20 Ağustos 2010 Cuma

DEVLET: SERİ KATİL!

”Bize tek araç “söz” kaldı. Sözümüze de göz diktiler. Diyorlar ki “Devlete katil deme”. Olur. Seri Katil.”

ARAT DİNK

Devlet ve katiller arasındaki benzerlik, savunmalarındaki benzerlikten ibaret değildir. Savunmaların benzerliği, aralarındaki benzerliğin sebebi değil tam tersine sonucudur. Dahası aralarındaki ilişki benzerlikten çok aynılıkla açıklanabilir.

Bu açıdan bakıldığında, devletin AİHM savunmasında şaşırtıcı bir şey yok. Peki ilginç olan ne? AKP hükümeti demokrasiyi bolca vurgulayan bir hükümet ya herhalde ondan ilginç geldi. Başka alanlarda demokrat olup olmadığı bu yazının konusu değil ama Hrant Dink cinayeti konusundaki notunu hâlâ veremeyenlere bu savunmanın şaşırtıcı gelmesi de gayet normal.

Türkiye’de demokrasi mücadelesi büyük oranda, katı koyu bir sıvıda boncuk arama performansı gerektiriyor kuşkusuz. Bu gerçek aklın bir ucunda her zaman tutulursa iyi olur. Eğer değiştirmeye güç ve/veya gönül yoksa maalesef o boncukları bulup, parlatıp, ortaya çıkarıp, boncukların bilinçli/bilinçsiz sahiplerini fazlasına teşvik etmekten başka da kısa vadede yapılacak pek bir şey yok. “Bak bu çok güzel oldu, bundan yapmaya devam et.” Elbette bunu yaparken kendi parlattığımız boncukların büyüsüne kapılmamak kaydıyla. Zira gözün karanlığa alışması gibi, boncuk ararken katı koyu sıvıyı görmez de olabiliriz. O durumda da daha koyu bir parça bize ilginç gelebilir.

Savunmanın gündeme gelmesi üzerine, bazı gazetelerde hükümeti edilgen bir konumda resmeden tuhaf kulis haberler yer aldı. “İşte demokrat denen Hükümet’in gerçek yüzü” diye ortaya atılan fırsatçılığa ne kadar karnımız toksa, “bu savunma hükümetin işi değil devletin işi” çevikliğine de o kadar tok. Kimse “devlet”in ne olduğunu, “hükümet”in ne olduğunu anlatma zahmetine girişmesin. Kaynakları aynı da olsa doğruya doğru derken, eğriye de eğri diyebiliriz.

Nihayet hükümet kanadından, savunmanın pek şık bulunmadığına ilişkin sahibi belli beyanlar da geldi. Hükümetin “ne şiş yansın ne kebap”, “hem ağlarım hem giderim” tavırlarına da “ya sabır” çekip duruyoruz. Milliyetçilikte de demokratlıkta da mangalda kül bırakmayan bir tutumla daha ne kadar demokratikleşeceğiz bilemem. Ancak mevcut bu kadar antidemokratik olunca herhalde ilerlemenin bu şekli bir süre daha devam edecek. Demokratlık mutlak bir değeri ifade ediyormuş gibi, yanlışların doğruları götürdüğü bir lüküs hayat düşü içerisinde de değiliz zaten.

Türkiye’de hükümetlerin tam anlamıyla iktidar olmadığını, hiç mecbur olmasak da, göz önünde bulundurabiliriz elbet. Ama bu, hükümetin bir güç sahibi olmadığı anlamına hiç gelmez ve bakılacak yer tam da o sahip olduğu gücün ne kadarını, nasıl kullandığıdır. Cinayetin hazırlık sürecindeki tutumu aymazlık idiyse bunu cinayetten sonraki süreçteki tutumuyla gidermeye çalışabilirdi. Sorumluların ortaya çıkarılıp yargılanması bir tarafa, ödüllendirilenlerini de gördük. Hasbelkader ortaya çıkmış olanları, yargılamamanın kendisi de bir ödüllendirmedir zaten. Mesela şimdi çok üzüldüğünden bahseden yetkililer, eminiz gözyaşlarını siler silmez söz konusu savunmayı yapanlarla ilgili bir işlem başlatmışlardır ve sonuçlarını da çok geçmeden açıklarlar. Samimi hislerin ne olduğu bizi ilgilendirmez, bu “samimi hisler” çok fazla dillendirilmezse memnun olacağız. Kanaat oluşturmak için, yapılanlar ve yapılmayanlar dışında bir yerlere bakacak halimiz yok.

Geçmişle yüzleşmekte zorsunanlar, bugünle yüzleşmeyi deneyebilirler. Bu cinayetteki devletin sorumluluğu yargılanmadan, “muasır medeniyet seviyesi” bir ham hayal olarak kalır. Evet, öylesine belleğimize işlendi ki bu vecizeler, dil oynamadan edemiyor. “Öteki”nden boşalacak o zehirli kanın yerini “kendi”yle barışarak doldurmanın Nazilikle benzerliğini açıklamak, bu yorumda imzası bulunan Hükümete düşer. Babamı tehdit eden vali yardımcısından boşalacak yeri, devletin güzide bünyesinde mevcut olan bir diğeriyle doldurmaya, o kadar zaman neyin engel olduğunu açıklamak da...

Savunmada aynı terane bolca döndürülüyor yine: “Koruma istememiş”miş. Siz dalga geçmeye devam edin. Tehditçisine “beni koru” demek babamızın meşrebine uygun değildir. Lafı dolandırmayalım, bu ülkede söz konusu kuvvetler halka hiçbir zaman ayrı olmamıştır. Onlar kendine ayrıdır. “Devlet” diyorsak, “devlet” ne demekse onu söylüyoruz. Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı alın, bunlara bir de “devlet güdümlü medya” ve “devlet güdümlü sivil toplum kuruluşları”nı ekleyin, bütün bunları alıp boynumuza beşi bir yerde yapan egemen ideolojiyi de unutmayın. Devlet budur. Katil de budur. Şimdi bunların cinayette tek tek nasıl sorumlulukları olduğunu anlatamayacağım. Hâlâ anlaşılmamış bir şey kalmışsa, uygun bir vakit madde madde anlatırız.

Diyorlar ki “Devlet deme”, yok “bir kısım de”, yok “derin de”. O kısmı neyse çıkar ortaya, sen söyle. O kısım tamamen ortaya çıkmadıkça bunun adı “devlet”tir.

Diyorlar ki “Devlete katil deme”, “dedirtmem”. “Ben devletim” diyen katilleri çıkar ortaya, onlara “sen devlet değilsin” de önce, sonra beni tashih edersin.

Rahip Santoro cinayetine bakıyoruz, öldürüldüğü güne kadar devletin emniyet teşkilatı “pontusçuluk”tan dinlemeye almış. Malatya’daki “misyoner cinayetleri”ne bakıyorsun, dava dosyasının yarısı maktuller hakkında devletin topladığı bilgilere ayrılmış. Babam hakkında fişler tutulmuş. Bunları bilmek için bu belgelere ihtiyacımız var mıydı? Misyonerlik faaliyetleri ve azınlıklar bu devletin güvenlik konsepti içinde birer tehdit kaynağı olarak ele alınmıyor mu? Geçmişe dönüp faili sözde meçhul cinayetlerin bütün kurbanlarına bakalım mı, ortak noktaları ne diye? Kürtlere yapılanlara bakalım mı? Yoksa birilerinin hidayete erip “devlet itirafçısı” olmalarını mı bekleyelim?

Bize tek araç “söz” kaldı. Sözümüze de göz diktiler. Diyorlar ki “Devlete katil deme”. Olur. Seri Katil.

Hiç yorum yok: