7 Eylül 2010 Salı

Çakallaşmamak…


Gün Zileli
zileligun@hotmail.com


Kaos Yayınlarından 1995 yılında yayımlanan Abel Paz’ın Halk Silahlanınca (çev: Gün Zileli) kitabında beni çok etkileyen bir sahne vardır. İspanya Devriminin ve İç Savaşının büyük anarşist kahramanı Durruti, “Durruti Column” denen anarşist milis müfrezeleriyle Madrit’in savunmasına koşar. Bu, Franko’nun ilerleyen orduları karşısında son savunma mevziidir. Artık her şey buradaki savunmanın yarılıp yarılmamasına bağlıdır. Frankocular şehrin sınırlarına dayanmışlardır. Politeknik Üniversitesinin binalarında, bina bina, kapı kapı ölümüne bir çatışma sürmektedir. Durruti, anarşist milislerin başında elde silah savaşmaktadır. Bir ara yeni takviye birlikleri istemek üzere genel karargâha gelir yorgun argın. Tam kapıdan çıkıp arkadaşlarının yanına döneceği sırada telefondan onu isterler. Ahizeyi alır. Karşısındaki, çok sevdiği karısıdır. “Tamam tamam, şimdi vaktim yok” dedikten sonra ahizeyi çat der kapatır. Sonra bir an durur ve oradaki görevliye “işte savaş insanı böyle çakallaştırır” der.

Nasıl savaş politikanın silahlarla yürütülen bir devamıysa, politik mücadele de silahsız yürütülen bir savaştır. Nasıl savaş insanı çakallaştırırsa, politik mücadele de işte aynı o şekilde çakallaştırır. Özellikle politik mücadelenin iyice kızıştığı, toz dumandan göz gözü görmez bir ortam doğduğu anlarda insanlar her türlü insani duygudan, sevgiden, merhametten, adalet duygusundan ve vicdanlarından arınır ve bir çakaldan farksız bir şekilde rakiplerinin üzerine çullanır, onları amansız bir şekilde parçalamaya çalışırlar.

Murat Belge, Siyasi ve düşünsel yönelimlerine her ne kadar esasta katılmasam da, sevdiğim, takdir ettiğim, kaliteli bir edebiyat eleştirmeni, bir edebiyat adamıdır. Özellikle güçlü mantığına, batılı tarzdaki ironi duygusuna ve fikirlerini usul usul ifade ederkenki soğukkanlı üslubuna hayranımdır. Bugüne kadar bu soğukkanlı üslubunu ihlal ettiğine ya da rakiplerini adil olmayan bir şekilde ayaklar altına almaya kalkıştığına tanık olmamışımdır.

Ama bugüne kadar. Bugün bir arkadaşım, Murat Belge’nin bir yazısını gönderdi bana email aracılığıyla. “Neyin ‘boykot’u” adlı bu yazıda (Taraf, 28.08.10) “Boykot”çuları hedef almış ve onları “mahçup hayırcılar” olarak değerlendirmiş. Murat Belge gibi dikkatli bir insanın, “hayır”cıların da “boykot”çuları “mahçup evetçiler” olarak gördüklerinin ya da göstermek istediklerinin farkında olmaması imkânsız. “Boykot”çuların “mahçup evet”çi mi, yoksa “mahçup hayır”cı mı olduklarını “bilemem” ama şu toz duman dağıldıktan sonra, her iki tarafta da, eğer böyle bir duyguları hâlâ kalabildiyse, birilerinin mahçup olacaklarını en azından umabiliriz. Neden? Çünkü bu nitelemeler tipik, “benden olmadığına göre karşı tarafa hizmet ediyordur” mantığının ürünüdür de ondan. Yani ya birine ya öbürüne katılmak zorundasınız. Üçüncü bir cephe açtığınız zaman her iki cephe tarafından da haksız yere karşı tarafa hizmet etmekle suçlanmanız kaçınılmazdır. Siyasi gerilimlerden ve mantıksızlıklardan her zaman şikayet etmiş Murat Belge’nin son tutumu gerçekten ibretlik. Siyasi “şehvet” onun da gözlerini karartmış.

Ama daha da vahimi var. Murat Belge, yukarda özetlediğim görüşüyle yetinmemiş ve hızını alamayıp “boykot”çuları “Kemalistlikle” nitelemeye vardırmış işi:

“ ‘Meğerse ben Kemalist’mişim, bunu yeni anladım’ deseler, tamam, olay hepimiz için daha ‘anlaşılır’ olacak. Çok yadırganacak bir durum da değil, bu toplumda bu tavrın özellikle eğitim görmüş (ve belirli bir çevreden gelen) birilerinin DNA’larına, ‘gen’lerine yerleşmiş olması.”

Yani bu “mahçup hayır”cılar meğer bir de “Kemalist”mişler. Bunun tercümesi şudur: “Madem “evet” demiyorsunuz o halde Kemalistsiniz.” Tabii “Kemalist” suçlaması, nitelemenin seçilmiş en “kibar” sözcüğü. Altını okuduğumuz zaman, “boykot”çuların “askeri vesayet rejimi”nin savunucuları olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Artık burada “mahçup” eki bile söz konusu değil.

Oysa Murat Belge de çok iyi bilir ki, “boykot”çular, içlerinde çok farklı eğilimler taşısalar da, topluca Kemalizmden en uzak eğilimlerin temsilcileridirler. Ama Murat Belge, onların söylediklerine ya da gerçek tutumlarına bakmak yerine, “DNA”larına bakmayı tercih etmiş. Bravo doğrusu, öjenik hareketi bile insanların genleriyle düşünsel eğilimleri arasında bu kadar doğrudan bir bağlantı kurmayı becerememişti.

Belki Murat Belge de normal haline dönse bu yaptığını doğru bulmayacak ama ne yaparsınız, şu anda toplum anayasa üzerinde bir savaşa ve taraflar hedeflerine kilitlenmiş durumda. Toz dumandan göz gözü görmüyor. Siyasi savaş çakallaştırıyor. En makul ve mantıklı bildiklerimizi bile. Şu örnek bile, seçim ya da oylamaların özgürlükten çok, körcesine bir bağnazlığı geliştirdiğinin iyi bir örneği. Neyse, şu hengame geçsin de belki o zaman daha sağlıklı ve soğukkanlı değerlendirmelerin kapısı aralanır. Belki o zaman “Murat Belgesel” bir tutumda olanlar, sabah olduğunda sarhoşluklarından ayılıp “ben neler yaptım dün gece yahu” diye kafalarını toplamaya çalışan insanlar gibi yavaş yavaş kendilerine gelmeye başlarlar. Umarım.

Hiç yorum yok: