16 Aralık 2008 Salı

TALİHSİZ BİR YAZI





Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

Selahattin Erdem’in ‘Maaşlı Yazarlar’ başlıklı yazısı çok talihsiz bir yazı. Bir çok dürüst yazarı incitmiştir. Bu yazının doğuracağı sonuçlar iyi düşünülmemiştir. Yazıya çok tepki gösterenlerin olduğunu biliyorum. Yazıyı felsefi bir analize tabi tutmaya çalışacağım.

Selahattin Erdem’in yazısında bazı doğrularla bir çok yanlış iç içe geçmiştir. Öte yandan yazı, ince ayrımlar yerine, çok kaba genellemeler içeren bir yazı. Geçimini sağlayan yazarlarla, ticari amaçlar için yazanları aynı kaba koyuyor.

Selahattin Erdem, haklı olarak bazı şeylere şaşırıyor: ‘Günümüz dünyasında insan şöyle bir çevresine bakınca ne kadar da çok para için, maaşlı yazanın var olduğunu hayretle görüyor.’

Ve hayretinden sonra soru soruyor: ’Bir insanın düşüncesini, beyin gücünü satması ve bunun karşılığında zengin olup yaşaması olgusunu acaba nasıl yorumlamalıyız?’

İşte burada yorumlama konusunda bir sorun var. Yukarıdaki satırlarda iki temel hata var: Birincisi, geçimini kıt kanaat sağlayan yazarlarla, zengin olup yaşayanlar arasında ayrım yapılmıyor; İkincisi, beyin gücünü satarak zengin olmak eleştiriliyor. Beyin gücünü satarak ‘zengin’ olmak, eğer başka insan sömürüsüne dayanmıyorsa neden yanlış olsun ki?

Selahattin Erdem, ideal bir dünyadaki yazarın tavrını temel alıyor: ‘İnsanlık yararına bazı doğruları bir kişi ortaya çıkarabiliyorsa, bunları insanlığın kullanımına sunması gerekmez mi?’

Bu satırların yazarı da bu konuda ideal olan konusunda Erdem gibi düşünüyor. Ama ne yazık ki, gerçeklik başka bir şey söylüyor bize. Tabii haklı olarak şu soruyu akla geliyor: Özgür Politika gazetesi vb. Öcalan’ın kitapları bedava olarak insanlığa dağıtılabilir mi? Keşke öyle olsaydı. Ama ne var ki, bugünkü koşullarda bu mümkün değil!

Keşke öyle bir dünya olsa da, geçim derdi olmadan insanlar düşüncelerini, müziklerini, sanat eserlerini insanlığın hizmetine sunabilseler. Keşke öyle bir dünya olsa da, eğitim, kültür ve sanat alanları, meta alanı olmaktan çıksa. Keşke, yazarların geçimi toplum tarafından sağlansa da, onlar da geçinmek için parayla yazmak zorunda kalmasalar. Toplum, yazarların geçimini sağlayacak kadar bir ödenek sağlamış olsaydı güzel olurdu! Ama şu anda ideal bir dünya yok. İdeal dünya varsayımından hareket ederek, gerçek dünyadaki kıt kanaat geçinen yazarları eleştirmek gerçekçi bir yaklaşım değil. Aksi taktirde emek güçlerini kapitalistlere satmak zorunda olan işçileri de topa tutarız.

Yazımın başında, bazı doğrularla bir çok yanlışın bir arada olduğunu söylemiştim. Şimdi bir pasaj aktaracağım:

’Emek gücünü satmak doğru olmasa da anlaşılır bir yanı vardır, fakat beyin gücünü satmanın bence anlaşılır ve izah edilir bir yanı yoktur. Çünkü satılana, para için ortaya çıkarılana gerçek anlamda bir düşünce, insanlık yararını gözeten üretim denmez. Bana öyle geliyor ki, insanın en çok düşürüldüğü yer beynini sattığı noktadır. Dolayısıyla beyin gücünü veya emek gücünü satarak yaşamak yerine, bir toprak parçası üzerinde çalışarak üretim yapmak ve buradan üretilenle yaşamak, fazla olanı da eş-dosta dağıtmak herhalde en doğru ve özgür olanıdır.’

Yukarıdaki satırlarda, bir çok yanlışı bir arada görmek mümkün. Birincisi, el emeği ile kafa emeği arasında, kesin bir ayrım yoktur. Her el emeği, mutlak bir ölçüde beyin gücünü gerektirir. Bugün el emeği olarak, bir makinenin yapımı, beyin gücünden ayrı düşünülemez; İkinci yanlış şurada, bir toprak parçası üzerinde çalışarak üretim yapmak ve buradan üretilenle yaşamak.

Sanayi toplumunun sorunları nedeniyle, toprağa dönmek, köylünün özlemidir. Köylülük, Marx’ın sözleriyle‚’kaba-eşitlikçi komünizme’ yakındır. Vaktiyle Engels, ’Sosyalist toplumun eşitliğin imparatorluğu olduğunu düşünmek çok dar bir Fransız anlayışıdır’ diyordu. Marx, bir köylülük ideolojisi olarak kaba-eşitlikçi komünizm konusunda şunları yazmıştı: ’Maddi sahiplenmeyi temel alan kaba-eşitlikçi komünizm ‘tüm kültür ve uygarlık dünyasını’ yadsımaya gider.’

Erdem’in yazısının en vahim yeri şu satırlardır: ‘kendilerine “aydın, yazar” denen beyin satıcıların teşviki var ki, böylelerine de “ajan” demekten insan kendini alamıyor (….) Kendilerini “Kürt aydını” olarak sıfatlandıran böyleleri, beyinlerini satarak Kürt toplumunu aldatmaya çalıştıkları için aslında ajan rolü oynamaktadır.’

Bu satırların yazarı, PKK’yi gerçek bir şekilde analiz etmeden, PKK’ye eleştiri yöneten aydınlara gerekli cevapları vermişti geçmişte. PKK ve Kürt Aydın arasındaki ilişkinin incelenmesi bir doktora tezinin konusu olabilir. PKK ve Kürt aydınları arasındaki ilişki hep gergin oldu. Bunun bir çok nedeni var. Bu nedenlerden bir kaçını, 2004 yılında Özgür Politika’da yayınlanan PKK ve Öcalan başlıklı yazımda ifade etmiştim:

‘PKK, bir aydın hareketine dayanmadı. T.C sömürgeciliği Kürt ulusunun ‘beynini’ ve ‘yüreğini’ hurda haline getirmişti. Kürt aydınların bilinci sömürgeleştirilmişti. Böylesi lime lime olmuş Kürt toplumunda ilk ateşi PKK patlattı.

PKK, iki şeyin ürünüdür: Bir tarafta Kürt olgusunu reddeden T.C’ye karşı zorunlu olarak doğan silahlı mücadelenin ürünüdür; diğer tarafta, feodal zihniyetin etkin olduğu ve aşiret ilişkilerinin önemli yer tuttuğu Kürt toplumunun ürünüdür. Elbette bu iki olgu PKK üzerinde belirli izler bırakacaktır. Belirli bir dönem, PKK’nın katı-merkeziyetçi bir örgütlenme olduğunu saptamak zor değil. Böylesi bir örgütlenmede en çok zorlananlar, bireyci özellikleri ağır basan aydınlar olur; bu eşyanın tabiatı gereğidir.’

PKK ve Kürt aydınları arasındaki gerilimin bir nedeni, Kürt toplumunda ‘gizli’ yürüyen sınıf savaşımıdır. Ulusal sorun, Kürt toplumu içindeki iktidar mücadelesini ve sınıf savaşımını gizlemektedir. Kürt aydınlarının bir çoğu, genel olarak burjuva eğilimlerini temsil ederken, PKK yoksul köylülüğü temsil etmektedir. PKK’nın gücü ile Kürt Aydınlarının güçsüzlüğü, sürekli PKK ve Kürt aydınları arasında bir gerilim yaratmıştır. Ama tüm Kürt Aydınlarını ‘ajan’ olarak adlandırmak, PKK içindeki aydın damarın eksikliğinin,ama köylülük damarının gücünü gösterir.
PKK, yoksul köylülüğü temsil eden politik bir güç olarak, Kürt Aydınlarının rolünü sıfıra indirgemiştir. Bu ise bazı Kürt aydınlarını, PKK’ya karşı düşmanca bir tavıra sürüklemiştir. Ama bazı Kürt aydınlarının düşmanca tavrını temel alarak, bütün yazarlara yönelik eleştiri hedefini aşan bir eleştiridir. Sanıyorum ki Selahettin Erdem’de yazısındaki genellemeci bakış açısını görmüştür.

-----------------------------------

MAAŞLI YAZANLAR (*)

SELAHATTİN ERDEM

Oldum olası hep parayla yazanların, sözde beyninin ürünü olan düşüncesini satarak yaşayanların durumunu düşündüm. Allaha şükür, ben hiç parayla, maaşla yazmadım. Hiçbir zaman yazdıklarımı, kendimi yaşatmak amacıyla para kazanmak için piyasaya sürmedim. Yazabilecek ve insanların yararına olabilecek bir şeyler düşünebildiğimde kalemi elime alıp onları kağıda döktüm, yazılı hale getirdim. Yazdıklarımı yayın organlarına, dergi ve gazetelere gönderdim; beğenen, uygun bulan yayınladı. Beğenmeyenler ise eğer yırtıp atmadıysa arşivine koymuştur. Şimdiye kadar hiçbir zaman düşündüklerimin ve yazdıklarımın karşılığını para olarak almadım, onlara dayanarak kendimi yaşatmadım.

Oysa günümüz dünyasında insan şöyle bir çevresine bakınca ne kadar da çok para için, maaşlı yazanın var olduğunu hayretle görüyor. En önemli para sektörlerinden birini yayın dünyası oluşturuyor. En büyük piyasaların başında “beyin ürünlerini” pazarlandığı piyasa geliyor. Çok tuhaf, ama gerçekten bunlara ne kadar “beyin ürünü”, “düşünce gücü” denir!

Bir insanın düşüncesini, beyin gücünü satması ve bunun karşılığında zengin olup yaşaması olgusunu acaba nasıl yorumlamalıyız? Buna bir yeteneğin işletilmesi veya üretim denebilir mi? İnsanlık yararına bazı doğruları bir kişi ortaya çıkarabiliyorsa, bunları insanlığın kullanımına sunması gerekmez mi? Herhalde ilk pazar, ilk alım-satım, dolayısıyla ilk sömürü ve kölelik beyin üzerinde oluşmuş. En azından emek gücü üzerinde oluşan pazarla birlikte ortaya çıkmış olduğu her halde doğrudur. Emek gücü bile olsa bunun alınıp-satılması iyi bir şey değildir, çünkü sömürü ve kölelik bunun üzerinden oluşmuştur. Ancak yine de emek gücünü satmak doğru olmasa da anlaşılır bir yanı vardır, fakat beyin gücünü satmanın bence anlaşılır ve izah edilir bir yanı yoktur. Çünkü satılana, para için ortaya çıkarılana gerçek anlamda bir düşünce, insanlık yararını gözeten üretim denmez. Bana öyle geliyor ki, insanın en çok düşürüldüğü yer beynini sattığı noktadır. Dolayısıyla beyin gücünü veya emek gücünü satarak yaşamak yerine, bir toprak parçası üzerinde çalışarak üretim yapmak ve buradan üretilenle yaşamak, fazla olanı da eş-dosta dağıtmak herhalde en doğru ve özgür olanıdır.

İnsanın özgür, eşit ve demokratik duruşu açısından gerçek böyle olsa da, günümüz dünyasında gerçekleşen böyle değildir. Daha da korkunç olanı, beynini satmak bir marifet, bir uygarlık ölçüsü olarak görülmekte ve bu durum teşvik edilmektedir. Elbette bunu en çok teşvik edenler, beyinleri satın alınarak onun üzerinde baskı ve sömürü düzenlerini daha kolay kuranlardır ve bu durum bir yanıyla anlaşılırdır. Ancak bir de kendilerine “aydın, yazar” denen beyin satıcıların teşviki var ki, böylelerine de “ajan” demekten insan kendini alamıyor.

Devletçi toplum sistemlerinin hepsinde çok yaygın olarak yaşanan bu durum, özgürlük mücadelesinin gelişimine paralel olarak son yirmi-otuz yıl içerisinde Kürt toplumunda da yaygınlık kazanmıştır. Kendilerini “Kürt aydını” olarak sıfatlandıran böyleleri, beyinlerini satarak Kürt toplumunu aldatmaya çalıştıkları için aslında ajan rolü oynamaktadır. Böyleleri, Kürt halkının yararına özgür düşünce üretme alanında yoktur, demokratik siyasal mücadele alanında yoktur, halkı örgütlemede yoktur, gerillada yoktur, serhildanda yoktur. Peki, bu nasıl aydınlıktır? Besbelli ki sahte, yalancı aydınlıktır. Böyleleri inkar ve imhacı güçlerle gizli pazarlıklarda ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı psikolojik savaş kapsamında geliştirilen saldırılarda vardır.

Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı psikolojik savaşın öne çıkması, böylesi paralın kalemşorlar için pazarlık ve pazarlama alanını daha da genişletmektedir. Psikolojik savaşı tırmandırmaya çalışan inkar ve imha sistemi, böyle sahibinin sesi olarak varlık gösterenlere daha fazla ihtiyaç duymaktadır. PKK’nin demokratik sosyalizm çizgisin ve demokratik konfederalizm sistemi karşısında gittikçe daralan milliyetçi-devletçi hakim sınıf çizgisi, PKK’ye karşı saldırıda böyle beynini pazarlayan paralı askerlere gittikçe daha çok sarılmaktadır. Böyleleri de, efendilerinin verdiği görev doğrultusunda gerçekten yaman hareket etmektedirler. Derler ya, dilin kemiği yoktur. Bu sözü en iyi bunlar doğrulamaktadırlar. İnsan bir kere düştü mü, hiçbir ölçü tanımaz oluyor. Böyleleri de sahiplerinin isteği doğrultusunda PKK’ye karşı saldırıda hiçbir ölçü, üslup, ahlak kuralı, mesleki ilke tanımıyorlar. Böylece “PKK’ye küfür edenler ordusu” oluşmuş bulunuyor. PKK’ye ve Önder Abdullah Öcalan’a yönelik saldırı ve küfür sektörü oluşmuş durumdadır. PKK’ye ve Kürt Halk Önderi’ne ne kadar çok küfür edersen, o kadar çok para alırsın; ölçü budur.

Biz şimdiye kadar böylelerini hiç ciddiye almadık. Bunlara karşı hep “it ürür, kervan yürür” deyişiyle yaklaştık. Gerçektende özgürlük kervanı yürüyüşünü ve gelişimini hep sürdürdü. Örneğin, Hüseyin Kaytan ve Yaşar Kaya gibilerinin KDP ve YNK maaşı ile sürdürdükleri saldırılara karşın Özgürlük Hareketi büyümeye devam etti. Neden etmesin ki, böylelerinin kim olduğunu ve nasıl maaşlı çalıştıklarını herkes biliyor. Mesela Yaşar Kaya’ya, PKK ve Önder Abdullah Öcalan’a karşı yazılar yazması için KDP bir villa tahsis etmiş bulunuyor, her ay birkaç bin dolar maaş veriyor. O da bunların karşılığı olarak makale adıyla küfürnameler yayınlıyor. Peki, bu paralı askere kim inanır? Hangi yurtsever ve demokrat Kürt, böyle düşmüş birisine itibar eder? Besbelli ki, böyleleri saldırdıkça PKK’nin halk içindeki itibarı daha çok artmaktadır.

Şimdi en önemli merak konusu aslında şudur: Acaba günümüzde PKK’ye karşı küfür etmek ve saldırmak amacıyla kurulmuş ve işletilen kaç internet sitesi vardır? Kaç dergi ve gazete sadece bu amaçla görevli olarak çıkmaktadır? Acaba kaç kişi PKK’ye küfür etmekle görevlendirilmiş paralı yazar durumundadır? Her halde bu sorular üzerinde yapılacak araştırmalar en ilginç sonuçları ortaya çıkarır. PKK’ye karşı yürütülen psikolojik savaşın boyutları ancak böyle anlaşılır.

Denebilir ki, bunlar yeni değildir. Özellikle uluslararası komplodan beri geçen on yıl içinde böyle saldırılar hep yürütülmüştür. Bu doğrudur, ancak yeni olan, PKK’ye karşı yürütülen psikolojik savaş kapsamında görevlendirilmiş olan bazı internet sitelerinde İsmail Beşikçi gibi “bilim adamı” kimliğiyle bilinen kişiliklerin de boy göstermeye çalışmış olmasıdır. Buna bakarak insan, yazık çok yazık diyebilir. Ancak böyle söylemekten çok, PKK ve Önder Abdullah Öcalan’a karşı yürütülen psikolojik savaşın kazandığı düzeye dikkat çekmek daha doğru ve anlamlıdır. Tüm yurtseverlerin bu gerçeği görmesi gerekir. 12 Aralik 2008

(*): http://www.yeniozgurpolitika.com/?bolum=yazi&yid=6103

Hiç yorum yok: