23 Aralık 2008 Salı

BEŞİKÇİ ve SOSYOLOJİ




Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

Mutluluk doğru ve güzel düşüncelerle düşünebilmeyi bilmektir.“ ARISTOTALES

Bir önceki yazımda, Beşikçi’nin sosyal olaylara burjuva sosyolojisinin yöntemiyle, yaklaştığını ortaya koymuştuk. İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerinin arka planının anlaşılması sosyolojinin ve pozitivizmin ortaya çıkışına göz atmak gerekir.

Sosyoloji ve pozitivizm deyince neyi anlıyoruz? Bu iki kavramı açıklamaya çalışalım. 18. yüzyılda bugünkü anlamı ile bir sosyoloji yoktur. Çünkü ‘burjuva sivil toplumun’ ortaya çıkması burjuva devriminden sonra belirginleşir. Sosyoloji sözcüğü ile defa August Comte (1798-1857) tarafından kullanılır.

Sosyolojinin Avrupa’da ilk öncüsü Saint-Simon’dur. Gerçi, o sosyoloji kavramını kullanmaz; ‘sosyal fizyoloji’ , ‘sosyal fizik’ veya ‘toplumu inceleyen bilim’ kavramlarını kullanır. Günümüzde burjuva düşünürlerinin büyük bir çoğunluğu, Saint-Simon değil de, Aguste Comte’nin sosyolojinin ilk kurucusu olduğunu ileri sürerler. Neden Saint-Simon görmezlikten gelinir? Bu konuda Dr. Hikmet Kıvılcımlı Metafizik Sosyolojiler adlı eserinde şöyle diyor:

‘Saint-Simon sosyalisttir. Onun için, sosyalizme düşman olan cephe, sosyolojiye hep başka kaynaklar aramıştır. Anti-sosyalist sosyologlar kendilerine Auguste Compte'u müjdeci saydılar. Gerçekte A. Labriola'nın pek doğru olarak söylediği gibi: "Dahi Saint-Simon'un soysuz ve gerici öğrencisi" olan Compte, Saint-Simon'u salt çalmış ve tahrif etmiştir. Burjuva cephesince pek olumlu ve makbul tutulmasına neden bu iki kalpazanlığıdır.’

Aslında modern dünyada ilk toplum bilimi (sosyoloji), Fransız Devrimi’nin yarattığı hayal kırıklığının sonucunda ortaya çıkar. Fransız Devrimden önce Aydınlanmacılar, akılcılığın egemen olacağı bir toplum vaat etmişlerdi. Böylesi bir akılcı topumda da ebedi barışın mümkün olacağını ileri sürmüşlerdi. Fransız Aydınlanmacılarına göre, ‘akılcı bir devlet, akılcı bir toplum kurulmalıydı; akla karşı olan her şey, amansızca ortadan kaldırılmalıydı.’Aydınlanmacılar, tüm insanlığı kurtarmak istiyorlardı. Oysa Fransız Devrimi sonrası yaşanan gelişmeler aydınlanmacıların vaatlerine hiç de uymuyordu.

Fransız Devrimi sonucu ortaya çıkan burjuva toplumu Saint-Simon’u hayal kırıklığına uğratır. Ona göre Aydınlanma filozofları ‘akılcı’ ve ‘ebedi barış’ içeren bir burjuva toplumu vaat etmişlerdi. Fakat toplumun istenilen düzeyde akılcı ve barışçı olmadığı ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla hayal kırıklığına uğrayan bazı düşünürler daha akılcı, barışçı ve özgürlükçü bir toplum kurmayı hayal ederler. Fransız Devriminin sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı, çok geçmeden bu hayal kırıklıklarını saptayan düşünürleri de ortaya çıkarır. ‘Bir bu düş kırıklığını saptayacak adamlar eksikti. Nihayet onlar da yüzyılın dönümü ile geldiler’(Engels). İşte Saint-Simon bu düşünürlerden biridir.

Saint-Simon, Fransız Devrimi’nin yeni bir çığır açtığını ve yeni bir toplumsal düzen getirdiğini belirtir. Ona göre, devrimin yarattığı burjuva toplumu insanlık tarihinde özel bir öneme sahiptir. Modern burjuva toplumunun iki temel karakteristik özelliği vardır: Birincisi, modern burjuva toplumunda üretim ve ekonomik ilişkiler gelişmektedir, ki bu durum ifadesini sanayileşmekte bulmakta; ikincisi, üretim ve ekonomik ilişkilerin gelişmesi eski soyut ve skolastik felsefeden, toplumsal teorilere geçişi sağlamaktadır. Bu toplumsal teoriler yeni bir bilimin (Ekonomi Politiğin) doğmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, sosyoloji, ekonomik politik ve sosyalizm aynı zamanda doğmuşlardır. ‘Sosyal’ sözcüğü sosyalizmin öncülüdür. Sosyalist düşüncenin doğmasına yol açan şey, sosyal sorunlardır. Sosyoloji sosyalizme açılan bilim olarak doğdu.

1789 Fransız Devrimi sonrası bir sanayi devrimi yaşanır. Sanayi devrimi, sosyal sorunları da birlikte getirir. Sanayi devriminden kaynaklanan sosyal sorunların analizi ve çözümü için yeni düşünceler ortaya çıkar. Bir toplum bilimi olarak sosyoloji, toplumsal sorunları inceleyen bilim olarak gündeme gelir. Sosyalizm düşüncesi ise, kapitalizmin doğurduğu toplumsal sorunlara cevap olarak doğar. Sosyalizm, kapitalizme karşı bir alternatif olarak geliştirilir.

Oysa İsmail Beşikçi’nin görüşlerinde kapitalizmin yarattığı tüm sorunlara cevap arama yoktur. Beşikçi, kendini Resmi İdelojinin eleştirisi ve Kürt ve Alevi sorunlarıyla sınırlamaktadır. Bir başka deyişle, Beşikçi’nin sosyolojisi kapitalist düzenin temellerine (üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete vb.) dokunmaz, sadece onun aksaklıklarını (ulusal sorun, yetersiz laiklik vb.) gidermeye yöneliktir.

Kapitalizmin sorunlarına karşı geliştirilmiş olarak doğan bu ilk toplum bilimi, daha sonraki gelişim süreci içinde iki farklı anlayışı, iki farklı toplum bilimini doğurdu: Birincisi, Marx’ın geliştirmiş olduğu tarihsel materyalizm anlayışı. Tarihsel materyalizm düşüncesinde, tarih, ekonomik ve toplum bu üçü tek bir bilim içinde ele alınır; İkinci anlayış olarak burjuva sosyolojisi ortaya çıkar. Tarihsel materyalizm, ezilenlerin çıkar ve eğilimlerini dile getiren bir toplum bilimi iken, burjuva sosyolojisi esas olarak burjuvazinin çıkar ve eğilimlerini ifade eder.

Tarihsel materyalizm, kapitalizmin aşılması gerektiğini ortaya koyarken, burjuva sosyolojisi, burjuva düzenini koruyan, burjuva düzeni sınırları içerisinde ilerlemeyi savunur. Burjuva sosyoloji, esas olarak ‚pozitif felsefe’ olarak doğdu. Comte’nin ileri sürdüğü pozitivizm felsefesi bugünkü burjuva sosyolojisinin temellerini atmıştır. Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerinin daha anlaşılır olması için, Comte ve onun pozitivizmine kısa göz atmak gerekir.

–devam edecek-

Hiç yorum yok: