1 Nisan 2009 Çarşamba

SES(LER) DUVARLARI AŞARKEN/AŞ-ERKEN






Prof. Dr. M. ŞEHMUS GÜZEL

Şiirleriyle, öyküleriyle, makale ve mektuplarıyla, değişik türdeki eylemleriyle seslerini duvarların ötesine ulaştıranları, ulaştarmayı arzuluyanları desteklemenin tam zamanıdır. 29 Mart 2009 seçimlerinden sonra genel afın gündeme alınmasını ve genel af yasasının çıkarılmasını bilhassa arzuluyorum ve herkesi bu konuda çaba hacamaya davet ediyorum : Yıkılsın duvarlar ve özgürlüklerine kavuşsun çocuklarımız, kardeşlerimiz, yakınlarımız.

Evet bugün dünden daha çok dört duvar arasında tutulanları anımsamanın zamanıdır. Yirmidört saatimizden yirmidört dakikamızı onları düşünerek geçirmek.

Denemekte yarar var. Vicdanı olanlar için.

Bugün dört duvar arasında tutulanların, tutsak edilenlerin dertleri pek çok. Hasta oldukları halde tedavilerini özgürce yaptırabilmelerine izin verilmeyenler var. Odak dergisinden iyi şair Erol Zavar örneği en bilinenlerden biri ama onun gibi onlarcası var.

Çocuklarıyla dört duvar arasında çile dodurmak zorunda kalan analar var. Çocukları da onlarla çile dolduruyor. Çocuklar(ımız)a sınıfları dolduramadan çile doldurtmak kimseye yakışmaz oysa.

Bu duvarların aşılması şart. Çok çile çekildi çok. Çok insan öldü(rüldü) çok. Yeter artık. Edi bese ! Ya basta ! Assez ! Bu kadar acı bize yıllarca yeter. Üstü kalsın kardeşim, is-te-miyoruz artık be !Yeter be ! Yeter !

Bu ses sadece benimki değil. Sesime başka sesler de katılıyor. Sesim onlarınkinden güç alıyor. Sesime ses veriyorlar. Bana heyecan. Vicdanı olanlara vicdan daha çok vicdan. İyi şair, öykücü, deneme yazarı, her parmağında bin marifet, dostum Adil Okay aylardır bir deneyim, bir eylem içinde. Türkiye için hem önemli hem de onur kurtarıcı niteliği açısından anılmaya değer.

Adil bu, dört duvarı bilir. İşkenceyi bilir. İşkencecilerin, katillerin yaralı bir tutsağı merdiven boşluğuna öldürmek için, evet evet yanlış okumadınız, öl-dür-mek için, nasıl attıklarını ve « öldü mutlaka » diye nasıl bıraktıklarını bilir. Çünkü kardeşlerim bunların tümünü ve tamamını ve hatta fazlasını bu adam bizzat yaşamıştır. Bu adama bütün bunlar reva görülmüştür. Akıllar al(a)maz. Etinde izi durur. Öldürmek için vücuduna sıkılan bir kurşunu hâlâ taşır baçaklarından birinde. Hangisi olduğunu söylemem. Çünkü Adil iyi futbol oynar. Söylersem markajı kolaylaşır diye çekiniyorum. Çünkü o kurşunu murşunu umursamaz, kurşun bacağında dolaşır Adil bu dünyada. Evet Adil bu, aylardır değişik dört duvarlarda çile dolduran ve kimi yıllardır süren duruşmalarına rağmen bir türlü bitirilemeyen davaların « sanığı » insanlarla mektuplaşıyor. Çok iyi bir şey yapıyor. Ve onlardan gelen mektupları değişik internet sitelerinde yayınlıyor. Bu mektupları aynı zamanda Diyarbakir@yahoogroups.com (Aynen böyle) ile de paylaşıyor. İşte geçen salı günü bu « tarihî kanal »dan aldığımız üç mektuptan birkaç satırı sizinle paylaşmam şart :

Önce MLKP davasından « tutuklu » Naci Güner’in mektubundan : « Ne zaman çıkacağımı soruyorsun. Şubatın 20’sinde duruşmamız vardı. ACM’de. Yani eski DGM. Gelecek duruşmamız 26 Haziranda. Yıllardır içerdeyiz. Henüz ceza almadık. Bir bakıma cezayı peşin yatırarak kesiyorlar. Başı ağrıyan ‘paşayı’, dişi ağrıyan ergenekoncuyu ‘ol sebepten’ tahliye ediyorlar da, bizi ‘düşünüyorsun’ diye yatırıyorlar. (…) 12 Eylül hukuku parça parça kırılacaktır. Kürtler kırıyor. İşçiler kırıyor. İşsizler kırıyor. Kadınlar ve gençler kıracaklar. O karanlık sürecin hukukunu. İçeride ve dışarıda F tipi olan her şey belleklerden silinecek. Ve silinmek zorunda. Ezilenler bu ceberut düzenin etkilerini bir çeyrek asır daha yaşayamazlar. (…) »

Yıllardır « içeride » tutulan bu insan bakın nasıl yarınlardan umutlu, bunu da yazmayılım ki hep beraber biraz heyecanlanalım:

« Gel de heyecanlanma. Sevgili Adil, dalgaların kıyıyı dövdüğü, dalga seslerine martı seslerinin karıştığı güneşli günlerde, seninle birlikte aynı çay bahçesinde denize karşı çay içmeyi ve o mendil satan çocukları izlemeyi çok isterdim. Doğa yaşamımızı elimizden almazsa bir gün mutlaka karşılaşacağız. Buna inancım tamdır. »

Şimdi 18 evet tam onsekiz yıldır « PKK davasından tutuklu » Kasım Karataş’ın mektubundan bir alıntı : « Sevgil Adil. Gerçekten de sürpriz yaptın. Yazın dergisini aldım. ‘Ah Kudüs’ adlı şiirim yayınlanmış. Geçenlerde okumuştum. Bir bayan yazar ilginç bir saptama yapmıştı. ‘Filistin ilk göz ağrımızdır.’ demişti. Gerçekten öyledir. Hem Türkiye devrimcileri hem de Kürt devrimciler Filistin halkının kurtuluşu için az bedel ödemediler. Bu nedenledir ki, hala Filistin’e yönelik her saldırı bedenimizden kopartılan bir parça kadar acı verir bize. »

Kasım Karataş’ın Yazın dergisinin 117. sayısının arka kapağında yayınlanan şiirinden kısa birkaç satırı da mutaka sunmalıyım : Dört Duvar şairi susturamaz diyebilmek için :

« Ah Kudüs/Selahattin Rami’ye/Sana dödük yüzümüzü/Koşarak ömürler tükettik/Çığlıklarımızı koynumuza gizleyip/Yürüdük ardında/Yürüdük ki ateş yalımlı kapılardan geçip/Çığlık çığlığa zulmün imbiğine gömelim/Çocuk yürekli acılarımızı.. »

TKP-ML-TİKKO davasından tutuklu Haydar Sönmez ise şunları yazıyor : « (...) yaşından evvel olgunlaşmak zorunda kalanlardanım. Daha sekiz yaşında çalışmayı ve okumayı birlikte yürütmeyi öğrenmek zorunda kalmıştım. 20 yaşımda üniversite son sınıftaydım. Ve o güne kadar 22 ayrı işte çalışmıştım. (...) Çay bahçesinden ikram ettiğin çay için çok teşekkürler. Biz mahpuslar dünyasında sanal ikramların yeri geniştir. Bundan dolayı hiçbir ikramı red etmeyiz. Kimi ile güzel bir filme, kimi ile kordon boyu yürüyüşüne, kimi ile dağların başında gerilla ateşine, kimi ile bir fabrika grev çadırına konuk oluruz. Bedenen buralara bağlanmış olsak da yürek ve bilinç olarak özgür düşler aleminde geziniriz.
« Deniz Kızı » adlı şiirimden bir bölüm :
“belki/Bir ömür boyu sevmek ve sevilmek/Umudu kalmıştır geriye…/Artık/Bir güvercin gibiyiz/Kanadında bir sen bir ben/Mavi deryalarda ne sen bensiz/Ne ben sensiz/Uçamayız özgürlüğe… »
diye yazsa da kalem, yine de uçmakta yeni dünyalar keşfetmekte ısrar eder yaralı arslan. (...) »

Evet elleri kalem tutan, gönülleri çoşku dolu, yürekleri pırpır eden insanlar(ımız) sesleriyle duvarları aşıyorlar. Bu seslere kulak vermek gerek. Sesimizi bu seslere katmamız gerek. Bu ülkeye, bu topluma artık bir genel af gerek. 29 Mart 2009 seçimleri sonrasında genel affın gündeme alınması dileğiyle. Dört duvarlar boşaltılsın. Çocuklarımız, kardeşlerimiz güne ve güneşe kavuşsunlar. Denize. Çiçeklere. Güllere. Ağaçlara. Bahara ve yaza. Çocuklarına. Ana ve babalarına. Eşlerine. Yakınlarına. Sevgililerine. Sevdiklerine. Yeter artık !Yeter !

Hiç yorum yok: