21 Kasım 2008 Cuma

Vefasız Politika




A.Kadir KONUK / Yenihayat1@t-online.de


Politik yaşamımda iyi öğrendiğim önemli noktalardan biri; sağ veya sol olsun, politikanın VEFASIZ olduğudur. İnsan çabuk harcanır. Özellikle de yukarıları eleştiren insanlar bir saniyelik edilirler. Bazıları bu harcama işini “İnsan malzemesi” sözüyle maddeleştirirler.

Geçmişte içinde yer aldığım partinin yöneticilerine “Bu partiyi TKP’nin boşalttığı alana yerleştirmek istiyor, militan içeriğinden soyunduruyorsunuz” dediğim için kötü olmuştum. Bu gün onlar TDKP isimli örgütü tümden yok etmekle kalmadı, onu eski, eksikli, hatalı biçimiyle savunanları bile düşman ilan ettiler.

Deneyimlerimle hareket ediyorum. Bir düşünceyi eleştirmeden önce onun karşısında neyi düşündüğümü iyi anlamaya çalışıyorum. Netleştikten sonra o düşünceyi savunuyor, sonuçlarına da katlanıyorum. Elbette bu davranışım ulaştığım bütün düşüncelerin yüzde yüz doğru olduğu anlamına gelmiyor, ama yanlışlık oranları iyice düşmüş oluyor.

Sayın Öcalan’la ilgili olarak “Sayın” deme kampanyası başlatıldığında “Sayın herkes için” başlıklı bir yazıyı bu sitede yayınlamış, bu yazının bir yerinde şöyle demiştim:

“Sayın Öcalan’ın tecritten çıkarılarak, tüm insani haklardan yararlanabileceği özel bir yerde tutulmasından yanayım. Yani yanına konuşabileceği, sohbet edebileceği birkaç insan verilirse, televizyonu, radyosu, telefonla konuşma hakkı olursa, gazetelerini, mektuplarını, kitaplarını zamanında alabilirse, günlük yeterli ölçüde havalandırmaya çıkarılabilirse onun sıradan hapishanelere götürülmesine karşıyım.
Neden mi?
Öküz bir gardiyan, aşağılık kompleksinden kıvranan bir müdür gelir, “Gel lan buraya Apo” diye seslenir.
Dayanabilirseniz dayanın.”

Türkiye’de cezaevleri kendi başlarına birer cumhuriyettirler. Her ne kadar ortak bir yönetmeliğe sahip olsalar da onları uygulayan yöneticilere göre bu yönetmelikler pekala değişebiliyorlar. Var olan yasalara göre cezalandırılmış insanların bu yönetmeliklere uymama özgürlükleri vardır, karşılığında onları bekleyen elbette ödül değil, cezalandırılmadır.

Abdullah Öcalan mevcut yasalara göre suçlu bulunmuş, cezaevine konulmuş, özgül konumu gereği öteki siyasilerden daha ayrıcalıklı bir uygulamaya tabi tutulmuştur. Onu savunanlara göre Öcalan ezilen bir ulusun haklarını savunduğu için suçsuzdur.

O zaman savunulması gereken şey, süresi belirsiz olan bir cezanın çekileceği cezaevinin koşullarının iyileştirilmesi değil, onun özgür bırakılması olmalı değil midir? Bu istem öteki siyasi tutsaklarla bütünleştirilince ifadesini “Öcalan’a özgürlük! Koşulsuz genel af”ta bulursa yanlış mı olur?

Cezaevlerinde olan insanların saçlarının kesilmesi, dövülmeleri, hücrelerine saldırılıp tecavüze kalkışılması, aramalarda cinsel organlara kadar bakılması, cinsel tacizin cop sokmaya kadar götürülmesi yeni bir olay değildir. Öyleyse bunlara sadece Öcalan’a uygulandıkları için değil, genel bir uygulama oldukları için toptan karşı çıkmak en doğrusu değil midir?

Slogan burada “Yıkılsın zindanlar, genel af” olamaz mı?

İmralı’da ilginç bir hareketlilik olduğunu geçti ajanslar. Hapishanenin genişletileceği, oraya başka mahkumların götürüleceği yorumları yer aldı bu haberin içinde. Bakanlık yetkilileri de bu haberi “Beş altı kişi gönderebiliriz” diye doğruladılar.

Böyle bir olay gerçekleşirse oraya kimlerin götürüleceğini zannediyorsunuz? Öcalan’a saygı duyanların mı?
Elbette hayır.
En başta Şemdin Sakık gibileri düşünmek gerek. Ergenekon davası inşaat bitinceye kadar sona erer. Onlardan hüküm giyecek bir kaçını, itirafçıları da düşünün.

Bu tür insanlar elbette komutanların karşısında hazır olda duracak, tüm emirleri yerine getirecekler. Eğer ortak bir koğuşta yaşarlarsa koğuşun işlerini de ortak yapacaklar demektir. O zaman sayın Öcalan’ın bunlara hizmet etmesi gerekecek. Örneğin, nöbet sırası kendine geldiğinde yemeklerini dağıtacak, bulaşıkları yıkayacak… Bunlara uymadığı zaman yine hücreye konulacak.

Onları neden İmralı’ya götürüyorsunuz diye itiraz edebilir misiniz?

Yineliyorum, bana göre sorun cezaevlerinin koşullarının düzeltilmesinden ötededir, asıl istem “Tüm siyasi tutsaklar için koşulsuz genel af” olmalıdır.

Bunu içerideki insan istemez, isteyemez. Bu istemi dile getirmek dışarıdakilerin görevidir. Böyle bir uygulamanın gerçekleşebilmesi için elbette dışarıda bazı koşulların da olgunlaşması gerekir. O koşullarla ilgi olarak da istemler somutlaştırılmalıdır.

Sayın Ahmet Türk bir otonomi, federasyon, bağımsızlık istemediklerini, ortak bayrak, ortak devlet tezini savunduklarını dile getirdi.

Eğer istem buysa bunun adı artık her yerde konulmalıdır.
Yok bunlar geneli bağlamayan, bir siyasinin kendi iç düşünceleri ise o zaman da sorun maddeleştirilmelidir.

Geçmişte “Sosyalist, birleşik, bağımsız Kürdistan” sloganıyla yola çıkılmış, bu gün bunların tümünün yadsındığı bir noktaya gelinmiştir. Bu günün istemleri dünün istemleriyle asla çakışmamaktadır. Bu günkü istemleri şöyle özetlemek olanaklı:
-Ana dile özgürlük, ana dilde eğitim, basın-yayın hakkı
-Kültürel özgürlük
-Siyasi parti kurma özgürlüğü
-Birlikte eşit koşullarda yaşama özgürlüğü
-Dağdaki insanlara koşulsuz genel af!

Bazı insanların sıklıkla “PKK ne istiyor belli değil” sözlerinin altı boş değil. İstekler yaygın, kesin sınırları çizilmemiş, halk belirli anlarda sokak eylemlerine çağrılıyor ama nereye yönelmeleri gerektiği belirli değil. Sokaklar kaynıyor, taşlar atılıyor, insanlar ölüyor, bir süre sonra derin bir sessizlik sarıyor her tarafı. İstanbul’da yaşanılan ve insanı gerçekten güldürerek düşündüren “Otomobil lastiklerini kesme eylemi”nin neye hizmet ettiğini anlayabilen varsa beri gelsin.

Bu tür eylemler kitleyi yoruyor, bıkkınlık yaratıyor ve bu bıkkınlık giderek “Bitsin de nasıl biterse bitsin” anlayışına kadar uzanabiliyor.

Bu gün bu anlayışın giderek hızla yaygınlaştığını söylemek mücadeleye darbe vurmak anlamına mı gelir acaba?

Her gün bizleri şaşırtan haberler okuyoruz. Yerel seçimler için daha adaylar başvuru yapmadı, nerede, kimin aday olduğu belli değil, ama parti yönetimi tarafından belirli kent ve ilçe merkezlerinden “Kadın aday gösterileceği” açıklanıyor.

Bu ne anlama gelir sizce?
O bölgeler için adaylar bellidir. Buralarda erkek adaylar ağızlarıyla kuş tutsalar seçilemeyeceklerdir!
O kadar.

Bütün bunlar politikanın içinde olan şeyler. Beni içten yaralayan ve “Hayır, bu işin hiç tadı kalmadı” noktasına vardıran ise bir tek söz: “Beşikçi Kürtlerin Ziya Gökalp’i olmak istiyor!”

Sayın İsmail Beşikçi’nin avukatı değilim, ama saygı duyduğum bir bilim adamı olduğu için, hayır sayın Öcalan, Beşikçi’nin böyle bir istemi hiçbir zaman olmadı, olacağını da zannetmiyorum, diyeceğim. Ziya Gökalp bir Kürt’tü ama “Ben Türk’üm” diye bas bas bağırmış, Türkçülüğün esaslarını belirlemişti. Beşikçi hiçbir zaman “Ben Kürt’üm” demedi. O her zaman Kürtlerin dostu oldu, onların özgür, bağımsız yaşamalarını istedi, bunun cezasını da ömrü boyunca yeterince çekti. Çektiklerinin ödülü bu söz olmamalıydı.

Onu böyle suçlamasaydınız, düşüncelerini benimsemediğinizi söyleyerek eleştirseydiniz daha iyi olmaz mıydı? Böyle bir davranış herkes için daha öğretici olurdu.

Yaşamını Kürtlerin bağımsızlığı için severek harcamış birini bir faşistle özdeşleştirmeniz benim de yüreğimi yaraladı.
Bir kez daha üzdünüz bizi.

İşte vefasız politika böyle oluyor. Üzülüyor, yeniden öğreniyoruz.

Hiç yorum yok: