26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bu Yazı Kılıçdaroğlu Üzerine Değildir...


Gün Zileli
zileligun@hotmail.com

Aktüel politika üzerine yazmayı seven birisi değilim, açıkça söyleyecek olursam aktüel politika alanında kalem oynatan yazarları biraz da küçümserim, onları sistemin günlük işleyişinin akıl hocaları olarak görürüm. Ne var ki, bazen toplumsal olaylar ve gelişmeler güncel bir siyasi olayda da kristalize olabiliyor ya da günlük siyasette bir patlama biçiminde ortaya çıkan bir olay tüm toplumu sarıp sarmalayabiliyor ve toplumsal bir gelişmenin ve yön tayininin çok önemli bir kilometre taşı olabiliyor. Siyasete en uzak insanları bile fikir serdetmeye sevkeden Kılıçdaroğlu olayı hakkında yazı yazmaya direnmemin de, en sonunda kendimi şu okuduğunuz yazıyı yazmak zorunda hissetmemin de sebebi yukarda özetlemeye çalıştığım, güncel siyasete ilişkin bakış açımdır.

Önce şöyle bir saptamayla başlayayım: Halkta, solcuların ütopyacı olduklarına ilişkin yaygın bir kanı vardır. Onların ileri sürdükleri iyidir, güzeldir de, bunlar sadece bir hayaldir, bugünün şartlarında uygulanmaları imkânsızdır. Ne var ki, bu günkü durumda, sanki solcuları ütopyacı gören “gerçekçi” halkla solcular yer değiştirmiş gibidir. Kılıçdaroğlu'ndan büyük beklentileri olanlar, bir ayakları yere basmazlık içindeyken, eskiden beri ütopyacı olarak nitelenen solcular katı bir gerçekçilik içinde görünmektedir. Neredeyse tüm toplum, CHP'nin sınırlarını fazlasıyla aşan beklentilerle (hayır, salt medyanın yarattığı bir hava olarak görülemez bu), ne olduğu bile tam anlaşılamayan bir ilüzyonla ayağa kalkmışken, solcular asık suratlarla yerlerinde oturmakta ve Kılıçdaroğlu'nun hiçbir şeyi gerçekleştiremeyeceğini söylemektedirler.

Öte yandan bir kısım solcu, klasik anti-emperyalist ve “üç dünyacı” paradigmalarının ürünü olarak, vakit kaybetmeden yeni komplo teorileri üretmeye başlamışlardır bile. AKP Başkanı Tayyip Erdoğan, son zamanlarda İran'la, Suriye'yle ve Rusya'yla bağlar geliştirmiş, Avrasyacı bir çizgi tutturmuş, bundan son derece rahatsız olan Amerika derhal Tayyip'e karşı bir alternatif hazırlamaya girişmiş, işte bu alternatif de Kemal Kılıçdaroğlu'ymuş, hatta “Baykal operasyonu” da bu amaçla, muhtemelen ABD ya da onun yandaşları tarafından hazırlanmış. Ben ABD en üst yetkililerinden biri olsam ve bu yorumları okusam herhalde kıs kıs ya da kahkahayla güler ve “biz neymişiz be abi” derdim kendi kendime. Bu ne sürat!!! ABD, Tayyip'in “üçüncü dünya”ya yöneldiğini görüyor, ona karşı yeni bir alternatif yaratmaya karar veriyor, derhal bir komplo düzenliyor ve Kemal Kılıçdaroğlu'nu CHP'nin başına getiriyor. Solcuların gerçek ütopyacılar olduğuna hiçbir zaman inanmadım ama kafalarının bir polisiye roman yazarı kadar komplocu çalıştığı bir gerçek. Burjuvazinin, sistemin, AKP karşısında alternatifsiz kalmasından hoşnutsuz olduğunu ve ona karşı bir alternatif yaratmanın yollarını aradığını söyleseler makul karşılayacağım ama yukardaki düşünüş tarzı, Ergenekoncu-ulusalcıları felakete götüren düşünüş tarzının aynısıdır.

Kılıçdaroğlu'nun birkaç konuşmasını izledim. İçi boş bir “onlar kötü, bizi iktidara getirin” söyleminin ötesinde pek bir şey yok. Yani tipik politikacı demagogluğu yapıyor gibi geldi bana. Ama ben yine de “gerçekçi” solcularımızdan farklı düşünmeye çalışacağım. Kılıçdaroğlu'nu tanımam etmem ama düzenin ana muhalefet partisinin başkanı olabilmesi ona güvenmemem için yeterli nedendir. Bununla birlikte, “gerçekçi” solcularımız gibi ukalaca burun kıvırmaktansa halkın coşkusunu anlamaya çalışmaktan yanayım.

Halk, bu son Kılıçdaroğlu olayıyla, umut gördüğü yere büyük bir coşkuyla yönelme, yani alternatifsizlik içinde kahrolup moral çöküntüye uğramak yerine, yeni bir umut ve coşkuyla ayağa kalkma yeteneğine sahip olduğunu bir kere daha göstermiştir. Bu coşkunun sonu ne kadar hüsran olacak olsa da bu yeteneğin kendisi çok önemlidir. Halk hayatı bırakmıyor, aldanıyor ama yeniden ve yeniden denemeyi seçiyor. En ufak bir umut ışığı gördüğü zaman, bu ışık bir aldanış da olsa, “neden denemeyeyim” diyerek o ışığa yönelebiliyor. Halk alternatifsizlik içinde kahrolup gitmeyi, ölüme yatmayı tercih etmiyor. Bazı solcuların sandığı gibi, alternatiflerin bitmesi, halkı devrime yönlendirmez. Tam tersine. Gerçekten bir alternatif olmadığını düşünen halk, genelde düzen dışı alternatiflere yönelmek yerine ya dağılmayı ya da umutsuz bir yıkımı tercih eder ki, buradan da devrim değil, olsa olsa “faşizmin kitle ruhu” çıkar.

İşte bu nedenle, halkın ilüzyonunu, evet açıkça dile getirmek gerekirse halkın “Kılıçdaroğlu ilüzyonunu”, bu ilüzyonun verdiği coşkuyla ayağa kalkışını ciddiye almak gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten devrim isteyenler, bu güzelim coşkuyu, bu hep birlikte ayağa kalkma ruh halini küçümseyemezler, küçümsememelidirler, hatta tam tersine, Kılıçdaroğlu'na ilişkin eleştirilerini bile bu coşkuya sırt dayayarak yapmalıdırlar. Bu zor iştir ama devrimciliğin kolay bir iş olmadığı da hep söylenegelir. Kitlelerin coşkusunun ve topluca yönelişinin bittiği yerde ne devrim, hatta ne de toplumsal bir uyanış söz konusu olabilir. Halkın şenliğine katıl, aldanışını (ki insanlar da aptal değildir, onlar da kendilerine “acaba” sorusunu sormuyor değiller) eleştir!

Hiç yorum yok: