22 Aralık 2008 Pazartesi

Söz Onların








A. Kadir Konuk / yenihayat1@t-online.de

Bu gün söz onların.
O kadar çoklar, o kadar canlar. Hepsi değişik siyasi hareketlerin insanları. Türk, Kürt, Ermeni, ne fark eder?

Yüzlerce sayfa tutuyor mektupları, ben içlerinden cımbızlıyorum sözleri:


(karikatür: Yavuz Mamaç)

Barış Açıkel’in mektubuna, bir kitaptan aldığı şiirle başlıyorum:

“ağlama Ahmet ağlama
davranma kuşağına ikide bir
anam-avradım olsun bu kara günlerin
sonu gelir
büyük balık küçük balığı yutar demişler
bok yemişler
onu sardalyalar düşünsün
sen balık değilsin ki ahmet
mek parmak mek parmak daha
sonu selamet.”

Kendine cezaevinde bir iş çıkarmış Barış. “Bu günlerde İspanyolca öğreniyorum. Nedeni de gitar çalıştığım için. Diyeceksin ki İspanyolca’yla gitarın ne alakası var? Flemanko parçaları anlayıp çalabilmek için. Ayrıca dil çalışması zevkli bir şeymiş. Epeyce geç fark ettim.”

“Biz tutsaklara yazmak nereden aklına geldi” diye soruyor Gülazer Akın. Devam ediyor:
“Keşke senin gibi duyarlı insanlar çoğalsaydı. Her kes bir iki kişiye yazsaydı, yine de yeterdi.”

Gülazer yıllardır yatıyor içeride, ama koskoca bir neşe küpü. Anlatıyor:

“Çelişkilerin olduğu yerde başarı daha büyük oluyor. Mesela ben böyle zorlu zamanlar yaşamasaydım, Allah bilir şimdi nasıl bir hayatım olurdu. Belki de daha on beşime varmadan babam beni bir davulcuya yada zurnacıya vermişti, şimdi 5-6 tane de çocuğum olmuştu. Akşama kadar onların peşinden koşturmaktan şimdi canım çıkmıştı…. Yani şimdi ben cezaevinde de olsam en azından ne için yaşadığımı biliyorum. Kendimi ruhen ve yürek olarak güçlü hissediyorum.”
(Önemli sağlık sorunları var. Yakınma sayılır diye onlara sıklıkla değinmiyor..)

“Sevgili heval, gönderdiğin kartları bize vermiyorlar. Kartlar yazılı olmayınca emanete kaldırıyorlar, ancak ailemize veriyorlar. O yüzden kartları gönderdiğinde arkasına kurşun kalemle birkaç cümle yazarsan alabiliriz” diyor Erol Dündar.

İçeride oturmak kötü, üç adım voltada bile olsa gezinmek iyidir. Ama ona da izin verilmediği anlar oluyor.

“Buradaki uygulamalar çok farklı. Şu an ben de içinde olmak üzere hepimizin cezaları var. Üç ay sportif etkinliklerden men!... Bir yıldan fazladır açık görüşe çıkamadım…14 yıldır cezaevindeyim, daha on altı yılım var…” diyor Umut Beyaz.

“Babamı, cezaevine ziyaretime 1995’te gelip gittikten sonra kaybettiğimi üç yıl sonra öğrendim, annem sanırım yaşıyor” diye yazmış İbrahim Doğan.

Bu sözlerin içeriğini, neler anlatmak istediğini fazla açıklamaya gerek var mı?

Ve şakayla ekliyor İbrahim Doğan, “Tahliyemize az kalmış, dile kolay, 2025’te dışarıdayım.”

Bir de adresler iletiliyor içeriden dışarıya, ben de iletiyorum, belki bir yazan çıkar.

“Nurcan Ersöz Muş E Tipi 1. Oda yazarsan ulaşır. Arkadaş 14-15 yıldır cezaevinde. Dağda yaralı yakalanmıştı. Çok mütevazi, çok hoş bir insandır. Şehit Gurbetelli Ersöz’ün amca kızıdır” diyor Ciwan Diyarbakır damından.

İsmet içeride yaşlananlardan biri. “Yaşıma şaşırmışsın, 34 yıla bir 60 yılı sığdırmış gibi hissediyorum. 18, 19 yaşlarımda yakalandım” diyor.

Kısası 16 yıldır içeride, daha da yatacağından başka. Üstelik önemli sağlık sorunları var, ama onun deyimiyle “İdare ediyor” işte.

Bazen gecikiyor mektuplar, dışarıdaki insan meraklanıyor, içeriden onu teselli ediyor Zindan Gülleri.

Şöyle yazıyor Şadiye Manap Midyat’tan:

“Hayır, bizi zor durumda bırakmıyorsun zarf pul konusunda. Sorunumuz olursa paylaşırız. Sanırım geciktiğimiz için bu yoruma gidiyorsun. Gecikmemizin tek nedeni yapmamız gereken işler, çalışmalar. Yani zindandayız ama çoğu zaman yoğunluktan başımızı kaldıramıyoruz….”

Kitaplı yazar, güzel öykülerin kalemi Rojbin Perişan, dışarıda üzgün olanı teselli ediyor:
“Bir çoğumuz 15-16 yıldır cezaevindeyiz, eğer bu halkın özgürlüğü için bir katkıda bulunmuşsak bu bizim için bir onur, mutluluktur!”

Bir de ailece girenler var zindanlara. Bolu zindanında yatan Resul Kocatürk bunlardan biri. Anlatıyor:

“Biz yakın zamana kadar hapishanede üç kişiydik. Yoldaşım, eşim Badegül de kısa bir süre öncesine kadar tutsaktı. 2005 yılında hapisliğinin 10. yılındayken tahliye oldu. Kardeşim Mustafa ise şu an Erzurum H Tipi cezaevinde tutsak. Birader yoldaşım da hapisliğinin beşinci yılında. Annem ve babam Fatsa’da kalıyorlar. Bana ayrı kardeşime ayrı ziyarete gidip gelmek onları oldukça yıpratıyor, sağlıklarını olumsuz etkiliyor.”

Yıllardır yatan Fercan, adının öyküsünü anlatıyor yazıştığı insana.

“Fercan… Evet Fercan… Ben dünyaya geldiğimde babamla dayım askerdeymişler, bir arkadaşları varmış, ismi Feccar’mış, bana onun ismini vermişler… Ardahan’da orta okula kaydım yapılırken katip benim adımı Feccar yazacağına Fercan yazmış. Liseyi bitirdim, diplomayı Fercan ismiyle verdiler. Biz de mahkemeye baş vurduk ve nüfusta da ismimi Fercan yaptırdık. Mahkeme ilginç olmuştu, anlatayım. Mahkemeye iki şahit götürdük. Bizim köylü iki amcaydı. Mahkemede şöyle ifade verdiler: Biz köyde çobandık. Öğlen hayvanları sağım için köye getirdiğimizde Şerafettin Kaya’nın oğlunun (Ünlü avukat Şerafettin Kaya değil) olduğunu isminin de Fercan konulduğunu söylediler, biz Fercan olarak biliriz. Doğum tarihi 13 Ocak 1960’tır.
Düşündükçe bu yalancı şahitlere güler dururum. 13 Ocakta Ardahan’da hayvanlar otlatılmaya gider mi hiç? Karın bir metreden az olmadığı, zemheri ayında çobanlarımız hayvanları otlatmaktan geliyorlar… İşte böylece resmi adım Fercan oldu.”

Sinan’ın öyküsü daha bir başka.
“94’te yakalandım. Daha 18’imi yeni bitirmiştim. 95’in sonunda müebbet hapis cezası aldım. Yaklaşık 15 yıldır cezaevindeyim.”

“Siz 20 yıldır yurt dışındasınız, topraklarınızı, bağlarınızı sularınızı görmüyorsunuz, ben de 17 yıldır içerideyim. 20 yaşındayken tutuklandım… Bartın, Erzurum, Siirt, Diyarbakır zindanlarında kaldım, şimdi buradayım. (Bingöl)” diyor Edip Yalçınkaya.

Bir de Erzurum’da yatan bir İnsan Hakları Savunucusu var. Rıdvan Kızgın. Önceleri Bingöl damında kalıyordu. Yaş bir hayli ileri, yaşıtlarıyla yatıyor. Şöyle anlatıyor yeni yerini.

“Oda 22 kişilik, benimle birlikte 17 kişiyiz. Ve hepsi memur, esnaf. Yaşları benden büyük olanlar da var, benim yaşımda olanlar da….”

Rıdvan Kızgın,
kendi deyimiyle “eğer bir kazaya belaya uğramazsa” üç ay sonra dışarıda olacak.

Ya ağırlaştırılmış müebbetlikler?

Onlar kaç cezaevi müdürü, kaç gardiyan, kaç cezaevi savcısı emekli edecekler daha? Kaç kez uykularından uyandırılıp, apar topar başka zindanlara, takım kelepçe, kol zinciri, tekme tokat sevk edilecekler.

Mektupları, havalandırma bahçesine çıkma, spor yapma, volta atma, söyleşme hakları yasaklanacak daha yıllarca.

Ve biz dışarıda olanlar “Af mı? Af istemek ayıptır” diyerek fikir sporuna devam edeceğiz.
Yatan biz olmadıktan sonra yatsınlar değil mi?

Biz içerideyken türkünün sözlerini değiştirmiş, “Mapus kaça kaça biter”e çevirmiştik. Geceler boyu görülür bu rüyalar, iyi biliyorum bunu. Beden betonda, tahta ranzada, demir ranzada, ince yatak üstünde, hücrede kalır, ruh kaçar geceleri, gider nehirlerin, denizlerin kenarına konar.

Ama yıllar da kaçar insan ömründen. Bir daha yakalanamayacak yıllar.
Yeni yılda o insanların yılları dışarıda tüketmeleri kime ne zarar verebilir?

Zindan Gülleriyle yazışıyor musunuz? Haydi geceler boyu çatlaştığınız bilgisayarlarınızın başına bu kez de onlar için oturun, gönderin onlardan size gelen mektupları, onları dünyayla paylaşalım. Hiç değil sesleri özgür olsun.

Yazışın onlarla, kartlarınıza mektuplarınıza, “Siz utanmayasınız diye sizin için af istemiyoruz” diye yazın.

Birlikte onların hepsi için seslenelim mi?

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!

Hiç yorum yok: