12 Şubat 2011 Cumartesi

H R A N T ' I A N M A K(3)



Sarkis HATSPANIAN

Hrant bir solcuydu ve sola gönül veren herkes gibi insanlık tekerini ileriye döndürenlerin hiç kuşkusuz solcular olduğu düşüncesindeydi. Gönül verdiği fikirleri savunan çevrelerde dogmatizm ve ezberciliğin eseri propaganda nitelikli söylemler pek bol olduğu halde, Ermeni insanını derbeder etmiş Soykırım, onun yarattığı 'klinik vaka' tüm dünyaya savrulmuş Ermeni diasporası ve günümüz Ermenistan Cumhuriyeti'nin "T.C." tarafından benzeri görülmemiş soğuk savaş yöntemleriyle bloke edilip, bilfiil abluka altında bulundurulması gibi çok yaşamsal ciddilikteki tüm meselelerde, göstermelik bile olsa, Ermeni insanına, halkına yönelik herhangi bir destek ve dayanışma tavrının olmayışı çok net görülüyordu. Ermeni sorununun, çevresindeki 'solcular' tarafından görmezden gelinmesi bir yana, 10 milyon soydaşının ne bugün, ne yarını hakkında tek paragraflık bir cümlenin bile, herhangi bir politik hareket, örgüt ya da partinin gündem ve programında yer almayışı, enternasyonalistlik savının bu çevreler için laf ebeliği dışında başka birşey ifade etmediğini anlamakta fazlasıyla geç kaldığını farkettiğinde zaten ellisine de merdiven dayamıştı.
***



O, bu durumun kendi halkının soyunu kırma kararını planlı olarak gerçekleştiren İttihad ve Terakki'den başlayarak, 1920'de Bakû'de kurulan TKP ve "T.C." döneminde kurulan legal-illegal onlarca politik partide ittihatçılık ruhunun hiç eksik olmadığı ırkçı ve milliyetçilikle harmanlanıp yoğrulmuş bir çizginin egemen olduğuna kanaat getirmesini ise, kısa bir dönem içinde bulunduğu, özgürlük ve demokrasiden dem vuran "solcu"larla yaptığı yol arkadaşlığına borçluydu. Bu topraklarda daha solun S harfi bilinmez-duyulmazdan çok ama çok yıllar evveli, Ermenilerin sosyalist programlı birkaç politik partisi vardı. Görülmedik zulüm , baskı, saldırı ve katliamlara karşı mazlum halkın canını korumak amacıyla da özgürlük savaşçısı binlerce yiğit bu dağlarda ilk direniş ateşlerini yakmış, zalime karşı elde silah döğüşüyorlardı. Bu coğrafyada (eşyalara isim verilmesinden kaçınılma amacıyla kullanılan bu sözcüğü pek saçma ve anlamsız buluyor olsam da) ilk demokratik-sol-sosyalist örgütlenme ve sendikaları kurup geliştirenlerin Ermeni olmaları tarihsel gerçeği gün gibi aşinayken, aynı fikirlerle onlardan neredeyse yarım ila bir yüzyıl sonra tanışmaya başlayan önce Türk ve hemen sonrasında da Kürt 'solu'nun temelinde Ermeni mayası olan bu ekmeği yeni-yeni tatmaya başladığı o ilk günlerden beri, Ermeni gerçeğine duyarsız kalarak hep kör-sağır-dilsiz rolünü oynaması hiç de anlaşılır değildi. Zulme ve baskılara, sömürüye (o kavram ve anlayışın uygar dünya tarafından henüz 'keşfedilmemiş' olduğu yılların feodalite koşullarında bile) insan haklarını ihlale karşı gelmeye karar vererek, isyan eden, örgütlenerek ses çıkaran, yığınsal toplantı, yürüyüş ve mitingler düzenleyen, silahlı direniş yoluyla mazlum halkı koruma komiteleri kurarak Batı Ermenistan dağlarına çıkıp özgürlük için mücadele edenler, ezenlerin soydaşı Osman, Hasan, Ali, Veli, Ahmet, Mehmet'ler değil, ezilen Ermenilerden Hagop, Krikor, Sarkis, Aram, Hovsep ve Garabet'ler olduğunu bas-bas bağıran, yazılı-fotoğraflı, onlarca vagonlara sığmayacak kadar belgeli bu denli zengin bir tarih nasıl olur da "unutulup" hatırlanmaz, niçin gözardı edilir sorusu, kaçınılmaz olarak incelenmek, açıklanmak zorundaydı.


Bu topraklarda, zulme karşı direniş, zulüm ve baskıya karşı isyan, hak, adalet, eşitlik, özgürlük istemiyle erke karşı başkaldırı ateşini yakarak, o geleneğin yaratılışı ve sahipliğini yapma onuru, Ermeni devrimci hareketlerine aittir. Bu, böyle olduğu için de mazlum Ermeni halkının bu topraklarda ilk demokratik halk hareketlerini yaratmış olma gerçeğinin, sözünü ettiğim 'solcu' çevreler tarafından 'geleneksel' olarak görmezden gelinmesi mutlaka eleştirilmeli ve mahkûm edilmelidir.



3 genç sosyalist yiğit için darağaçlarının ilk kez kurulduğu tarihin takvim yapraklarında 6 Mayıs 1972'yi gösterdiği gerçeğini tarihe not düşerken, milyonlarca soydaşının Der-Zor'a, ölüme yürütüldüğünü bildiği halde, 1915 yılı 15 haziranında Beyazıt Meydanında kurulan darağaçlarında idam edilen 20 Ermeni yiğidinin "Yaşasın Sosyalizm" şiarıyla ölümsüzleştiği zaman dilimini 'unutmak' nasıl mümkün olabilir, anlamıyorum !



"T.C."nin 88 yıllık tarihinde bile değişik sol hareket ve örgütler içinde yer almış binlerce ilerici,
devrimci, demokrat Ermeni insanının savunduğu düşüncelerden ziyade, etnik kimliğinin bile suç görüldüğü koşullarda, dayak, hapis ve işkence tezgâhlarından geçirilme, kurşunlanıp şehit olma pahasına, insanlık dışı bir sisteme karşı onurla dimdik durup, direndiği tüm zamanlarda, "sol” hareketler içerisinde milliyetçi virüs taşıyıcısı on binlerin sokaklara dökülerek, ellerinde ay-yıldızlı 'kızıl' Türk bayraklarıyla, "ceddin dede-ceddin baba" diye yüksek sesle Plevne Marşı söyleyerek, "Yaşasın Bağımsız Türkiye" sloganlarıyla yeri-göğü çınlattıkları görülüp yaşanmadı mı ? Bunların sol ve solculuk adına, Ermeni halkının yaşadığı acı gerçeği anlamayı becerip, soykırım kurbanı, ezilen tüm halkların yanında olması, onlarla dayanışması gerekirken, tam aksi bir duruşta olmaları nasıl anlaşılabilirdi?



"Doğup büyüdüğü ve yaşamının önemlice bir kısmını geçirdiği Amasya'daki baba evi 1980'lerin ortalarında bedelsiz olarak istimlak edilen", 1968 ilerici-devrimci gençlik hareketinin duayenlerinden sayın Garbis ALTINOĞLU'nun söyleşilerinden birinde "Ermeni halkının yaşadıkları göz önüne alınırsa, Ermenilerin devrimci örgütlerde, Ermeni halkının toplam nüfus içindeki payına oranla daha fazla temsil edilmeleri anlaşılabilir" saptamasıyla, 'Ermeni düşmanlığı' ise, egemen sınıfın farklı fraksiyonlarını birleştiren bir sınai yapıştırıcı gibidir. Bunun kaynağında Türk burjuvazisinin 20. yüzyılın başlarındaki oluşumunun ve ilkel sermaye birikimini sağlamasının, Ermeni jenosidiyle doğrudan ilişkili olması yatıyor" şeklinde sunduğu analiz, varolan gerçeğin en doğru, en sağlıklı tesbiti olmakla birlikte, şapkasını önüne koyup düşünmek isteyen her insan için mutlaka yararlanılması gereken kaynak değerindedir.


Benim "yontulmamış sol" olarak adlandırdığım kesimde yeralanların ezici çoğunluğu, "T.C."nin kuruluş yıllarında Mustafa Kemal'in önderliğinde biraraya gelerek, 1909'da başlattıkları Ermeni ulusunu kökten yok etme planını 1923 sonuna kadar gerçekleştiren ittihatçıların en büyük destekçisi, Kemalist Ankara hükümetine hiç umulmayan ve beklenmedik çapta finansal, askersel ve siyasal yardımlarda bulunmuş olan V.İ.Lenin'in ikiyüzlü ve sahtekâr politikasına paralel varolmuş ilk 'sol' oluşum TKP'den günümüze kadar ulaşagelmiş, ulusalcı-inkarcı bir geleneğin kara cahil çocuklarıdır. Onlar, ancak sözde "Acı gerçek, … 'bizi yükselten' yalandan daha yararlıdır” sözlerinin sahibi V.İ.Lenin gibi, pratikte 'sol' söylemlerin tam aksi istikamete kürek çekmeye alışık, hatta zamanla bu yönde bayağı ustalaşmış, ne herhangi bir değer üretmeyi, ne de o değerleri üretenlerden öğrenmeyi bir türlü beceremeyen insan müsveddeleridir.

Aşağıda, parantez içerisinde sunulan satırların kime ait olduğunu bilmiyorum, ama yazının içeriğinden aydın bir Türk'ün kalemine ait olduğunu varsayıyorum. Alıntılanan yazının doğruladığı gerçeklerin çarpıcılığı önünde şapkamı çıkarıyor, onun herkesi düşündürmesini umuyorum. [ Üretimsiz bir toplumun bu cahil çocukları, değişik zamanlarda kendilerini destekleyen ilerici, devrimci, demokrat insanların "beklenen, arzulanan değişimi işte bunlar yapabilir" inancını sadece yerle bir etmeyi 'becermeleriyle' göze çarpmışlardır. Böyle insanlar için büyük bir sorun var, inandığını sandığı değerlere benzer bir değer sistemi arayanlardan oluşan çevreyi bulma zorluğu !...
Halbuki elinde cesur ve yenilikçi olabilecek bütün enstrümanlar, çağdaşlık, özgürlük, eşitlik, demokrasi, insan hakları vb. gibi fikirler varken, onları kullanmayıp, bu değerlere
ulaşma çabalarında sırf 'sözde' kalmayı sürdüren tutucu politikasıyla varlığıyla yokluğu meçhul tipte bir 'sol'un yol alamayacağı, toplumsallaşmayı kotaramayacağı bu ülkede yaşayan herkes tarafından bilinmektedir.
Ne akıl, ne anlayış, ne cesaret... bunlardan hiçbiri kalmadı.
İnsan, elinde doğrular varken neden aklını yalan-dolanla besler ki, bilmem, anlamıyorum...
Bunun tek cevabı var... Biz, zamanını haksız savaş ve katliamlarda harcamış bir ulusun çocuklarıyız. O dönemlerde insanların hepsi müstakbel şehit olarak değerlendirilmiş. Kimse onların yetiştirilmesiyle, eğitilmesiyle uğraşmamış.Ağır savaş ve kanlı katliamlar yüzünden doğru dürüst çalışan, mesleği olan insanlara dayalı bir yaşam sistemi de kuramamışız.Sistemsiz bir kargaşa içinde keyfine göre çalkalanan bir toplum olmuşuz. Üretmemişiz...Üretim, kaliteli bir insan malzemesine sahip olmakla mümkün
çünkü. O yüzden gelişmiş ülkeler insana çok değer veriyorlar zaten. Biz ise üretmediğimiz için hiçbir zaman yetişmiş insana ihtiyaç duymamışız.Bizim için, insanlar, devletten daha önemli değilmiş, hiç olmamış da... Bu sistemde eğitimsiz, bakımsız, sahipsiz, örgütsüz, güçsüz, vasıfsız insanlar olmuşuz ve sistem de güçlenmemize, kendi aramızda birleşmemize hiç bir zaman izin vermemiş. Bu insafsız sistemin toplumun yapısına damgasını vuran izlerine her yerde rastlıyoruz. Ama daha acıklı başka bir şey de var... Üretimsiz bir toplumun cahil çocukları olmayı sürdürmekten bir türlü vazgeçmiyoruz. Bizce cehalet ve insanlara saygısızlığımız o kadar önemli de değildir zaten, üreten, değişen bir topluma dönüşebilmek için önce geçmişimizle hesaplaşıp, barışmamız gerek. Asıl önemli olan, bu ülkenin değişmesini isteyenlerin siyaset sahnesinde yalnızları oynamamaları
için yeni ve modern çağın insanı olmayı başarmamız gerek. Birbirimizi arayarak, bir gün çoğalacağımızı ve bu ülkeyi değiştireceğimizi umarak, bozkırın karanlığından kurtulup, hayalimiz ve hiç bitmeyen ümitlerimizle mücadeleye devam etmeliyiz. Mesleksiz bir toplumuz, mesleği olan, üreten bir toplum olsak, gerçekleri, hayatı, tarihi böyle mi algılarız? Sanmıyorum. Aslında tarihimizi gerçekten bildiğimizi de pek sanmıyorum, yalan bize tarih diye anlatılmış sadece, herşey bundan ibaret işte.]

İşte bu "Yontulmamış Sol"un tarihine sıradan bir göz atmakla bile, orada, taa en başlardan başlanarak Ermeni izlerinin ya basbayağı silinerek, ya hasır altı edilerek, ya da 'unutturularak' var olagelmiş, "cımbızlama" yöntemle yaratılan bir tarihçenin piyasaya sürüldüğüne şahit oluruz. Bu böyle olduğu için de, yok efendim "Kuvay-i Milliye destanı", yok "Vatan-Millet-Sakarya" baharatlı

"Kurtuluş savaşı" türü "Yurdu emperyalist işgalci devletlere karşı koruduk" veya "Düşmanı denize döktük" ya da "Dağda karda yürürken kart-kurt sesleri çıkardı" ve sonuçta "Türkiye Türklerindir" gibi kökü yalan teranelerle tam 4 nesil insanın beyin yıkamasına uğratılarak, ırkçı, milliyetçi fikirlerle beslenmesiyle varılan felaket, sanki "tarih tekerrürden ibarettir" sözlerini doğrularcasına, 21.inci yüzyılda bile, yine masum Ermeni insanının, ayrı zaman, ama aynı mekânda tekrar hedef gösterilerek, düşman ilan edilmesi sonucunu yaratmıştır. Hrant'ın katledilmesi, işte böylesi bir ortamın yaratılması için gerekli bütün şartların var olmasıyla mümkün olabilmiştir.

Ancak, bunda bence karanlığa karşı mücadele etme görevi olan, başta gerçek sol güçler olmak üzere, ilerici, devrimci, demokrat tüm kesimlerin de pasif rolü olduğunu, onlar tarafından toplumlarımıza sık sık duyurulan amaçların gerçekleştirilmemesinin temelinde ilkesizlik ve beceriksizliğin yattığını da düşünüyorum. Bu anlamda, o kesimin de Hrant gibi dürüst, cesur, ama savunmasız bir Ermeni aydınının, sokak ortasında, güpegündüz ve hoyratça katledilmesinin engellenememesinde manevi bir sorumluluğu olduğunu iddia ediyorum. Sonuç olarak belirtmek istediğim şey, 2007 "T.C."sinde, bir Ermeninin canına kıyılmasının sadece bir avuç namuslu insan tarafından kınanması gerçeğine paralel, vatandaşı oldukları katil devletin cinayeti mübah görmesinde kendi günah ve vebalini toplumsal olarak sorgulamayan herkesin insanlığın bugünü ve geleceği için tehlikeli olduğudur!

Hiç yorum yok: