6 Aralık 2008 Cumartesi

İçim Üşüdü



A.Kadir Konuk / yenihayat1@t-online.de

Bu yazı, sayın Öcalan’ın son görüşme notlarından alınan „…Çünkü her şeyi ilkelerle savunmamda ortaya koydum. Çok derine inmedim. İlkeler şeklinde belirttim. Önemli olan da budur. Temel ilkeler belirlendikten sonra altını herkes doldurabilir. Aydınlar, siyasetçiler, akademisyenler rahatlıkla altını doldurabilirler. Bunun çok iyi okunması, satır satır, cümle cümle hatta kelime kelime okunup çok iyi anlaşılması gerekir. …Çözüm konusundaki yaklaşımım üzerinden değerlendirip anlamaya çalışsınlar, o şekilde eleştirsinler. Hatta eleştirirken beni yerden yere vurabilirler, ama ilkeler çerçevesinde eleştirebilirler. İlkeleri eleştirtmem. Yoksa kabul etmem. Ucuz eleştirileri de pek dikkate almıyorum" sözlerinden cesaret alınarak yazılmıştır.

Bazen kırılır içiniz, hissedersiniz.
Bazen derin bir boşluk oluşur bir yerlerde, uçurumlar açılır düşünce dünyanızda, üşürsünüz.
Bazen bir yıldız kayar kendinize özge gökyüzünden, karanlık çöker, kaybolursunuz.
Bazen kaybedersiniz bir dostu, üzülmeyi unuttuğunuzu farkedersiniz.

Sayın Öcalan’la ilgili düşüncelerim biliniyor. Son görüşme notlarını okurken birden üşüdüğümü hissettim. İçimden bir şeyler boşaldı.

Söylenenler doğruysa ben ömrüm boyunca Marks’ın ardına takılarak burjuvaziye hizmet etmişim. Bizler „Marks tepesi üstüne duran Hegel’i ayaklarının üstüne oturttu“ diyerek Marksizm’i savunduk hep. Diyalektik materyalizm bizim felsefemiz oldu. Yaşamda her şeyin zıtlarıyla birlikte, iç içe olduğunu, felsefenin tamamının zıtların birliği olarak da adlandırılabileceğini Marks’ı öğrenmeden çok önce öğrenmiştik.

Daha önce de yazdım, Marks benim için sadece bir filozof, daha fazlası değil. Düşüncelerini benimsiyorum, bu nedenle de savunuyorum ama ona tapmıyorum, onun eleştirilemeyeceğini de düşünmüyorum. Kaldı ki, Marks’ın proletarya diktatörlüğü konusundaki düşüncelerini yıllardır eleştirenlerden biriyim, bunu hiç gizlemedim. Hatta son yazdığım Tanrının Son Sözleri isimli romanım, içinde Marks’a yönelik eleştiriler olduğu için Türkiyeli bir devrimci yayıncı tarafından yayınlanmadı. Bana bu bölümü çıkarırsam kitabı yayınlayabileceklerini ilettiler, kabul etmedim.

Sayın Öcalan Marks’ı reddediyor, edebilir, benim sorunum değil. Kendisiyle Hegel arasında benzerlik kuruyor, olabilir, bu da beni rahatsız etmiyor artık. Önceleri insanlar onunla alay ediyorlar diye üzülüyordum, ama o ısrarla bu tavrını sürdürüyorsa bir bildiği vardır elbet.

Beni üşüten felsefi tartışmalar değil.
İçimde korkunç bir boşluğun oluşması da felsefi tartışmalardan kaynaklanmadı.
Bir süredir özellikle Kuzeyli Kürtler’in „Kürdistan“ ütopyalarının çalındığını düşünüyor, söylüyordum. Eskiden insanlar bizim de Kürdistanımız olacak diyerek mücadeleye omuz veriyorlardı. Yıllar önce Şam’da Kürt mahallesinde yaşayan Kürtlerle sohbet etmiş, bir gün Kürdistan kurulursa gider misiniz diye sormuştum. Derin bir sessizlikten sonra gitmesek de bizim de bir Kürdistanımız olur diye yanıtlamışlardı sorumu.

Şimdi o düşünce yok artık.
Çünkü Kürdistan düşüncesi çalındı.
Ütopya bitti.
Ama bu da Kürt ulusunun sorunu, o karar verecek kendi kaderi hakkında. Onlar kendilerine ait bir ülkelerinin, devletlerinin olmasını istemiyorlarsa ben onlara bunu istemelerini dayatamam. Kaldı ki bu konuda bir çok Kürt ulusalcısından oldukça farklı düşüncelerim bulunuyor ve onlar bana aitler.

İçimi üşüten son noktayı sayın Öcalan son görüşmede şöyle koydu:

„Musul ve Kerkük'te misak-ı milliye dâhildi. Konfederalizmle bunları da dâhil ediyorum. Misak-ı Milli önemlidir. Burada Kürtlerin haklarına saygılı olunacağı belirtiliyor. Kürtler ayrılmak istemiyorlardı. Zorla ayırdılar. Benim kastım Kürtlerin haklarıdır. Osmanlı nasıl ki altı yüz yıl boyunca bu bölgede bir güç olarak yönettiyse, eğer böyle bir çözüm geliştirilirse Cumhuriyet de buna öncülük ederek bunu devam ettirebilir."

Bu sözlerden sonra artık hiç bir şeyi tartışmak istemiyorum.
Kürtler benim için ezilen, horlanan, insan haklarından yoksun bir ulustan başka bir şey değiller. Onların tüm haklara ulaşabilmeleri için elimden geldiği kadar, yaşamımın sonuna kadar mücadele edeceğim. Kürtlerin bir devlet kurmak isteyip istememeleri de beni ilgilendirmiyor. Kendi kaderlerini kendileri tayin etmek istediklerinde bu konuda da bir karar vereceklerdir elbet.

Ama ben dün nasıl Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin faşist bir devlet, cumhuriyetin de faşist bir cumhuriyet olduğunu söylemiş, bunun bedelini ödemişsem bundan sonra da aynı sözlerimi yinelemeye devam edeceğim.

Bu cumhuriyetten, reformlarla, orasının burasının yamanmasıyla demokratik cumhuriyet falan çıkmaz. Onun temelden, kökten bir sarsıntıya, yeniliğe gereksinimi var. Bunu da ne iktidarlar ne ordu başarabilir. Bunu başaracak olanlar o topraklarda yaşayan halkların birliği, mücadelesi olacaktır.

Marksist damarım böyle söylüyor.
Bir Marksist olduğum için seviniyorum.
Çünkü şöyle yada böyle bütün ulusların bir gün özgürleşeceklerine, bütün milliyetçi özelliklerin yok olacağına, emek kardeşliğinin kurulacağına inanıyorum.
Benim ütopyam bu.
Bunu kimse elimden alamayacak.

Ben düne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Musul ve Kerkük’e yönelik işgal rüyalarını eleştirdim, bu gün sayın Öcalan oraları Osmanlı’da olduğu gibi misak-ı milli içinde sayıyor ve Türkiye’ye gelecek açısından oraları vaad ediyorsa ona da karşı çıkıyorum.

Irak Genel Kurmay Başkanı olan zat geçtiğimiz aylarda ağzından „Türkiye Barzani’yle görüşürse sınırlar bile değişebilir“ şeklinde bir söz kaçırmış, insanlar bu sözün üzerinde pek fazla durmamışlardı.

Bu sözün sadece „Kandil’i Türkiye’ye verebiliriz“ anlamına geldiğini düşünmüştüm. Böylece Güneyli Kürtler PKK sorunundan hem de Türkiyeli yöneticilerin ikide bir onları PKK yüzünden sıkıştırmalarından kurtulacaklardı. Türkiye de artık bütünüyle kendine ait olacak o dağı terörle mücadele adına isterse yerle bir edecek, isterse zehirli gazlarla yaşanmaz hale getirecekti.

Plan işliyor, dağlar hem İran hem Türkiye tarafından haftalardır bombalanıyor, o bölgedeki köyler insansızlaştırılıyor, ağır ağır hedefe doğru yürünüyor.

Geçtiğimiz yıllarda Bush’da „Ortadoğu’da sınırlar değişecek“ diye gevelemişti ağzında.
Ama işin ucu Musul ve Kerkük’e kadar dayandırılmamıştı.

Sonunda sayın Öcalan söyledi.

Yol bitti.
İçimde bir yerlerde ağıtlar başladı.
İçim üşüdü!

" İki-üç ay içerisinde Meclis bu komisyonu kurar, içinde seçkin hukukçular, hocalar, akademisyenler de olabilir, siyasetçiler de yer alabilirler, yargılama yetkisi olmaz, sadece gerçeklerin açığa çıkmasını sağlar. Ben bildiğim her şeyi onlara anlatırım. Onlar da yaptıkları araştırmaları kamuoyuna açıklarlar. Ondan sonra kimin Türkiye'nin iyiliğini isteyip kimin istemediğine, kimin haklı kimin haksız olduğuna, kimin affedilip kimin affedilemeyeceğine kamuoyu vicdanı karar versin“ diyor sayın Öcalan ve bir af beklentisini de dile getiriyor.

Ben de sadece bir tek kişi için değil, içerideki tüm siyasi tutsaklar için isteğimi yineliyorum:

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!

Hiç yorum yok: