1 Temmuz 2010 Perşembe

Sivas Katliamı’nın 17. yılı…



Mezopotamya Sosyalist Partisi (MESOP) Girişim: Sivas Katliamı’nın 17. yılı…

Bundan tam 17 yıl önce, 2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta faşist ve şeriatçı güçlerin devlet desteğiyle gerçekleştirdikleri katliam sonucunda 35 demokrat, yurtsever ve devrimci katledildi.

Evet, Sivas Katliamı’nın üzerinden 17 yıl geçti. Bu süre içinde katliamda kullanılan tetikçiler cezalandırıldı, ama gerçek failler hala ortaya çıkarılmadı. Yapılan Ergenekon soruşturmaları gösteriyor ki, devlet içindeki yasadışı yapılanmalar bu ve benzeri katliamlardan doğrudan doğruya sorumludurlar. Ancak, hala bu çetelerden hiçbiri Maraş, Çorum, Sivas katliamları başta olmak üzere hiçbir katliam nedeni ile suçlanmıyorlar. Çünkü mevcut Ergenekon soruşturmalarında sadece darbe teşebbüsleri soruşturuluyor, soruşturulanlar bununla suçlanıyor. Halka karşı suç işleyenler bu suçları nedeni ile suçlanmıyorlar, Ergenekon soruşturmaları sınırlı kalıyor, özellikle Fırat’ın öte yakasına ulaşmıyor.

Toplumsal bellek önemlidir!

Oysa toplumsal bellek geleceğimiz için önemlidir. Toplumsal belleği olmayan toplumların sağlıklı gelecek kurabilmeleri mümkün değildir. Onun için de tarih, toplumlar açısından vazgeçilmezdir. Toplumlar sırlarını, köklerini ve kültürlerinin izlerini ancak tarih içerisinde bulurlar. Tarihsiz bir toplumun geleceği olmaz, zira köksüz bir toplum öksüz kalmaya mahkûmdur. Kabul edilir ki, değişimin vazgeçilmezliği, toplumların geleceklerinin de vazgeçilmezliğidir. Toplumun değişim diyalektiğini yakalaması, bizi başka bir yere, yani 'aynı derede aynı suyla iki kere yıkanılmaz' sözünün doğruluğuna ulaştırır. Toplumların tarih ve gelecek kurgusunda her iki sözün de geçerliliği göz ardı edilemez.

Bu anlamda, Sivas Katliamı ve diğer Kızılbaş-Alevi katliamlarını neden-sonuç ilişkisi içerisinde ele alırken, tarihsel referans noktalarını unutmamak gerekiyor. Çünkü yaşanılan bütün bu katliamların şifreleri tarih içerisinde gizlidir. İddia edildiği gibi bu katliamlar salt bir avuç sivil faşistin veya birkaç gerici yobazın öfke ve tepkileri olarak ele alınırsa büyük bir yanılgı olur. Bu yanılgı yeni katliamlara davetiye çıkarmak anlamına gelir. Doğal olarak bu da mevcut egemen zihniyetin tarihten soyutlanmış, 'kışkırtma' ve 'tepki' sözleri ile ifade edilen açıklamaları, yanıltma, saptırma ve manipülasyonun dışında bir anlam taşımaz.

Toplumsal tarih belleğimize baktığımızda, Kızılbaş-Alevi katliamları tarih boyunca egemen olan zihniyetlerin sürekli başvurdukları bir yöntem olagelmiştir. Kuşkusuz, Kızılbaş-Aleviliğin inanç ve felsefesinin farklılığı bu katliamların başlıca sebebi olmuştur. Öz itibari ile felsefi olarak eşitlikçi, paylaşımcı ve evrensel duruşları, çeşitli dönemlerin iktidar çekişmeleri ile buluşunca, Kızılbaş-Aleviler için katliamlar kaçınılmaz olmuştur. Tarih boyunca Kızılbaş-Aleviler kendilerini katliamlardan kurtarmak amacıyla kimliklerini gizleseler de, yer yer -deyim uygunsa- takıyye yapma zorunluluğu hissetseller de, bu anlamda kaderlerini değiştirmeyi başaramamışlardır. Çünkü her dönemin egemenleri, varlıkları ve iktidarları için en kolay hedef olarak Kızılbaş-Alevileri seçmişlerdir. Yakın dönem cumhuriyet tarihini kendileri açısından kurtuluş olarak gören Kızılbaş-Aleviler bir kez daha hayal kırıklığına uğramışlardır. Uğramışlardır, çünkü mevcut cumhuriyet rejimi ya da onu kuranlar, daha ilk günden itibaren iktidar hesaplarında en büyük destekçileri olan Kızılbaş-Alevileri katletmekten çekinmemişlerdir. Koçgirî katliamı ile başlayan bu süreç, farklı yöntemlerle de olsa bugün de devam etmektedir.

Belirttiğimiz gibi, bugün 17. yılını dolduran Sivas Katliamı’nı anlamak, tarihi anlamaktan geçiyor. Koçgiri Katliamı’nı, Dersim Katliamı’nı anlayamayan, egemenlerin yaklaşımını ve karakterini çözemeyen bir anlayışın Sivas Katliamı’nı doğru anlayabilmesi mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki, Sivas Katliamı’nı gerçekleştiren asıl fail ve zihniyet yerine, tetikçilikten öte rolü olmayanları katliamın sanığı olarak görme gafletine düşülmektedir.

Tarih boyunca egemen zihniyet tarafından ‘dinsiz’, ‘ahlaksız’ ve ‘tanrı tanımaz’ olarak ifade edilen, çeşitli dönemlerde haklarında fetvalar çıkarılan Kızılbaş-Alevilerin, biraz kışkırtıcılıkla beraber böyle bir barbarlıkla karşılaşmaları kaçınılmaz olmuştur. Bu katliamlarda en büyük suç bizzatihi devletin kendisindedir. Devlet, kendi yurttaşlarına karşı sorumluluk görevlerini yerine getirmemiştir. Devlet, eşitlik ilkesine aykırı davranarak, resmi ideolojisinin gereği olarak Sünni inancı yaygınlaştırıp korurken, Alevileri resmi olarak kabul etmemiş ve yok saymıştır. Dün olduğu gibi bugün de mevcut devlet, Aleviliği, yüzeysel ve sığ bir biçimde “Ali’yi sevmek Alevilikse, biz de Aleviyiz” söylemine sıkıştırıp asimile etmeye çalışmıştır/çalışıyor. Devlet, tarih boyunca haklarında fetva verilen Alevilere karşı önyargı ve düşmanlıkların önüne geçmemiş, bizatihi yer yer bunları kullanmıştır. En azından yakın cumhuriyet döneminde Koçgirî ile başlayan katliamlar dizisinin sorumluları açığa çıkarılmamış, bir hesaplaşma ve yüzleşme yaşanmadığı için yeni katliamların önü hep açık kalmıştır.

İşte bu perspektiften baktığımızda Sivas Katliamı, devletin egemen politikalarının sonucudur. Katliamdan günlerce öncesinde sivil faşist ve gerici örgütler gazete ve dergilerinde açıktan cihad çağrıları yapmalarına, Kızılbaş-Aleviler ve dostlarının kanlarının helal olduğunu söylemelerine rağmen, devlet hiçbir tedbir almamıştır. Çevre illerden faşist yobaz sürüleri otobüslerle akın akın Sivas'a taşınırken, devletin istihbarat birimlerinden polisine ve askerine kadar herkes sanki ölüm uykusundaydı. Ya da öyle görünmek işlerine geliyordu.

Otel önünde toplanan güruh intikam çığlıkları atıp Madımak'ı ölüm ayinine çevirirken, Kıbrıs'a beş saate operasyon yapmakla övünen TC Ordusu 8 saat boyunca ortalarda gözükmüyordu. Alevler içerisinde yaşam çığlıkları atan insanların sesini duyan ne bir başbakan, ne de herhangi bir devlet yetkilisi vardı.

Her dönemde CHP rol almıştır

Dersim’de, Maraş’ta, Sivas’ta sözde ‘sosyal demokratlar’ ya bizzat iktidarda ya da iktidar ortağı olarak yer almışlardır. Durum bu kadar açık olmasına rağmen her dönem sanki hiç sorumlulukları yokmuş gibi davranmaya devem etmişler, suçu başka yerde arama arayışı içine girerek kitleleri yönlendirmeye çalışmışlardır. Hatırlanacaktır; Sivas Katliamı sonrasında dönemin başbakanı Çiller, “Çok şükür, vatandaşlarımıza bir şey olmadı” diyerek, devletin 'duyarlılığını' ve kimi 'vatandaş' olarak gördüğünü açık bir şekilde ifade ederken, aynı şekilde Deniz Baykal, Solingen’de yaşanan barbarlık için gösterdiği duyarlılığın binde birini Sivas için göstermeyerek CHP ve geleneğinin devlet 'duyarlılığını' göstermekten çekinmemiştir.

Evet, tarihsel süreç içerisinde CHP’nin, Alevi katliamlarının yaşandığı her dönemde iktidar ya da iktidar ortağı olması tesadüf olarak değerlendirilemez. Cumhuriyetin ve devletin partisi olarak kendini ifade eden CHP, ‘sol ve ilerici’ görünümü ile devletin siyaset ve toplum mühendisliğinde ‘sol’ rolü oynamaktadır. Bu anlamda Alevileri siyasal ve toplumsal anlamda çarpıtma ve yönlendirme rolü, devlet tarafından CHP’ye verilmiştir. Ve CHP de bugüne kadar bu görevini yerine getirmiştir. Bugün de bu görevini sürdürebilmek, CHP’den uzaklaşan Kızılbaş-Alevi kitlesini tekrar CHP’ye çekebilmek için Dersimli ve Alevi birini genel başkan yapmıştır.
Bütün bu süreç boyunca CHP’ye ve dolayısıyla devlete yanılgılı yaklaşan Aleviler o yüzden sistemden kopmamış, sahte laiklik söylemleri ile devlete yedeklenmiş ve katliam politikalarından kurtulamamışlardır. Çünkü Aleviler cellâdına âşık olma pozisyonundan kendilerini kurtaramadıkları için cellâtlarından kurtulamamışlardır.

Katliamları anlamak yüzleşmekten geçiyor

Devlet açısından başta Sivas Katliamı olmak üzere katliamlarla ilgili çok şey söylenebilir, ama herkes artık neyin ne olduğunu bilmektedir. Bu anlamıyla katliamları biraz sorgulayanlar için devlet teşhir olmuştur. Bundan sonra yapılması gereken, devletin yürüttüğü psikolojik manipülasyon ve çarpıtmalara karşı, katliamların gerçek faillerini geniş halk yığınlarına anlatmaktır. Bunun yolu da Kızılbaş-Alevilerin kendi gerçek tarihleri ile yüzleşmelerinden geçmektedir. Artık gelinen süreçte, Kızılbaş-Aleviler, devlet olgusunu ve cumhuriyet gerçekliğini iyi sorgulamalıdırlar. Kendi cellâdına âşık olma ruh halinden kurtulamadıkları müddetçe kendilerini doğru temelde var edebilmeleri ve geleceğe taşımaları mümkün değildir. Çünkü Koçgirî ve Dersim katliamlarını Alevi katliamı olarak görmeyen bir zihniyetin Sivas Katliamı’nı anlaması mümkün değildir. Belirttiğimiz üzere her katliamda iktidar ya da iktidar ortağı olan CHP’yi kendine ‘öncü’ ve ‘kurtarıcı’ olarak gören bir Kızılbaş-Aleviliğin, katliamların gerçek sorumlusu olan zihniyeti sorgulayabilmesi mümkün müdür?

Siyaseten sağlıklı bir karar veremeyen ve CHP’nin kuyruğundan ayrılamayan bir Kızılbaş-Aleviliğin varacağı nokta, sahte laiklik söylemi altında devlete yedeklenmenin ötesine geçmeyecektir. Bu durum ise, yeni katliamların zeminini hazırlamaya devam etmek demektir.
Evet, bugün Sivas Katliamı’nın acısını bir kez daha yüreklerimizde hissederken, Kızılbaş-Alevilerin yapması gereken, kendileri ve sistemle yüzleşmektir. Bu yüzleşmeyle birlikte, özüne sahip çıkma bilinci oluşturmaktır. Bu ise ancak mevcut sistemden köklü bir kopuşla mümkün olacaktır. Kuşkusuz ki başta Madımak’ın müze olması talebi olmak üzere Kızılbaş- Alevilerin talepleri bizim de taleplerimizdir. Ancak, Sivas Katliamı’nın her yıldönümünde bir araya gelerek, sloganlarla işin tetikçisi olan figüranları protesto ederek, sistemin istediği yanılgılı noktaya düşmekten kurtulamayız. Yukarıda da belirtildiği gibi, Kızılbaş-Aleviler başta Koçgirî olmak üzere tüm katliamlarda yer alan CHP’yi bir kurtuluş olarak görmekten vazgeçmeliler.

Sivas Katliamı’nın 17. yılında Kızılbaş-Aleviler, Madımak’ın müze olması başta olmak üzere tüm taleplerini haykırırken, diğer taraftan yaşanan tüm katliamlardan dolayı mevcut devletin bu katliamların hesabını vermesi ve özür dilemesi için sosyalistler/komünistler ile birlikte mücadelelerini geliştirmelidirler.

Devlet politikası olarak gündeme getirilen ve bütün derdi Kızılbaş-Alevilerin devletle zayıflayan konumlarını güçlendirmek, Kürt ulusal özgürlük mücadelesiyle aralarına set çekmek olan ‘açılım’ politikalarına karşı daha duyarlı olmalıdırlar.

Mezopotamya Sosyalist Partisi (MESOP) Girişimi

Yürütme Kurulu

Hiç yorum yok: