26 Aralık 2008 Cuma

Unutun Eski Sözleri




A.Kadir Konuk / Yenihayat1@t-online.de


Bir yıl geçti yaşamımızdan. Seviniyoruz.

Kırlangıçlar geldi gitti. Leylekler de öyle, lak lak…

Leyleklerin konabilecekleri bir çatı kurulamadı hala, toplantılar yeni toplantılar yapılabilmesi için dağıldı.

Aslında Kürtler birlik olacaklar olmasına da siyaset bırakmıyor.

Biz şu kadar öldürdük, onlar bize şu kadar kayıp verdirdiler hesabında rakamlar olarak kaldı insanlar. Ölüm için şu kadarı hazır. Mutfağa yeni tencere tabak alınıyor gibi konuşuluyor insan söz konusu olunca.

Geçen yıl da öyleydi, ondan önceki yıl da…

Kriz dünyanın bütün ülkelerine balıklama dalıyor, bir tek Türkiye’den teğet geçiyor. Kim sallar krizi? İşsizlik de öyle, yoksulluk da. “Allah vermiş, buna da çok şükür!”

Herkes doğruları en çok kendisinin iyi savunduğunu ileri sürüyor. Bir dönem savunulan doğrular yine aynı ağızlar tarafından bir süre sonra yanlış ilan edilse de “Son tahlilde” doğru onlardır.

Hayır, bu doğru değil, asıl söylenmeyen, dile getirilmeyen iktidar hırsı, benim düşüncem, benim partim egemen olsun çabası. Bu nedenle görünen yanlışlar bile doğru olarak savunuluyor. Özeti mi; bütün Marksistler devrim ister, ama kendi partileri yönetimde olursa. Bütün Kürtler özgürlük ister, ama kendileri iktidarı yakalayabilirlerse… Bu nedenle ötekiler kötüdür.

Bunun detaylı felsefesini isteyenler tüm siyasi “argümanlarıyla” yapabilirler. İsteyen her devrim devrim değildir, en iyi devrim bizim devrimdir de diyebilir. İsteyen insanlık için en iyiyi kendilerinin savunduğunu bağırabilir. Kulaklarım kapalı artık bu sözlere.

Felsefe dünyayı anlayabilmek, ona anlam kazandırmak için ortaya çıktı, sonra egemen olma, iktidarı yakalama hırsına büründü. İnsanlığı bütünleştirmesi gereken felsefe, onu böldü parçaladı.

Yaşamım politikayla geçti, yaşamın tümüne tek pencereden bakan politikacıları sevmiyorum artık.
Sizin evde havalar nasıl? Yeni bir yıl geliyor diye telaşlanıp, kendinizle hesaplaşıyor musunuz?
Boş verin! Bütün hesaplar batmış bakkal defterlerindeki ödenmemiş veresiye hesaplarına benzerler.
Geriye dönüş olanaklı olsaydı hesaplaşmanın bir anlamı olurdu belki. Düzeltebilmek için.
İçinde bulunduğunuz durum geçmişin ürünüdür, geleceğe taşıyacağınız ise yarının.

Günü yaşayın. Ama inançla, insanca duygularla.

Boş verin dediysem hesaplaşmayı boş verin dedim, dünyayı, insanlığı, yapabileceklerinizi değil.

Unutun eski sözleri, yenilerini öğrenin.

Felsefe fikir sporudur, sağlığa pek yararı yoktur. Marks, İsa, Muhammet günümüzde yaşasalardı kendilerini bin kez değiştirir, güne uyarlarlardı, insanlar İsavist, Muhammedan, Marksist olunca nedense hep oralarda kalıveriyorlar. Belki bu nedenle yüzyılımızın Marks’ı, İsa’sı. Muhammedi bir türlü yaratılamıyor.

Aman ha, yukarıdaki sözleri yüksek sesle söylemeye kalkışmayın bir yerde, ne geçmişiniz kalır ne geleceğiniz, ne dininiz ne imanınız. Bir de onlar gibi düşünmediğiniz için dost olan dostlarınızı yitirme olasılığı vardır.

Sahi hiç hesapladınız mı, sudan sabundan nedenlerle şimdiye kadar kaç dostluk bitti yaşamınızda?

Azıcık aykırı olmaya görün, kırılır cam gibi dostluklar.

“Aslında ben düşünce özgürlüğünden yanayım da, benim gibi söylese ne olur, dost değil miyiz, neden beni eleştiriyor?”

Başkaları eleştirildiği sürece herkes eleştiriden yanadır, okun ucu kendimize yönelince, yürekler cız bız…Kırılıveriyorlar cam gibi, inciniyor dostluklar, gönüllere hüzün düşüyor.

Biten dostluklara yakınmak onları geri getirmez artık, getirse de ne onlar eski onlar ne siz eski sizsiniz, biliyorsunuz.

Yeni bir yıl geliyor deniliyor. Mevsimler değişiyor, kışlar benzemiyor birbirlerine, baharlar da.

Tarih değişiyor takvimlerde, kırk yıl önce de aynı konular tartışılıyordu, kırk yıl sonra da.

Yalnızlık mı beni böyle aksileştiren? İçimdeki çocuk da mı büyüyor?

Şimdi 2009 geliyor diye hazırlanıyor insanlık. Dilekler dileniyor, umutlar bileniyor, kartlar mektuplar gönderiliyor, armağanlar satın alınıyor, bir telaş, bir heyecan.

Ne oluyor?

Yeni yıl geliyor.

Milenyum dediklerinin üzerinden 8 yıl ne çabuk geçti değil mi? Yaşlandığı için sevinen tek yaratık insan olsa gerek.

Yaşamınızda en çok neye üzüldünüz?

Ben en çok basit sözlerle insanları kırdığıma üzüldüm. Şimdi daha iyi kavrıyorum bunu. Bir faşiste faşist demek hiç üzmez beni, ama hepimiz sosyalist, devrimci olduğumuzu söylediğimiz halde, (Arada bir gaza gelip Ermeni ve Kürt de olabiliyoruz) basit ayrılıklar yüzünden insanlara kırıcı sözlerle yaklaştığım için üzüldüm.

İyi ki çabuk terk ettim o sözlüğü tüm sözcükleriyle, doğru ama sonuçta birkaç kişi de olsa kırdım insanları.

Ne kadar çok kırdılar bizi değil mi? Oysa tekmeyle, tokatla, copla kemiklerimizi kıramadı askerler, gardiyanlar, ama siyaset adına söylenen sözler tuz buz etti bizleri.
Düşünün, yarın bitecek bu savaş, yarın değişecek tüm teoriler, yarın insanlar daha başka bakacaklar dünyaya, unutulacak bu günler çabucak, ama insanlar kırık kalacaklar, karşılaştıklarında belki selamlaşmayacaklar.

Değer mi? Kırmak kolay, küstürmek kolay, gönül almak zor. Dünyada en çok hoşuma giden söz insanlıkla ilgili. “İnsanın eti yenilmez, gönü giyilmez, çifte koşulup saban sürülmez. İnsan dediğin bir çift güzel söz, bir güler yüzdür.”

Oysa ne kadar çatık kaşlarımız, ne kadar asık yüzlerimiz…
2009 geliyormuş.

Değişen bizler olmadıktan sonra takvimlerin değişmesinin ne hükmü var? Geriye gün sayıyorum. 18 gün sonra 59 yaşında olacağım. Müthiş bir şey bu. Oysa içerdeyken arkadaşlar ‘Sen 1989 yılbaşını gör, sana takım elbise alacağız’ diye iddiaya girmişlerdi benimle.


20 yıl geçmiş.

Elbiseyi almadılar elbette. Hiç biriyle (Muzaffer Öztürk hariç, ondan da dört aydır mektup alamıyorum) bağım yok. Neredeler ne yaparlar, yaşıyorlar mı, durumları nedir bilmiyorum. Çocukluğumun mahallesinden, ilk okul, sanat okulu, öğretmen okulu, yüksek okul yıllarında edindiğim arkadaşlarımdan, partili yoldaşlarımdan, yaşamın içinde tanıdığım on binlerce insandan sadece bir kaçını anımsayabiliyorum artık. Oysa ne çok alkışlamışlardı beni salonlarda, miting alanlarında, ne çok sövmüşlerdi ardımdan sonra.

Kaç kişiyi bıraktınız böyle arkanızda? Sayabilir misiniz?

Sanmıyorum.

Sahi neden çivileriz insanları görünmeyen tahtalara hoyrat sözlerle. Neden çarmıha gereriz birbirimizi? Ne için?

6 yaşında BEN ARMİN, Türkçe açılımıyla “Toprağın Oğlu”, ona sadece yemeğini iyi yemesini söyledim, gözlerimin içine baka baka ‘Benim neler yapmam gerektiğine neden hep sen karar veriyorsun, neden benimle tartışmıyorsun’ deyince, eşekten kayaların üzerine düşmüşe döndüm. Kendi çocukluğumu anımsadım, babamın kaşları geldi gözlerimin önüne, gülmeye başladım,

“Gülünecek bir şey söylediğimi sanmıyorum” diyerek diklendi bu kez de.

Haklı çocuk. Sahi benim ne yapmam, nasıl düşünmem, neler söylemem, yazmam gerektiğine nasıl oluyor da başkaları karar vermeye kalkışabiliyorlar? Bu hakkı kimden, nereden, nasıl alabiliyorlar?

Tuhaf değil mi, hepimiz birilerini yönetmeye çalışıyoruz, yönetemediklerimize, gücümüzün yetmediklerine tapınıyoruz hemen, ya da basıyoruz küfürü.

Şubat ayının sonundan beri bu sitede yazıyorum. Yazılarımı bu güne kadar, 10 ayda 11 bin kişi okumuş.

Yapayalnız evimden çıkıp çoğalmış, 11 bin kişi olmuşum. Zaman ayırmışlar, gözlerini yormuşlar, ne diyor diye merak etmişler, sevinmem gerekmez mi? Söven de olmuştur elbet. Okumaya değmez diyen de. Beğenmek zorunda değiller ya.

Olayı tam kavradıktan, neden insanlarla sürekli kavga etmek zorunda olayım düşüncesinin ayrıntılarına ulaştıktan sonra kendime bir görev seçtim, bir anlamda yalnızları, terkedilmişleri, kapatılmışları, dilleri bir bakıma susturulmuş olanları düşünerek zindan sorununu kimsenin etkisinde kalmadan yazılarıma temel konu yaptım. Özellikle siyasi hareketlerin, partilerin bundan müthiş rahatsız olduklarını biliyorum. Okurlardan bazılarının sıkıldığını günlük okuma oranından hissedebiliyorum, önemli olmakla birlikte önemli değil, her gün herkesin sevebileceği yazılar yazmak gibi bir kaygım yok. Sonucundan hiçbir çıkarımın olmadığı bir iş yapmaya çalışıyorum.

Bu iş belki benim küreklerini çektiğim son kayık olacak yaşamımda. İnsanların desteğiyle belirli bir başarıya ulaşabilirsek, kıyıya yanaştığımda zevkle sileceğim terimi. Kayık su alır batarsa, yapabileceğim hiçbir şey yoktur demeyeceğim, kıyıya yüzmeye çalışacağım. İnsan ölünceye kadar kendini geliştirebilecek bir yığın sorun bulur.

Şimdi el kadar çocuklardan öğreniyorum yaşamı. Politik liderlerin, okuduğum yığınla kitabın bana öğretemediği bir yığın gerçeği onlar küçücük parmaklarıyla sokuyorlar gözlerime.

Onlardan hiç biri Marks, Lenin, Öcalan şöyle demiş diye başlamıyorlar sözlerine, onların sözlerinin ardına sığınarak üzerimde görünmeyen bir baskı oluşturmaya kalkışmıyorlar. Kendi beyinlerinde şekillenen sözcükleri korkusuzca söylüyorlar.

Bunun adı “Kral çıplak” oluyor.

Yaşlanmış olmama karşın büyüyemediğimi anlıyorum. Büyümek, olgunlaşmak, bambaşka bir olay. Ne saçların kırlaşması, dökülmesi, ne takvimlerden düşen yıllar değil büyümek.

Büyümek; insan olmak!

Çocuklar, hiçbir siyasi kaygıları, hiç kimseyi yönetme dertleri olmayan insan çocuklar öğretiyorlar bana bunu.

Sen kötü bir şey yapmadın değil mi baba diye soruyor oğlum artık.

Seni hapsettiler, ama sen kötü bir şey yapmadın değil mi?

Onun kötü şey dediği, çalmak, insan öldürmek.

Geceleri yatarken üç masaldan aşağı okursam fırçalıyor. Masallarda öldürme olayı olduğunda o kitabı bir daha okumak istemiyor.

Birlikte bir masal yazdık, yarısı onun yarısı benim, adı ‘Koyun kral!’

İçinde öldürme olmasın, dedi. Koyunu kral yaptık. Müthiş neşelendi.

Koyunlar öteki hayvanların içinde en barışçısı olanlar değil mi? Siz bir koyunun bir başka koyunu öldürdüğünü gördünüz mü? O nedenle suçlamadık mı insanları ‘koyun gibisin’ diyerek? Aslan, kaplan, yırtıcı hayvan olmalarını istemedik mi insanlardan? Yani iyi öldürmelerini, birbirlerini kanatmalarını....

2009 geliyor.

Takvimler değişecek. Sabah kalktığımızda dünya dün kaldığı yerden yaşamına devam edecek.
Kırgınlıklarımızı unutabilecek miyiz, düşmanlıklarımızı bitirebilecek miyiz, birbirimizi affedebilecek, gönül alıcı birkaç sözcük söyleyebilecek miyiz? Bizi kırdığını düşündüğümüz insanlardan birini olanağımız varsa çat kapı ziyaret edebilecek miyiz…?

Öyle olmayacaksa neye yarar yeni yılın gelmesi, neye yarar kutlama mesajları göndermek?
Kendi adıma barış ilan ediyorum herkese. Evet, yanlış okumadınız, bu güne kadar en sert biçimde eleştirdiğim insanlara bile barış elimi uzatıyorum. İlle de biz düşman kalacağız diyenler varsa kendileri bilir, yem olmaya hiç niyetim yok, üstüme gelen olursa didişirim keyfimce. Babam mezarından çıksa gelse, ona bile ezdirmem artık kendimi.

Herkes kendi düşüncesinde doğru kalsın bana ne? Onlarla oturabiliyor, tartışabiliyor, sonra birlikte eğlenebiliyor muyum, sorun bu.

Uzlaşmacı bir tavır denilebilir buna. Doğrudur, çizginin sol yanıyla, düşüncelerime ambargo koymadıkları sürece uzlaşmaya hazırım. Onların düşünceleriyle bütünleşmemem, insanlıklarıyla uzlaşmamı neden engellesin?

Bilerek, isteyerek, planlı, programlı, şuna bir kazık atayım diyerek hiç kimseyi kırmadım, hiç kimseye kalleşlik yapmadım. Bu günlerde resmi özür moda oldu, ben bilmeden kırdıklarımdan kişisel özür diliyorum. Küçüklük bende kalsın.

Kendimi de, öteki insanları da (Faşist düşünceleri savunmadıkları sürece) sevmek için daha fazla çaba göstereceğim yeni yılda. Birilerinin egemenliği için insanların ölmesini istemiyorum artık.
Beni hiç ciddiye almayan, üzerinde yaşadığımdan bile haberi olmayan dünyayla gırgırımı geçeceğim. Kendimce, bu yaşa kadar öğrendiklerimle yorumlayacağım dünyayı ve olayları. Kendime tarihte kalmışlardan, günde meşhur olanlardan “Onun dediği gibi” diyerek tanıklar seçmeyeceğim, sözlerin imzası kendim olacağım.

Biliyorum, ne kadar çabalasam, ne yazsam yine alınan darılan olacak, yine sevmeyenler sövecekler ağız dolusu.

Olsun, herkes iyiyse bir tane de benim gibi aksi, huysuz, kötü biri bulunsun dünyada, çeşnidir.
Tek kavgam cezaevleri ile olacak.

Ötekileri edebiyatın konuları olarak romanlarımda öykülerimde dillendireceğim, becerebildiğimce.
İşte bu duygularla yeni yılda istediklerinizin gerçek olmasını diliyorum. Benim de dileğim gerçekleşir umarım, yıkılır zindanlar, insanlar özgür olur.

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af.

Hiç yorum yok: