1 Ekim 2009 Perşembe

DEMOKRATİK ULUSÇULUK NEDİR?


Yener Orkunoğlu
y.orkunoglu@googlemail.com

Devletin, ulus, kültür ve dil üzerindeki tekeline son verilmelidir.

Ortadoğu gibi Türkiye de ulusalcılığın (milliyetçiliğin) kıskacı altındadır. Esasında ulusçuluk çağımızın dini, dolayısıyla düşünsel zinciridir. İnsanlık ‘ulus’, ‘ulusalcılığın’ ‘ulus devlet’in düşünsel hapishanesinden kurtulmadıkça, çağın bazı sorunlarının üstesinden gelemez. Dolayısıyla bu sorun üzerinde kafa yormak, tartışmak, çözüm yolları aramak kendini dayatmaktadır. Bir kaç yıl önce yayınlanmış bu yazımı, bazı küçük değişikliklerle yeniden yayınlıyorum.

Toplumlar ve ülkeler ‘ulusal bencillik’ ve milliyetçilik kıskacından kurtulabilir mi? Bu kıskaçtan çıkış yolu var mıdır?

İnsanlığın en önemli özelliklerinden biri, sorunlarına çare aramasıdır. Dolayısıyla çıkmaza giren milliyetçiliğe karşı çözüm araması doğaldır. Bu yazıda ‘demokratik ulusçuluk’tan ne anladığımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Burada ‘demokratik ulusçuluk’ kavramının kendisinden ziyade, bu kavramın içerdiği düşünceye ağırlık vereceğiz. İçerik, ileride daha istabetli bir kavramın çıkmasına yardım edebilir. Demokratik ulusalcılıkla ne kasdedildiğini daha iyi anlatabilmek için, ‘laiklik’ konusunu açıklamak zorundayım.

Bilindiği gibi, Batı’da Ortaçağ’da devlet, yetkisini dinden ve tanrıdan alıyordu. Din ve devlet arasında özdeşlik vardı. Yani devlet, özellikle katolik dinini temel alıyor ve katolikliğin yanında taraf oluyordu. Bu ise, diğer dinler üzerinde devlet baskısının olması demekti.

Burjuvazi, kendi gelişmesine engel olan din-devlet özdeşliğine karşı durdu. ‘Laiklik’ düşüncesine sarıldı. ‘Laiklik’, aklın özgürleşmesine engel olan kiliseye ve Hıristiyanlık dinine karşı özgürlükçü bir düşünce akımı olarak doğdu.

Laiklik düşüncesinin üç büyük sonucu oldu: Birincisi, akıl, dinsel doğmatizmden kurtuldu, özgürleşti; ikincisi, din ve devlet birbirinden ayrıldı. Öyle ki, devlet herhangi bir dinin tarafını tutmadı. Devlet, tüm dinlere eşit mesafede durmak zorunda kaldı; böylece devlet kaynaklı dinsel baskılar genel olarak sona erdi; üçüncüsü, dinsel inanç özel alan olarak görülmeye başlandı.

Burjuvazi, dinin yerine, milliyetçiliği geçirdi. Böylece, din-devlet özdeşliği yerini ulus-devlet özdeşliğine bıraktı. Bu durum, yeni baskı biçiminin (ulusal baskı) ortaya çıkmasına neden oldu. Şimdi yapılması gereken şudur. Nasıl ki, burjuvazi, geçmişte gelişmesine engel olan din-devlet özdeşliğine karşı durdu ve devlet din ayrımını savunduysa; biz de bugün, sisteme karşı durarak, devlet ve ulusal kimliğin birbirinden ayrılmasını savunmalıyız.

Eğer, devlet kaynaklı ulusal baskıların ortadan kalkmasını istiyorsak, devlet-ulus özdeşliğine karşı durmak durumundayız.

Bu ne demektir?

Klasik ulusçuluk, ulusal olan ile politik olanın çakışması üzerine kurulur. Yani devlet, tek bir ulusal kimliği, tek kültürü veya dili temel alır. Klasik ulusçuluk devlet-ulusal kimlik arasındaki özdeşlik ilişkisine dayanıyor. Nasıl ki, feodal devlette devlet-din arasında bir özdeşlik ilişkisi varsa, klasik ulusçulukta da, devlet-ulus, devlet-kültür, devlet-dil arasında özdeşlik ilişkisi vardır.

İşte bu özdeşlik, devlet kaynaklı, ulusal-kültürel-dilsel baskıları gündeme getirmektedir. Çünkü, bir ulusu, kültürü, dili temel alan devlet, o devlet çatısı altında yaşayan diğer uluslar, kültürler ve diller üzerinde baskı yapmak zorunda kalır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendini tek bir ulusa (Türk ulusuna) dayandırmaktadır. Bundan çıkan sonuç, Kürtler ve diğer azınlıklar üzerindeki baskıdır. Bu baskıcı klasik ulusçuluktan kurtulmanın yolu yok mudur? Vardır: Demokratik ulusçuluk.

Demokratik ulusçuluk, devlet-ulus, devlet-kültür, devlet-dil bağıntısını koparan özgürlükçü bir anlayıştan kaynaklanır. Klasik ulusçulukta, devlet, bir ulusun, bir kültürün ve bir dilin tarafını tutar. Demokratik ulusçuluk, devletin ulustan ayrılmasını savunur. Dil ve eğitim üzerindeki devlet tekeline son verir. Devletin, dil, kültür ve din konusunda tarafsız olması gerektiğini savunur.

Demokratik ulusçuluk düşüncesi üç büyük sonuca yol açar: Birincisi, akıl, ulusçluktan ve ulus doğmatizmden kurtulur, özgürleşir; ikincisi, ulusal kimlik ve devlet birbirinden ayrılır. Öyle ki, devlet herhangi bir ulusal kimliğin tarafını tutmak zorunda kalmaz. Devlet kendi sınırları içindeki, tüm uluslara ve ulusal kimliklere eşit mesafede durmak zorunda kalır; böylece devlet kaynaklı ulusal baskılar genel olarak sona erer; üçüncüsü, ulusal kimlik özel alan olarak görülmeye başlar.

Kısaca, devlet, tek bir ulusun, tek bir kültürün, tek bir dilin ve dinin yanında yer almamalı, yansız olmalıdır. Devlet, kültür ve dil sorunlarına karışmamalı. Demokratik ulusçuluk, devletin bir etnik kimliğe, bir kültüre ve bir dile bağımlılığını sorgular.

Demokratik ulusçuluk, devletin, ulus, kültür ve dil üzerindeki tekeline son vermeyi amaçlayan bir özgürlükçü anlayışı içerir.

Bazıları şöyle düşünebilir? Böyle bir devlet olabilir mi? Böyle bir devlet oldu mu? Evet böyle bir devlet olabilir. Böyle bir devlet de tarihde var olmuştur. O devlet, Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği’nde, devlet ulusal kimlikten ayrılmıştı. Her kes Sovyet vatandaşı idi. Aslında, ulusal kimlik ve devlet ayrımı pratikde gerçekleşmişti. Ama bu pratik, teorik olarak ifade edilememişti.

Bu anlattıklarımızdan determinist şöyle bir sonuç çıkarılmasın: O zaman devlet- ulusal kimlik ayrımı için sosyalizmi beklemek gerekir. Böyle düşünenler, öznenin rolünü dikkate almayan deterministik kaderciliğe boyun eğenlerdir.

Hiç yorum yok: