12 Şubat 2011 Cumartesi

H R A N T ' I A N M A K(4)


Sarkis HATSPANIAN

Soykırım felaketinin en acı ve dramatik sonuçlarından biri de, çoğunluğu ergenlik çağında genç kız veya kocası öldürüldüğünden dul kalmış Ermenilerden hayatta kalanların ölüm kafilelerinden esir gibi satın alındıktan sonra namuslarının iğfal edilmeleri dışında ulusal ve dinsel kimliklerine de tecavüz edilerek, zorla Türk ve Kürtleştirilmesidir. Hrant, Ermenistan'daki görüşmelerimizden birinde, AGOS'ta M.K.Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in Khatun SEBİLCİYAN adlı Antepli bir Ermeni yetimi olduğuyla ilgili yazının yayınlanmasından sonra sadece tehditler değil, Ermeni kimliklerini saklayarak yaşamaya zorlanmış yüzlerce 'dönme' Ermeniden mektuplar, mesajlar da edindiklerini ve bu insanların sayısının giderek arttığından söz etmişti. Sahiplenilmeleri halinde, yitip-yok olmamış bu insanların öz kimliklerine geri dönüp, Ermeni olarak yaşamaları sağlanabilirdi ve bu yönde mutlaka ciddi halde çalışılması gerekiyordu. Hatta bu meseleyle ilgili Ermeni Patriği Mesrob II. Mutafyan'la da görüşüp, onun yardımına başvurduğunu söylemiş, büyük bir heyecanla "göreceksin önümüzdeki yıllar, bu insanlarımızın trajik tarihinin yazılacağı yıllar olacak ve 100 yıllık dram üzerindeki toprak örtüsü kaldırılacak. Biz, söylenildiği gibi sadece İstanbul'da yaşayan 70-80 binlik bir cemaat değil, kendi toprağı üzerinde yaşayan milyonlarız" diye de yarınlara olan umudunu ifade etmişti.Ben de ona Avrupa'da yaşadığım yıllarda, "1915 mağduru yüzlerce dönme Ermeni ile tanıştığımı ve bunlardan bir kısmının yıllar sonra Ermenistan'ı ziyaret ettiklerinde, burada özbeöz akrabalarını bulduklarını ve hatta onlardan çok yaşlı bazılarını henüz hayattayken görebildiklerinden, kendi sülalelerinin sözlü tarihini öğrenebildiklerini ve şimdi de çocuklarının Ermenice eğitim almaları için burada olduklarını" anlatıp, AGOS'ta bu insanların hikâyelerinin yayınlanmasının çok doğru olacağını söylemiştim.

Hrant'ın katlinden çok az zaman sonra Yusuf Halaçoğlu tarafından "1915’te sürülmemek için Müslümanlığa geçen Ermenilerin sayısı 1920’lerde 100 bin kadardı... 1936-37 yıllarında ise devlet bu kişileri ev ev tespit etmişti. Listeler elimde. Devlet isterse açıklarım” diye bir açıklama yapıldı.
Hemen herkesin bildiği gerçeğin, belki de ilk kez devlet ilişkili biri tarafından böylesi bir rahatlıkla açıklanması şok etkisi yaratmakla birlikte, belirli çevrelerin olumsuz ve sert tepkilerine yol açtı. Meselenin ilginç olan yanı ise, bu çevrelerin, Y.Halaçoğlu'nun açıklamasında "devlet isterse açıklarım" uyarı ya da tehdidinden fazlasıyla rahatsız olmalarıydı ve onlar her nedense "aman ha, sakın devlet istemesin" diye kendi kendilerini yırtmaya başladılar. Bir süre sonra, değişik internet sitelerinde binlerce insanın, birkaç nesil geriye gidilen şecereleri yayınlandığında, sırf merakımı gidermek için listelere baktığımda, yakınen tanıdığım birçok Ermeni dönmesi insanla ilgili bilgileri orada bulunca, "devletin istemesine" artık gerek kalmadığını gördüm. Benim ulaştığım bilgiler tamamiyle doğruydu. Yakın çevremdeki birçok Ermeni arkadaş da aynı şekilde davranmış ve yayınlanan listelerde öz kimliğini saklayarak yaşayan epeyi tanıdık insana rastlamışlardı.

Hrant'ın "Her Ermeni bir belgedir" sözünü hatırlıyorum da, söylenenin doğruluğuna inanmaya ihtiyaç duyanları, Ermeni insanlarla ilişki kurmaya ve söylenenin gerçek olduğunu bizzat görmeye davet ediyorum. Bu böyle olduğu için de, tüm dünya Ermenilerinin kaç milyon belgeyi temsil ettiğini öğrenmek isteyenlere, Y.Halaçoğlu tarafından açıklananın kuşkusuz doğru, ancak belirtilen sayının en az beş kez daha fazla olması gerektiği etrafında düşünüp araştırmalarda bulunmalarını öneririm,1920'lerdeki o rakamın günümüzde sağlıklı bir muhasebesinin yapılması
halinde şu an neredeyse Ermenistan Cumhuriyeti'nde yaşayan Ermeni nüfusa eşdeğer, Türk, Kürt, Zaza, Türkmen, Hemşinli kimlikleriyle bir dönme Ermeni nüfusun da Batı Ermenistan'da yaşadığını bilmelerini isterim. Tabii ortaya çıkan o sayıdan tam olarak ne kadarının 2007 Ocağında "Hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeniyiz"lerin yüzbinlerine karışmış olduğunu kimse bilmese dahi, "iki dinden avare" bu, kendi gerçek kimliğini yaşamak için can atan, kimlik depreminin enkazları altında kalmanın yarattığı ağır psikolojik komplekslerin olumsuz etkilerinden kurtulmak isteyen insanların yüzbinlerce olduğu bilinmelidir. Yaşadığı felaketin şaşkınlığıyla etrafına anlamsızca bakakalıp, "bizden yardım eli uzatmamızı bekleyen bu insanları vicdanımıza nasıl sığdıracağız" sorusunun asıl muhataplarından ise, hiç olmazsa yüz yıl sonra insani bir ses çıkararak bu soydaşlarımıza yardımcı
olmalarını isteyecek, bekleyeceğiz. Bu kimlik depremini yaşayan felaketzadelerin acı hikayelerini öğrenmek isteyen tüm iyiniyetli insanlara önerim ise, Hrant'ın anısına gerçekten saygı duyduğunu kendi kendine ispat etmek için bile olsa, Ermeni sorunu hakkında var olan araştırma ve kitaplara ulaşmayı deneyip, konuyla ilgilenme, tanışma ve Ermeni halkının tarihini öğrenmeye çalışmalarıdır.

Kendini "Biz, yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardık" diyen Hrant'ın ifadesindeki BİZ içinde gören, "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz" diyen o, adalet için mücadele eden bir avuç vicdanlı insan grubunun namuslu, dürüst ve en cesur kesimi, sözü edilen dönme Ermenilerin içinde bulunduğu "cehennemi de cennete çevirmeye talip insanlardan" olduklarını, dosta da, düşmana da göstermeye çalışacaklarından hiç ama hiç kuşku duymuyorum, Bir yerde, "Başkaları tarafından büyük
acılar çektirilenler, unutmanın ve normal bir hayat sürebilmenin yollarını ararlar. Ancak bazıları da hakikatleri anlatmanın kendilerinden sonra gelenleri koruyacağı umuduyla tanıklık görevini üstlenir" diye okumuştum. Bu kahraman insanlardan biri, yıllar önce aramızdan çok erken ayrılan değerli insan, özgün sanatçı Kâzım Koyuncu'ydu. Onun, kimlik kaybına uğratılmış tüm insanların acısına adanmış şahane bir şarkısı var. Bu yürekli genç insanın icra ettiği sanatıyla yansıtmaya çalıştığı acı gerçeği anlamaya çalışmak, bence bir insanlık görevidir:

"Ama ben yıkıcıyım ama,
Ama kendimi bilmez değilim,
Yaşamak istiyorum sadece,
Kendi savaşlarım uğrunda !
Ben sadece, Ben sadece,
Ben sadece, Ben olmak istiyorum !
Işık hızıyla geçen zamanı,
Yaşamak belki de çok zor,

Korkuyorum ben geçmişten,
Korkuyorum gelecekten !
Ben sadece,Ben sadece,
Ben sadece,Ben olmak istiyorum !"
***
Bilimsel bazı araştırmalara göre, geçmişlerinde "korkunç olayları aynı kadere ortak olarak, toplu halde yaşamış" olan tüm insanların geleceklerinden de korkmaları -fobiaları-, belleklerinden izleri silinemeyen yaşanmış acı olayların mağduriyetiyle felaketzadelere dönüşmeleri sonrası beliren "kimlik arayışı, aidiyet boşluğu" gibi sendromların oluşmasını getiriyormuş. "Ömür boyu taşınacak kambur" türü bu oluşum ise, nesilden nesile genetik olarak taşınan bilgilere benzeyen henüz bilimsel açıklaması yapılamayan özelliğiyle, bir nevî bilinçaltı fenomeni olarak varlığını sürdürebiliyor ve insanları olumsuz olarak etkiliyormuş. İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellik hafızasıdır. Bellek, hatırlanarak kaydedilen tüm olayların toplanıp, saklandığı bir depodur ve hatırlanan şeyler insan doğasının gereği bireyseldir. Ermeni insanlarında hafıza, soykırım katastrofu yüzünden doğasını değiştirmiş, bireysel olma özelliğini yitirerek, toplumsal hafızaya özgü dönüşümlere uğramış olduğundan fenomenal nitelikteymiş. Ermenilerin toplumsal hafızası ulusal kimliklerinin en belirgin bileşenidir ve bu olgu da hiç kuşkusuz ortak olarak yaşadıkları soykırıma endekslidir. Asimilasyon sonucu kimlik kaybına uğrandığı halde, ortak hatıralar onlar için geçmişi değil, bugünü anlatan karakteristik öğelere dönüşüyorlar.
Bir zamanlar "yontulmamış Türk Solu" içinde pek aktif olarak yer almış, sosyalist bir Ermeni aydını olan Zaven BİBERYAN, "Her şeyi kaybedeceksin; ama unutma ki, hatıralarını kaybedemezsin. Onlar canına okuyacak" sözleriyle bu konuda var olabilecek tüm tartışmalara NOKTA koymuştur. Onuru, ömründen uzun bu aydınımızın dile getirdiği gerçeklik, yani Ermenilerin "canına okuyan" bu ruh hali, bugün artık toplumsal bir sorun olarak Ermeni olmayanların da kapısına çöken deve olmuştur.

***
Bu nedenle de, BEN BİR İNSANIM diyen herkesi kendi vicdanıyla yapmak zorunda olduğu acımasız bir hesaplaşma beklemektedir ve bu kez bu hesaplaşmada temel teşkil edecek olan tek doğru, katil bir devletin onlara yutturduğu yalanlar değil, "Ermeni nenelerin anlattığı GERÇEK masallar" olmalıdır. Komşusu tarafından haince arkadan hançerlenerek katledilmiş bir Ermeni'nin evinde, toprağında oturmayı bir vicdan ve ahlâk sorunu olarak görmeyen hiç kimsenin, ne eşitlik, kardeşlik, özgürlük, demokrasi, barış vs. peşinde koşabileceğine, ne de o söylemlerle "geçinen"lerin yüreğinde Ermeni "hemcinsine" yapılan adaletsizliği lanetleme ve acısını paylaşma gibi sadece adil insanlara yaraşır, asil bir duruşun samimi olduğuna bizi kim inandırabilir ki?
***
Yıllar önce Yerevan'ı ziyaretinde, "Varlık Vergisi" adlı bir kitap çalışmasına imza atan bir Türk aydınıyla tanıştığımda, "çok değerli bulduğum çalışmanız yerine, eğer bedelsiz istimlak edilmiş bir Ermeni evinde oturan ve çevresinde namuslu aydın, dürüst bir demokrat olarak bilinen herhangi bir insanı bulup da, onun 'tapusu cebimde ama bir Ermeniye ait olduğunu öğrendiğim evi, her şeyi yağmalanmış, anayurdundan zorla koparılarak sökülüp-atılmış herhangi bir Ermeni'ye noter aracılığıyla resmen devretmek ve bundan böyle vicdanı rahat bir insan olarak yaşamak istiyorum' diye herhangi bir gazeteye kısa bir ilan vermesini becerseydiniz, elle tutulur bir iş yapmış olduğunuzu kabul eden tam 10 milyon Ermeni'nin yüreğindeki acıyı hafifletirdiniz" demiştim de, muhatabımın duyduğunu sindirebilme kültürüne henüz sahip olamadığını görüp üzülmüştüm.

Bu beyin şimdi, CNN-Türk TV kanalında program yaptığını duydum, yıllar önce ona yaptığım öneriyi, sorumlusu olduğu program saatinde "Namuslu insanlar aranıyor" mesajıyla bir çırpıda milyonlarca insana iletebilse ne iyi olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Böylece, şimdi artık "Hepimiz Ermeniyiz" diyenlerin de bulunduğu bir "coğrafyada", hem samimi insanların gerçek sayısını anlamış, hem de suçlu bir geçmişle gerçekten hesaplaşmaya hazır olan temiz insanlarla tanışabilme şerefine nail olurduk. Yazımın, CNN-Türk TV kanalında çalışan o, Ermeni dostu beye açık bir hatırlatma olarak ulaşmasını arzuladığımı özellikle vurgulasam da, onu okuyanlar içinde "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" halk sözünü hatırlayanlar keşke çok olsalar diye içimden geçirdiğimi de itiraf ediyorum ! "Geçmiş"in muhasebesini yapmaktan hep kaçmış, ama bedavadan "yaşasın halkların kardeşliği" şiarcılığının arkasına saklanarak "insan içine çıkma" ardniyetli bir köylü kurnazlığı seviyesinde kalakalmış bir tribün amigoculuğuyla karşı karşıya değilsek eğer, önerilen yöntemin çok denenmiş "güven ama kontrol et" sistemini içerdiğinin kabul görmesi gerekir. Bu yöntem sayesinde "Ermenilerden özür diliyoruz" türü imza kampanyaları da anlam ve içerik kazanmış olur diye düşünüyorum.
Bu gerçeğe paralel olarak, Nâzım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları" adlı uzun şiirinde yeralan birkaç satırını hatırlıyor, acımızın anlaşılması ve paylaşılması umuduyla, o dizelerin 'uzun sözün kısası' olma özelliğinden dolayı da herkese hatırlatıyorum.
"Bakkal Garabet'in ışıkları yanmış,
Affetmedi bu Ermeni vatandaş Kürt dağlarında babasının kesilmesini,
Fakat seviyor seni,
çünkü sen de affetmedin bu karayı sürenleri Türk halkının alnına"
Tabii ki "Affetmedi bu Ermeni vatandaş"...
Çünkü affedilmek için kimler ne yaptı da haberimiz olmadı, Bakkal Garabet'in ışıkları yanıyor hâlâ, kapısı da tam 96 senedir sonuna kadar açık ve sizleri bekliyor ama içeri girip özür dileyerek bu Ermeni vatandaşla barışmak isteyenler ortalıkta görünmüyor nedense ! Yoksa yanılıyoruz da, bize mi öyle geliyor? Konuşsanıza be kardeşim, ses çıkarsanıza!

***
1915 şehitlerimizden, Osmanlı Meclisi mebusu, hukukçu-yazar Krikor ZOHRAB "Fakat cinayet, tartışma ve itiraz kabul eden suçlardan değildir. Cinayet kaba, hoyrat, aşikâr bir şeydir: bir ceset ve işte cinayet !" diye saptamada bulunmuş. Ardından bir ulusun 1,5 milyon insanı cinayete kurban gitmiş, sonra... Çok yıllar sonra aynı halkın evlatlarından biri daha...
"Hrant 4 yıldır yok" ve cinayetin asıl katili olan devletin yargılanmadığı mahkeme kapılarında toplanan bir avuç insan, "Hrant için, Adalet için" diye İNSANLIK ADINA ve İNSANLIK İÇİN verildiğine inandığım bir mücadeleyi sürdürüyor. Bu temiz yürekli, dürüst insanların varlığı tabii ki her Ermeni insanının yüreğini okşuyor ve "bu sefer yalnız değiliz" gibi bir duygu hissetmemizi de sağlıyor. Ancak, Hrant'sız geçen son dört yılda, cinayetin işlendiği mekân ve zamanı paylaşan insanlarda ne yazık ki "ağaca bakmaktan ormanı görememe" hali gözlemlenmektedir. Ermenilerin kaygıyla izlediği bu durumla ilgili, soykırım sorununun "T.C." vatandaşı statüsündeki tüm toplumların ilerici, demokrat, aydın çevreleri tarafından çok boyutlu tartışmalar yaratması ve Ermeni halkıyla barışın sağlanabilmesi yönünde halklar arası ilişkilerin geliştirilmesi için ciddi adımlar beklenirken, sadece kısır döngüyü andıran, içeriksiz ve suni bir atmosferden başka birşeyin varlığından söz edemeyiz.

Ermeni sorununun hangi çevreleri nasıl, ne kadar "rahatsız edeceğini veya uygunsuz durumda bırakacağını" çok iyi bildiğim halde, aynı Hrant'ın yaptığı gibi, PUTLARI da, TABULARI da bilinçli olarak YIKABİLMEK için, kesilen bir AĞAÇ yerine yok edilen bir ORMAN hakkında konuşma zamanının çoktan gelmiş olduğunu düşünüyorum.

HRANT'I ANMAK da her şeyden önce onun halkına karşı saygılı davranma anlamını taşımalı diye düşündüğümden, geçmiş zannedilen geleceğimiz hakkında tartışma zorunluluğumuzu ertelenmez bir gereklilik buluyorum.

(*)Sarkis HATSPANIAN
Politik tutuklu
"Vardaşen" mahpusanesi,
ERMENİSTAN
Ocak - 2011

(*) Anadolu geleneğinde pusunun, arkadan vurmanın kalleşçe olduğu söylenir. Kalleşin arkasında durulmaz dışlanır, düşman’la yüz yüze gelmek esastır, Anadolu delikanlısı bunu yapar derler. Hrant bu bakımdan da kalleşçe katledilmiştir. Kalleşin arkasında duranlar bir değer yitiminin farkında olmalıdırlar. Meğer delikanlılık sözde, kalleşlik esasmış. Gerçi bu değeri 1915'te yitirmişlerdi. Tehleryan, Ermeni halkını kalleşçe yok eden Soykırım mimarı Talat’ı vurduğunda önce Talat’a seslenmiş ve göz göze geldiğinde tetiği çekmiştir. Talat’ın kendisini bir Ermeni’nin vurduğunu bilmesini istemiştir.

(**) Ağparik, Ermenice ağabey anlamındadır.

(*** ) Armenak BAKIRCIYAN'ın katledildiği Oğhu (şimdi Karakoçan) ve vasiyeti üzere gömülü olduğu Dersim'in Medzgerd (şimdi Mazgirt) ilçesi Faraç köyü Ermeni yerleşim yerleri olmuşlardır.

Hiç yorum yok: