11 Kasım 2008 Salı

BAKANIN GAZELLERİ





A. Kadir Konuk

Merhaba!

Eskiler „Destursuz bağa girilmez“ derler.
Cin olur, ecinni olur, bir köşede iyi saatte olsunlar uyuyor olabilirler. Bağa girmek için önce kuvvetli bir „Destuuur“ çekmek gerekir. İzninizle o desturu çekiyorum ve hepinize „MERHABA“ diyorum.

Bir de derler ki; „Davet edildiğin yere gidip ar etme, davetsiz bir yere gidip yerini dar etme!“
Sayın Faiz Cebiroğlu „O yumurtladığınız yumurtaların bayat olmayanlarından biraz da bize gönderin“ diyerek beni sitede yazı yazmaya davet edince önce duraladım.

Bildiğiniz gibi eskiden tekkeler, zaviyeler vardı. Buraların belirli müdavimleri olurdu. Ters açıdan benzetmek gibi olmasın ama şimdinin internet siteleri bana biraz o tekke ve zaviyeleri çağrıştırıyor. Her sitenin kendine özgü okur kitlesi, ziyaretçisi var. Bu nedenle yeni bir alanda at koşturmaya kalkışmak bazı riskleri de göze almayı gerektiriyor.

Alıştığım yerde yazmak kolay, yeni müşterinin önüne mal çıkarmak oldukça heyecan vermesine karşın, tehlikeli. Günümüzde „A“ yazınca anneler, „B“ yazınca babalar alınıyorlar hemen. Amanın, millet bir alıngan olmuş, “Sa” demeden sağcılar basıyor çığlığı, “So” demeden solcular. Kadınlarla ilgili yazı yazmak ise tümden cami duvarına işemek gibi bir şey. E, biz de herkese mavi boncuk dağıtamayacağımızdan sonuçta gidip bir yerlere tosluyoruz, al başına püsküllü bela.

Belki aranızda bir yerlerden tanıyanlar vardır, birazdan fazla uzun ve pürtüklü dili olan biriyim. (Bu dünyaya on çocuk armağan etmiş bir ev kadını olan annem bu dili;’Papuç kadar’ diye nitelendirirdi.)

Havlamaktansa ısırmayı tercih ederim. Bu özellik; fırçalama ustası olan babamın (Ölmeden önce yağlı boya ustasıydı, ötede her şey yeşil olduğundan, o da bu rengi pek sevmediğinden şimdilerde işsiz olmalı) “Düşündüğünü doğrudan söylemeyen şerefsizdir” sözünden gelmektedir.

Bu güne kadar başıma ne geldiyse dilimin belasıdır, ama o belaları gönüllü çekerim, üşenmem. Örneğin biri bana ‘Sen nerenin itisin’ diye hakaret ettiğini zannetse ben ona hemen ‘Ben Erzincan’lıyım, siz Kangaldan mı oluyorsunuz’ derim ve gardımı alırım.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı daha ilk günde, ilk selamda, gözümü kaşımı patlatsa da Faiz beye soracağım, yoksa kuduracağım burada meraktan. (Benim gibi merak eden ama terbiye gereği soramayan okurlara da tercüman olmak için sormalıyım.)

Ağam, nasıl oldu da babanız bu ismi size koydu? Matematikçi miydi, cebirci miydi? Haydi “Cebiroğlu”ndan yola cıkıp bunu “Zor oğlu, zorba oğlu” saydık, yada çoğumuzun okullarda nefret ettiği üç bilinmeyenli denklemlerle, memlekette rakam kalmamış gibi x,j,z harfleriyle (Üstelik X yazmak olmayan bir ulusu övmek anlamına geldiğinden ve yasak olduğu halde) beynimizi sulandıran cebir olduğunu kabullendik. Ama bu “Faiz” ne iş?

Affederseniz, siz neyin “Faiz”i oluyorsunuz? Yoksa babanız “Feyiz” yazdırmak istemişti de o fakülte dekanı nüfus memuru sizi yanlışlıkla “Faiz” olarak mı kaydetti? Biliyorsunuz ”Feyiz; Verimlilik, gürlük, olgunluk” anlamına gelirken “Faiz; İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kar, getiri, nema” oluyorlar.

Bir de ailenizde çok sayıda çocuk vardı da, babanız ‘yetti ulan, söndürün lambayı, ışığı gören geliyor’ diye bağırırken siz dünyaya geldiniz de, o garibim de “Aha bu da faizi” mi dedi de adınız öyle kaldı?
Kurbanlar olayım, bana ve kamu oyuna bir açıklama!

Faiz Cebiroğlu bey bir şakadan ibaret olan bu sözlerden sonra bu yazıyı yayınlamayı kabullenirse sadede gelebilirim. (Günümüzde insanlara şaka yaptıktan sonra ‘Bu bir şakadır’ demek gerekir.)

Böylece kestirmeden tanışmış olduk...
...

Efendim, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül beyefendi aşağıdaki incileri yumurtladığından ve bu inciler tarihte işlenmiş soykırım suçlarının damgalı, mühürlü, kaşeli, imzalı ve parmak izli tasdiklenmesi olduğundan kendisine alenen teşekkür etmek gerekir.

Vecdi bey eyittiler ki: “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadelede bu ’nation building’de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz. O halde Türkiye’nin gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi."

Buradan anlayabildiğimize göre „Milli devlet“ aynı zamanda arazi temizleme işlerinde ustalaşmış devlettir. Biraz da ayrık otuna benzer. Tohumu tarlaya düşünce önce öteki otların üzerine saldırır, onları iteler, süremediklerinin üstünü örter, güneş ışığı aldırmaz, yaşamlarını söndürür.

Söğüt Kasabası’nda tohumu toprağa düşen „Osmanoğulları“ ayrığı zamanla kimlik değiştirerek günümüzün TC.si olduysa elbet bunda bir kötülük aramamak gerekir. Bu arada o bölgelerde yaşayanların her hangi bir biçimde temizlenmiş olması „Zirai faaliyetlerden“ sayılmıştır.

Ol nedenle şimdi sırada ayrık otu zulmüne direnen Kürtler bulunmaktadır. Onların da temizlenmeleri halinde „Milli devlet“ daha bir milli olacak, yaradanın izni ve desteğiyle tüm dünyaya hükmedebilecektir.

Geriye ne kalmıştır? Milli Savunma Bakanı’nın tarihsel incisi:
„Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadelede bu ’nation building’de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz.“

Mağdur yok! Kendini öyle sayanlar var!
Mağdur olmak iyidir, Milli Devlet’in oluşmasına katkı sağlar!
Ve ol halk, hak ettiği ol devletle ve ol bakanlarla ilanihaye yaşar.

Sevgili okurlar,

Övgülerinizi (Yenihayat1@t-online.de) bana, şikayetlerinizi indirimli bir biçimde Faiz beye bildiriniz.

Her ne kusur eylediysek affola.

Hiç yorum yok: