26 Aralık 2010 Pazar

Gireli On Bir Yıl Oldu!





Efendim biliyorsunuz, son günlerin en gözde iki sözü “Gireceğiz” ve “Giriyoruz!”

Bundan 11 yıl önce dünyaya bir hal olmuş, herkesi bir heyecan kaplamış, hatta bazıları “Dünyanın sonu geldi” diye düşünmüştü ve o gün de bir yerlere toplu olarak girdiğimiz hissine kapılmıştık. Ben de oturmuş “Mileniyon” isimli öykümü yazmıştım. O öyküde burnunu gösteren on buçuk yaşındaki ünlü sanatçımız da dünyaya aşağıdaki şarkısını armağan etmişti:

“Günler oldu gülemiyom
Ne halt yedim bilemiyom
Ellerin elleri oldu
Ben yarimi göremiyom

Mileniyom milemiyom
Neden sana giremiyom
Millet giriyor asıra
Polis basıyor nasıra
Ne yarar ki bu basura
Bulsam bile süremiyom

Mileniyom milemiyom
Neden sana giremiyom.”

Yukarıdaki öykü kahramanı şarkıcımız şimdi yirmi buçuk yaşında. Son on yılda dilediği yerlere girdi çıktı belki, yada dilemediği yerlere sokup çıkardılar onu. Şu sıralar yaşı gereği askerde, yat kalk talimi yapıyor.

Yine bir yılın son günlerindeyiz. Her yılın sonunda yapıldığı gibi herkes bir “Hesap” meselesine takılacak, eski yılın iyilikleri, mucizeleri, girilmiş ve girilmemişleri listelenecek ve “İyi saatte olsunlar” müneccim eli koklayarak yeni yılda neler olabileceğini duyuracaklar.

Benim özel olarak birilerinden, bir yerlerden dileğim, beklentim, girebileceğim, girmeyi düşündüğüm her hangi yer yok. Sabah kalkıyorum, tarih değişmiş, önüme ne çıkarsa giriyorum, ne bulursam yaşıyorum.

Bu tür bir yaşama “Serserice, umutsuz, amaçsız” bir yaşam diyenler olabilir. Hiç de değil. O gün önüme çıkan görevleri yapabildiğim kadarıyla yapıyor, geceleri “Ulan şunu da yapabilseydim” diye yatmıyor, hiç karabasana uğramıyorum.
Zaten “Umutlarla” ilgili rüya da görmüyorum. Rüyalarıma daha çok yaşadıklarım giriyor ve uyandığımda yorgun olmuyorum. Çünkü yaşadıklarımı geçmişte yaşarken o yorgunluğu çoktan yaşamış bulunuyorum.

Biliyorsunuz biz insanlar “İstemek” ve “Ummak” konularında tüm canlılara yüz beş takarız. Ol nedenle her şeye sahip olup da hala “İsteyenlere” halkımız “Gözünü toprak doyursun” der.

Yaşamımın tümüne baktığımda “Aslanım benim, ne güzel yaşadın” diyorum. Sevdim, sevildim, terk ettim, terk edildim, kavganın ilahını yaşadım, düşüncelerimi savunmakta kararsızlık göstermedim, zaman oldu dilim çok dışarıda durduğu için kurudu, ama sözümü söyledim, onlara koşullarım gereği gerçek anlamda babalık yapamasam da çocuklarım oldu, yüzlerini göremediğim torunlarım belki çokça “Senin gibi dedenin…” sözünü kullandılar, köylülerin daha sonra eşeklere kemirttiği ağaçlar diktim, kitaplar, gazete yazıları, kendime yazılar yazdım, bir yağlıboya ustası ve bir ev kadınının oğlu olarak hayalini bile kurmadığım yerleri gördüm, babamın soyadını ve bana verdiği ismi kirletmedim, yer yüzünün en az birkaç ülkesine yaydım bu ismi. Sevenlerim, sövenlerim oldu, sevenlerimden önemli bir kısmı sövgücüler kervanına katılırken eskiden sövenlerden bir çoğu sevenlere katıldı ve en sonunda “Üryan geldim yine üryan giderim” türküsünün dizelerine takılı yapayalnız biri oldum ve bu yaşamı kabullendim.

Patenti bana ait olan “Yaşam dertlere dertlenecek kadar uzun değil. Bırak biraz da dertler dertlere dertlensinler” sözüne ulaştığımda Sırat Köprüsü’ne üç kez gitmiş, “Oğlum seni çağırdılar mı” sorusuna “Hayır kendim geldim” yanıtını vermiş, “Hastir git o zaman, çağırırlarsa gel” yanıtını almıştım. Ondan sonra hiç kimsenin köprüsünün başına gidip “Abi bir geçeyim” demedim.

Gerçekten gözüm kalmadı geride, ön tarafa sadece düşmemek için bakıyorum. Mevsim kış, etraf kar buz, insan kayar, düşer değil mi?

“Milenyum”a gireli 11 yıl oldu. Dünyada topu toplamı 21 bin 910 gün yaşamışım, önümüzdeki yılın ilk ayının 12’sinde 61 yaşında olacağım. Bu kadar yaşayabileceğimi hiç düşünmedim, ne kadar yaşayabileceğim konusunda da hiçbir hesabım yoktur. İnsanca görevlerini elinden geldiği kadar yapabilmenin rahatlığı içindeyim.

Bilinçli, düşünerek, planlayarak kırdığım, kalleşlik yaptığım bir tek insan yok dünyada, bilinçsizce kırdıklarımın hepsinden özür diledim, kimi kabul etti, kimi etmedi, paşa gönülleri bilir.
Bundan sonra söylenebilecek en güzel söz:

“İşte geldik gidiyoruz buradan uzak diyara
Eskiden turp gibiydik, şimdi döndük hıyara!”

Sizlere yeni yılda “Tüm dilekleriniz gerçek olsun” diyeceğim, ama bu sözün de içinin gerçek anlamda boş olduğunu bildiğimden “Keyfinizce yaşayın, çağrılmadığınız sürece kimsenin köprüsünden geçmeye kalkışmayın” demeyi tercih ediyorum.

Sevgiler...

Hiç yorum yok: