiştir!”

Dikkat edilirse, yukardaki alıntıda burjuva teknolojisinin bir veçhesi sorun ediliyor ve sadece yapılandan söz konusu ediliyor. Madalyonun öteki yüzüne, yıkılana dair birşey söylenmiyor... Fakat Marx başka yerlerde bu eksikliği kısmen giderici tespitler yapıyor. Mesela büyük sanayide işçinin durumuyla ilgili yazdıkları, onun sorunun çelişik karekterinin farkında olduğunu açıkça gösteriyor. Yoğun makina kullanımıyla işin [çalışmanın] özerkliğini ve çekiciliğini bütünüyle kaybettiğinden, ve proleterin makinanın basit bir uzantısı haline geldiğinden, çalışmanın itici- geriletici [repoussant] hale geldiğinden söz ediyor. Marx, sadece insana verilen zararlara değil, doğaya verilen zararlara da dikkat çekmişti. Ünlü eseri Kapital’de şunları yazıyor:

“ Üstelik, kapitalist tarımdaki her gelişme, yalnız emekçiyi soyma sanatının değil, toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir; belli bir zaman için toprağın verimliliğinin artmasındaki her ilerleme, aynı zamanda bu sonsuz verimlilik kaynağının mahvedilmesine doğru bir ilerlemedir”... “Kapitalist üretim, bu nedenle teknolojiyi değiştirir ve ancak bütün zenginliğin asıl kaynağını, yani toprağı ve emekçiyi kurutarak çeşitli süreçleri toplumsal bir bütün içinde birleştirir.”

Marx başka eserlerinde de teknolojik ilerlemeye benzer eleştiriler yöneltiyor ama o esas itibariyle teknolojinin kendisine değil, onun kapitalist sistem tarafından kullanılış biçimine itiraz ediyordu... Oysa bizzat kapitalizmin ürettiği teknolojinin tartışma konusu yapılması gerekirdi...

Her şeye rağmen Marx’ın eserlerinde tutarlı bir teknoloji eleştirisine başlangıç teşkil edebilecek unsurlar mevcuttu. Fakat, XIX’uncu yüzyılın sonundan itibaren ‘markist sol’ bu bahsi tümden kapattı. II. ve III. Enternasyonallerin kaba marksizmi, hiçbir zaman kapitalizmin ürettiği ‘modern teknolojiyi’ tartışma konusu yapmadı. Marx sonrası sol teknoloji konusunda geçerli pozitivist ve iyimser yaklaşımı benimsemekle yetindi... Teknoloji yansızdır, önemli olan kimin tarafından kullanıldığıdır şeklindeki kaba yaklaşım II. ve III. Enternasyonal marksizminin de yaklaşımıydı. Oysa, insanın insan tarafından sömürülmesine son verildiğinde doğanın insanlık toplumu tarafından sömürülmesinin sona ereceğine dair kaba yaklaşım sakattı. Zira, doğa pozitivist felsefe tarafından sınırsız kullanılabilir bir rezerv ve ticaret [alım-satım] konusu bir meta olarak görülüyordu. Marx sonrası marksizm de bu yaklaşımı benimseyip, rotadan çıkmıştı... Marksizmin kendi varlık nedenine yabancılaşıp, eleştirel-devrimci özünden arındırılarak, sendika, parti, ve devlet bürokrasilerini meşrulaştırma aracı haline geldiği koşullarda, artık burjuva teknolojisinin eleştirisi de dahil hiçbir sorunla ilgili eleştiri ve açılım mümkün olmayacaktı... Böylesi bir ortamda kapitalizmin ürettiği teknolojinin tahribatına dikkat çekenler, ya marksist olmayan düşünürler, ya da iki enternasyonalden bağımsız hareket edebilen, “resmi marksizden” uzak durabilen marksist teorisyenler olacaktı: Martin Heidegger, Walter Benjamin [ekolojik muhalefetin ve anti- nükleer hareketin habercisi], Franfurt Okulu’nun ünlü düşünürleri [Theodore Adorno, Horkheimer, Herbert Marcuse, Habermas...], Jacques Ellul, Ivan Illich, Charbonneaux, vb.

Kapitalizmin ürettiği - kapitalizmi üreten teknolojiye karşı çıkmadan kapitalizme karşı çıkmak mümkün değildir...

Tutarlı bir teknoloji eleştirisi, öncelikle teknolojinin yansızlığı [nötr] safsatasından kurtulmaktan geçiyor. “Silahlar insanları öldürmez, insanlar insanları öldürür” türü genel geçer kabullerden uzak durmayı gerektiriyor. Zira, kapitalist teknoloji araç- amaç bütünlüğünü ortadan kaldırmış durumda. Modern toplumların tam bir anlam kaybı, manipülasyon ve rasyonalize edilmiş şiddet sarmalına kapılmış olmalarının gerisinde, sözünü ettiğimiz amaç- araç bütünlüğünün ters-yüz olması gerçeği yatıyor. Etik ve estetik kaygılara ve gereklere yabancılaşma, başlıca sorunlardan birini oluşturuyor. Yunan kökenli ünlü Fransız düşünür Cornelius Costariadis, son söyleşilerinden birinde, “kapitalist toplumun uçuruma koştuğunu, zira hiçbir şekilde kendini sınırlayamadığını” söylemişti... “ Gerçekten özgür ve özerk toplum kendini sınırlamasını bilmek zorundadır, yapılmaması gereken şeyler olduğunu bilmek durumundadır, dahası yapmaya teşebbüs dahî edilmeyecek, arzu edilmememesi gereken şeyler olduğunu bilmelidir” derken, kapitalist teknik bilimin neden olduğu tehlikeye dikkat çekiyordu. Eğer teknolojik gelişmeye [progrès technique] çelişik karekteri itibariyle yaklaşılır, sadece yaptığı değil, yıktığı da göz ününe alanırsa, ortaya çıkacak sonucun egemen burjuva düşüncesinin sunduğu gibi olmadığı, bir tür sıfır toplamlı oyuna benzediği görülecektir... Eğer bir kalorilik gıda maddesi üretmek için dokuz kalori enerji harcıyorsanız, ortalıkta üretilmiş ilave birşey de yok demektir ama insanlar üretilenin nasıl, ne pahasına üretildiğiyle, üretilenin doğa ve topluma neye mâlolduğuyla ilgilenmeme eğilimindedirler... Ne demek istediğimize açıklık getirmek üzere bir-iki örnek şöyle olabilir. ‘Geleneksel’ teknoloji olan bin dokuma tezgahıyla bin aile onbin metre kumaş üretirken, yeni [ileri] kapitalist teknolojinin devreye girmesiyle yüz işçinin çalıştığı fabrikada yüzbin metre kumaş üretilmesi, ilk bakışta olumlu birşey, büyük bir ilerlemeymiş gibi görünebilir. Oysa, bu durum dokuzyüz ailenin bir gelirden yoksun olması, gelir dağılımının kapitalist patron lehine bozulması, doğal çevre tahribatının artması gibi sonuçlar da ortaya çıkarma istidâdı taşımaktadır. Dolayısıyla resim işsiz kalanlar tarafından, doğal çevre tarafından farklı, yüksek kârlar elde etme olanağına kavuşan kapitalistler tarafından farklı görülecektir... Bir günlük gazete, olumlayarak, bir hipermarketler zincirinin yetmiş yeni şube açacağını ve bunlarda üç bin kişi istihdam edeceğini yazdığında, resmin sadece bir kısmını göstermiş olur. Resmin tamamını görmek için kaç küçük esnafın iflasa sürükleneceğine, büyük marketlerin neden olacağı enerji israfına ve çalışanların ne tür koşulllarda çalıştığına, vb. da gönderme yapmak gerekirdi... Egemen cephe tarafından mutlaka olumlu sayılan, bolluğun, özgürlüğün, ilerlemenin, kalkınmanın vazgeçilmezi sayılan ileri teknoloji, karşı taraftakiler tarafından kolaylıkla, kölelik, güvensizlik, dışlanma, sosyal kriz, doğa tahribatı, Üçüncü, Dünya’nın yıkımı, vb. olarak görülebilir... Tıp teknolojisindeki bazı gelişmeler ortalama insan ömrünü uzatmayı başardı ama başka bazı ilerlemeler de bir dizi ‘modern hastalığın’ ortaya çıkmasına neden oldu. Kanser, diabet, obezite, vb. ortalama yaşam beklentisini ters yöne çekme potansiyeli taşıyor... Savaşlarda ölen insan sayısındaki devasa artış ‘ileri teknolojinin’ eseri. Son yüzyılda trafik kazalarında ölen insan sayısı II. Dünya Savaşında ölenlerden daha fazla... Bir tür katliam halini alan bu ölümler neden tartışılıp-gereği yapılmıyor? Yapılmaz zira, orada yüksek çıkarlar var: otomotiv endüstrisinin, büyük petrol kartellerinin, oto-yol yapan büyük inşaat firmaların baronları devasa kârlar elde ettikleri için... Üretilen her araba doğacak her çocuğa karşıyken bu saçmalığı bir ilerleme ve refah unsuru saymak niye... İş kazalarında ölenler milyonlarla, yaralananlar da yüz milyonlarla ifade ediliyor ve kimse gerçek rakamı bilmiyor. Zira, ayıbı açığa vurmak daha büyük ayıptır denmiştir.

Şimdilerde teknoloji harikası olarak sunulan G3 gündemde... Reklamcılar ve reklamcıların hizmetindeki “sanatçılar” bu amaç için seferber olmuş durumda... Bunun iletişim alanında bir mucize olduğu söyleniyor. Artık herkes G2’sini çöpe atıp sevgili G3’üne kavuşabilir. Bu saçmalığın bir ilerleme sayılması abes değil mi? İnsanlara önce ihtiyaçları olmayan bir şey satılıp, ihtiyaç haline getiriliyor, sonra da satılan şey sürekli yenileniyor. İnsanlar yeniye sahip olmak için çırpınıp duruyor ve yeniye sahip olduğunda mutlu olacağını sanıyor. Oysa ihtiyaçları olmayan lüzûmsuz bir nesnenin peşinde koştuklarının farkında değiller. Gerçekten cep telefonu diye birşeye ihtiyacınız olduğuna inanıyor musunuz? Böyle bir araç belki bazı meslek insanları için gerekli olabilir: mesela ücra bir köyde sağlık ocağında çalışan doktor, ebe, hemşire, orman koruma memuru, çokuluslu bir şirketin yöneticisi, ‘emniyet müdürü, Afganistan’da ‘barışı tesis etmekte olan’ Amerikalı general, açık denizde balık avlayanlar, vb. ama benim gibi evinde ve işyerinde zaten telefonu olan biri neden cep telefonu alsın? Benim cep telefonum yok, bu güne kadar hiçbir iletişim sıkıntısı çekmedim. Evde telefon olmadığı zamanlarda da bir iletişim sorunum olmadı. Yararlı olmayan ama zararlı ve lüzumsuz olan bir şeye sahip olmak niye? Sebebi çok açık: birilerinin kâr etmesi gerekiyor... Bir an önce G3 edinmek için sabırsızlananların bilmesi gereken bir şey var: Sizin ne G’1’e, ne G2’ye ne de G3’e ihtiyacınız yok. Ama cebinizde taşıdığınız lûzumsuz küçük şeyin hayatınızı tehlikeye atma riski yüksek... Telefonla mutlu da olamazsınız, zira maddi şeylerle mutlu olunmaz üstelik bir de lüzûmsuzsa... Aksi halde darısı G4’e denecektir...

Hiç yorum yok: