10 Aralık 2008 Çarşamba

Rıza Yürükoğlu’nu Saygıyla Anıyoruz

(4.11.1945 - 11.12.2001)

Ölümünün Yedinci Yıldönümünde Rıza Yürükoğlu’nu Saygıyla Anıyoruz


İstanbul’da yayınlanmakta olan Serçeşme dergisi, Rıza Yürükoğlu’nun ölüm yıldönümünü Aralık ayı sayısında yayınlanan iki yazı ile andı. İlk yazı Esen Uslu’nun Yürükoğlu yoldaşı anlatan bir yazısıdır. Ardından Rıza Yürükoğlu’nun “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır” adlı kitabından “Alevi Toplumunun Derleniş Yolları” adlı bölümünden hazırlanan bir özettir. Aşağıda bu yazıları sunuyoruz.

Yitirdiğinin Kıymetini Bilmek, Gerçeğe Varmaya Yarar

Esen Uslu

Okurlarının Rıza Yürükoğlu adıyla tanıdıkları İsmail Nihat Akseymen, bir memur ailesinin çocuğu olarak 4 Kasım 1945 tarihinde Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da Maarif Koleji’nde tamamladı. Gençliğinde yaz tatillerini anne tarafından bağları olan İstanbul’da, Heybeliada’da geçirdi. Orada denize sevdalandı, iyi bir yüzücü, yelkenci oldu.

1963-64 eğitim yılında Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Bu dönemde edebiyatla, müzikle, resim ve plastik sanatlarla da ilgiliydi. Öğrenciliği sırasında Ankara Radyoevi’nde metin yazarı ve prodüktör olarak çalıştı.

27 Mayıs sonrasında yükselen işçi hareketinin, 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin seçimlerde kazandığı başarının ardından yükselen sosyalist dalganın etkisi ile Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. TİP Ankara Çankaya ilçe örgütünde çalıştı.

Üniversitelerde yükselen öğrenci hareketinin içinde yer aldı. Mahir Çayan ve Sinan Cemgil ile birlikte Fikir Kulübü’nde çalıştı. Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun bölünmesinin ve yerine kurulan Dev-Genç’in kendi içinde “ayrışması” sırasında, TİP’li gençlerin kurduğu Sosyalist Gençlik Örgütü’nün (SGÖ) ilk genel sekreteri oldu. SGÖ, Türkiye Komünist Partisi’nin Yakub Demir öncülüğünde yeniden örgütlenme çabalarını yoğunlaştırdığı bir odak oldu. Nihat, 1970 yılında Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu. SGÖ’nün yetiştirdiği kadrolar, Türkiye Komünist Partisi’nin 1973 Atılımı adıyla anılan yeniden örgütlenme döneminde önemli görevler üstlendi.

Nihat, kısa bir süre sonra 12 Mart muhtırası ile sonuçlanacak olan ve gittikçe yoğunlaşan sola saldırı ortamında varlığına yönelik tehditlerle karşı karşıya kaldı. Bir dost eliyle ulaşan haberle, bir suikasttan son anda kurtuldu. Ocak 1971’de yurtdışına çıktı ve İngiltere’ye yerleşti.

Nihat, yarım kalan öğrenimini İngiltere’de tamamlarken İngiltere Türkiyeli Öğrenciler Federasyonu’nda gençlik çalışmalarına katıldı. Göçmen işçilerin, özellikle İngiltere’de yaygın olan kaçak işçilerin örgütlenme çalışmalarında yer aldı. TKP İngiltere parti örgütünün ve daha geniş bir çevreyi kucaklayan İngiltere Türkiyeli İlericiler Birliği’nin kuruluşunda yer aldı. Wimpy hamburger zincirinde çalışan Türkiyeli kaçak işçilerin yaptığı bir grev sırasında, grevci işçilerle birlikte “Grev” adlı bir yerel gazete çıkardı. Bu gazete kısa bir süre sonra “İşçinin Sesi” adını aldı. Nihat, bu gazetede kullandığı yazar adı olan “R. Yürükoğlu” ile tanındı. Bu gazete daha sonra TKP içinde önemli bir rol üstlendi.

Nihat, TKP’nin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Moskova’da bulunan Uluslararası Lenin Okulu’na uzun yıllardan sonra gönderdiği ilk öğrencilerden biri oldu. 1974-1976 yılları arasında burada eğitim gördü. TKP Merkez Komitesi’ne alındı. TKP’nin İngiltere parti örgütünün sekreterliğine üstlendi. TKP’nin Konya Konferansı diye bilinen 1977 konferansına katıldı.

İşçinin Sesi’nin ve İngiltere parti örgütünün gösterdiği başarı nedeniyle TKP’nin tüm yayınlarının sorumluluğu ona verildi. Ancak çeşitli sudan gerekçelerle bu göreve başlatılmadı. Bu dönemde yazdığı “Emperyalizmin Zayıf Halkası Türkiye” adlı kitap, Türkiye’de gelişen siyasi ortam ve komünistlerin görevleri üzerine TKP içinde yoğunlaşan tartışmalara bir açılım getirdi.

Bu kitabın önerdiği devrimci çizgi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ni ve onun TKP içindeki temsilcilerini rahatsız etti. Kısa bir süre sonra parti tüzüğüne aykırı ve son derece çirkin yöntemlerle tüm parti görevlerinden alındı ve İngiltere parti örgütünün onu destekleyen üyeleri ile birlikte partiden uzaklaştırıldı. Tüm dünya komünist hareketine, “emperyalizmin ajanı” ilan edilen bu grupla ilişkiyi kesme talimatı yollandı. Bu “cadı avı” Türkiye’deki parti örgütlerinde de izlendi. Bu ihraçlar ve ayrılıklarla TKP, 12 Eylül cuntası öncesinde önemli bir yara aldı.

Nihat ve yoldaşları, otuz yılı aşkın süredir yapılmayan TKP Kongresi’nin toplanmasını ve orada kendi durumlarının görüşülmesi istemini öne sürerek bir Eşgüdüm Komitesi kurdular ve İşçinin Sesi gazetesi çevresinde örgütlenme yoluna girdiler.

O yıllarda Nihat, bir dizi makale ve kitapla ideolojik kavgasını sürdürdü. Proletarya Enternasyonalizmi (1979), Üçüncü Program ve Görevlerimiz (1979), Sınıf Savaşının Vardığı Aşama ve Komünist Partinin Taktikleri (1980), Sosyalizm Üstün Gelecektir (1980), Bu Kavga Gelecek Kavgasıdır (1981), Kankun Konferansı ve Düşündürdükleri (1982), Yaşayan Sosyalizm (1982), Sosyalizm ve Demokrasi (1982), Durum ve Görevlerimiz (1982), İyi Öncü Değil, Kötü Artçı Bile Değil (1984), Faşizmin Çözülüşü (1984), Örgüt ve Örgütçü (1986) adlı çalışmaları bu dönemde yayımlandı ve TKP-İşçinin Sesi’nin ideolojik-politik platformunun temelini oluşturdu. Bu platform, TKP içindeki muhalefetin odağı olurken, farklı ülkelerde SBKP oportünizmine başkaldırmış komünist gruplar için de bir çekim merkezi oldu.

TKP’nin “resmi” kanadının yaptığı 5. Kongre, atılma kararlarına karşı yapılmış itiraz başvurularını gündeme bile almayınca, iki ayrı parti olarak çalışmak kaçınılmaz oldu. İşçinin Sesi çevresinde 1985 yılında toplanan TKP 5(1). Kongresi, Nihat’ı ölümünden kısa bir süre önceye kadar sürdüreceği TKP Genel Sekreterliği görevine seçti.

80’li yılların ikinci yarısında başladığı Alevilik konusundaki araştırması, “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır-Tarihte ve Günümüzde Alevilik” adlı kitapla sonuçlandı. Sol harekette Aleviliğe yeni bir bakış getiren bu çalışma, Kavga ve Kervan dergileri ile TKP’nin güncel çalışmasının bir parçası oldu. Bu dönemde, tartışmalı bir toplantının ardından söz alan yaşlı bir Alevi dedesinin önerisini benimseyerek “R. Yürükoğlu” olan yazar adının ilk bölümünü “Rıza” olarak değiştirdi.

Doksanlı yıllarda özellikle Sovyetler Birliğinde sosyalizmin çözülüşünün nedenleri ve bu deneyim temelinde günümüzde komünistlerin ve işçi sınıfının programı ne olmalıdır sorunu üzerine yoğunlaştı. Bu çalışmalarının ürünü, üç ciltlik “Sosyalizm” kitabı oldu. Sağlığında bu çalışmanın yalnız “Sosyalizm Nedir” başlıklı birinci cildini yayımlayabildi. Bu çalışmanın ikinci cildi “Ütopik ve Bilim-dışı Sosyalizm” ile üçüncü cildi “Günümüz ve Türkiye”, hastalığının hızlı ilerleyeceğini öğrendikten sonra kendisinin görevlendirdiği bir komite tarafından, varolan yazı, alıntı ve notlarının kendi yazı planına uygun olarak derlenmesi yoluyla ölümünden sonra yayımlandı.

İkinci eşinden bir kızı olan Nihat Akseymen, özel yaşamında çok yönlü bir insandı. Araştırma ve yazı çalışması gereği uzun saatler masa başında oturmanın bedene getirdiği gevşemeye karşı fiziksel çalışmaya önem verirdi. Bahçe işi yapmayı severdi. “Doğanın muazzam kuvvetine karşı direnerek değil, onu anlayıp, onun kurallarına uyarak, onu kendi amacın için kullanmak” diye nitelendirdiği yelkenciliğe tutkundu. Kafasını dinlendirmek için tahta işleri ve özellikle torna oymacılığı yapardı. Müziğe çok düşkündü, bağlama çalmak ve yakın yoldaşları ile cem olup, dem çekip, çalıp söylemek en sevdiği dinlencesiydi.

2001 yılının Haziran ayında, hızlı gelişen ve tedavisi bulunmayan bir karaciğer kanseri tanısı kondu ve 11 Aralık 2001’de İngiltere’de öldü. En verimli olabileceği bir yaşta erken gelen ölümü cesaret, metanetle ve dirençle karşıladı. Son günlerinde siyasi kavga içinde kırdığı kalpleri onarmaya çabaladı, kendisine en affedilmez saldırıları yapanları bile bağışladı.

Özcesi, “ölmeden ölmüş, hesabın görmüş” bir er kişiydi.

---------------------------------------------

Rıza Yürükoğlu’nun Ölüm Yıldönümünde, Alev Yayınları’ndan 1990 Yılında Yayımlanan “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır - Tarihte ve Günümüzde Alevilik” Kitabından Günümüzle İlgili Bir Bölümü Kısaltarak sunuyoruz.

Alevi Toplumunun Derleniş Yolları

Rıza Yürükoğlu

Anadolu Aleviliği inanç birliği içindedir ama farklı süreklerle günümüze gelmiştir. (…) Farklılıkların tarihsel nedenleri vardır. Yine bununla yakından bağlı, kültürel nedenleri vardır. Ve kapitalizmin sınıfları kesin çizgilerle ayırdığı bir toplumda, sınıfsal nedenleri vardır. Dolayısıyla başlangıçta farklılıklar olacaktır. (…)

Son dönemde (…) Alevi kökenli pek çok devrimci Aleviliklerini hatırladılar ve derneklerde çalışmaya başladılar. Kötü bir şey değil bu bazı yanlışları yapmasalar. Bana öyle geliyor ki, Aleviliklerini hatırlayarak devrimci hareketten Alevi derneklerine gelip çalışmaya başlayan bu kadroların bir temel zaafı, nasıl bir toplum içinde çalıştıklarını farketmemiş olmalarıdır. Alevi toplumu içinde çalıştıklarını farketmemiş gibidirler. Eski alışkanlıkları, devrimci hareketin çeşitli örgütlerinde çalışmış insanların eski alışkanlıkları sürüyor. Dolayısıyla, “sıtkı bütün” Alevilerin bu derneklerde canı sıkılıyor. Rahatsız oluyorlar. Zorla, geri düşüncelerin yanına itiliyorlar.

Sonuçta, bir çeşit “Dedeleri köylerden kovma”, bugün derneklerde tekrar ediyor. Dün Dedeleri köylerden kovdu devrimci gençler, şimdi de derneklerden kovuyor. (…)

Bu aşamada (…) gelenekçi, namuslu, sıtkı bütün Alevileri toplumun ileri kesimlerinden koparacak her türlü tutum büyük bir yanlış, çok büyük bir tehlikedir. Sağın elini güçlendirmektedir. (…)

Kapitalizm altında yaşıyoruz ve sınıfsal bir ayrışma biz istesek de istemesek de yürüyor. Ama bunu kendi dinamiği içinde gelişmesine bırakmazsak, iteklersek, yapay olarak zorlarsak, haketmeyen insanlara gerici damgalarını vurursak, o zaman Alevi düşüncesinin özü gereği solda olması gereken milyonlarca emekçiyi sağın yanına ileriz. İşte tehlike buradadır. (…)

Devrimci örgütlerin çoğunluğu zaman zaman yersiz ve yanlış tutumlarla Alevi toplumunun üstüne gittiği halde, Aleviler devrimci harekete dosttur. (...) Devrimci hareket Alevi toplumuna karşı yanlışlarını düzeltirse, o zaman çok daha sağlıklı bir gelişme olacaktır. Çünkü Alevi toplumu devrimcilere dosttur ama kırılmıştır.

Dernekler

Alevi toplumundaki farklılıklar dernekleşmede de ortaya çıkıyor. Bugün çok sayıda dernek var. Bir şehirde birkaç dernek de var. (…) Sorun, dernekler arasındaki çelişkilerin ortadan kaldırılmasıdır. Sorunları kısa sürede çözmek olanaksız, sabır ve zaman işidir, doğru ama mutlaka birlik noktalarını öne çıkartmak ve bu çelişkili durumları ortadan kaldırmaya uğraşmak gerekiyor. Dernekler, anlaşamadıkları değil, anlaştıkları, kendilerini birliğe götürecek noktaları öne çıkartmalıdırlar. Ortak çalışma zemini aramalıdırlar. En ıvır zıvır nedenlerden ortaya çıkan bölünmelerin zaman içinde büyüdüğünü, bir daha da birleşmeye engel olduğunu biz devrimci harekette çok gördük. Alevi toplumunun bu yanlışa düşmemesini diliyorum. (…)

Bugün bir Alevi-Bektaşi derneğinin ilk yapması gereken şey cemevi açmaktır. (…) Dedeler çağın gerisinde kaldı diyenler, cemevi açmamakla tam da Dedelerin çağı yakalamasının önüne engel getirmiş oluyorlar. Kim neredeyse toplanıp cemevi açarsa, Dedeler bugünün toplumu karşısına çıkacak. Günün sorunlarıyla tanışacak. Avrupa’nın, Türkiye’nin her yanında gençler kalkıp sorular soracaklar. Dede bunları yanıtlamak zorunda kalacak, dolayısıyla bilgisi, erkânı ve deneyimi günün koşullarıyla bütünleşecek. Yarın biraz daha iyi yanıt verecek. (…)

Tekke ve Zaviyeler Yasası kalkmadan gerçek demokrasinin gelmesinin olanağı yoktur. Bu yasa yalnızca Alevilerin zararına kesmiş bir bıçaktır. Bu yasa 20 milyonluk bir toplumun örgütlenmesini darmadağın ediyor. (…) Laik bir devlette bu tür yasaklar da olmamalıdır. Devlet dinden tümüyle elini çekmelidir. (…) Bu yasanın kaldırılması için demokratım, devrimciyim diyen herkesin mücadele etmesi gerekir.

Alevilik dernekler eliyle örgütlenemez. Aleviliği günümüz koşullarına uyarlama konusunda derneklerin büyük yardımı olabilir. Bir de Aleviliğin özüne dönük, tarihine dönük tartışmalar için dernekler çok daha uygundur ve dernekler eliyle Alevi düşüncesi hem toplumumuza hem dünyaya tanıtılabilir. Cumhuriyet dönemindeki büyük kopukluk nedeniyle Alevi insanının önemli bir kesimi de Aleviliği yeterince bilmiyor. Bu alanlarda derneklerin önemli katkılan olur. Ancak Alevi toplumu bir inanç toplumudur. Kendi tarihi içinde, çıkardığı kurumlar eliyle örgütlenir. Dergâh’ı ve dedeleri eliyle örgütlenir. (…)

Derlenişin Tek Yolu: Dergâh ve Çelebiler

Derlenişin tek yolu; tarihsel olarak da kanıtlanmış, Dergâh ve Çelebilerdir. Dergâh, 750 yıldır Aleviliğin serçeşmesidir, serçeşme Hacıbektaş’tadır. Çelebiler ise Dergâh’la birlikte ne badireler atlatarak bugünlere gelebilmiş Aleviliğin manevi lideri bir ailedir. (…)

Yıllardan beri Dergâh’a karşı bilinçli, kasıtlı bir unutma ve unutturma, hatta yok sayarak yoketme tutumu vardır. Bu tutum, 1925 Tekke ve Zaviyeler Yasası ile başlamıştır. Bu yasayla Dergâh müze yapılmıştır. Ama her yıl yüz binin üzerinde insan Hacı Bektaş Şenlikleri’nde müzeye gitmiyor. Ankara’da Etnografya Müzesi var, müze o. Neden yüz binler akın akın oraya gitmiyor?

Şu basit doğruları anımsamakta yarar var: (…) Bu devlet Dergâh’tan korkuyor. Osmanlı’nın yıkılışında Dergâh’ın oynadığı rolü çok iyi biliyor. Cumhuriyeti getiren, laikliği de olduğu kadarıyla getiren ana güç Aleviliktir. Aleviliğin başı da, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’dır, Çelebilerdir. Böyle olduğu için, Alevilikten ve Aleviliğin başı olan Dergâh’tan, Sünni devlet her zaman korktu, her yolla Dergâh’ı zayıflatmaya çalıştı, çalışıyor. Yapabilirse, oraya, Sersem Ali Baba türünden kendi adamlarını yerleştirmeye çalışıyor. Aleviler olarak bu oyunu biz bozacağız. Dergâh güçsüz kaldığı sürece Alevilik bölüktür. (…)

Dergâh’ın güçlenebilmesi için bugünden el vermek gerekir. Kenarda durup bekleyip, Dergâh güçlendikten sonra o otoriteyi kabul etmek doğru olmasa gerek. En azından gelişmenin hızını keser. Yapılması gereken, herkesin Dergâh’a başvurmasıdır. Derneklerin de, Dedelerin de...

Dergâh konusunu öne getirmeye başladığımızdan bu yana çeşitli itirazlar ortaya getirilmeye başlandı. Bunların en önemlilerini kısaca ele almaya çalışacağım.

Birinci itiraz: “Dergâh bugün yok, orası müze oldu, ama yeniden kurulmalı.” Dergâh yoksa, Postnişini nasıl oluyor? Müzenin postnişini olur mu? Demek ki, Sünni devletin orayı müze yapmasıyla Dergâh ortadan kalkmıyor. Nasıl olur da bir Alevi böyle konuşabilir? Tabii müze oldu, kapatıldı ama Alevi toplumu böyle şeyleri geçmişte defalarca yaşamış, birliğini bozmamıştır. Orada bir insan yaşıyor, Postnişin Efendi, hepimizin saygısı üstüne ve çalışmalarını tüm olumsuz koşullara rağmen sürdürüyor.

İkinci itiraz: “Dergâh’ta kimse kalmadı.” Dergâh’ta çok değerli, çok iyi yetişmiş insanlar var. Ve de Dergâh’ın ülkenin çeşitli bölgelerine Dede çıkardığını biliyorum. Bu itiraz doğru bile olsa, insana sorarlardı, kimse kalmadıysa sen ne güne duruyorsun, diye. Dergâh’sız Alevi-Bektaşi yolu olur mu? Kimse kalmadıysa bizler varız, gidelim ardına dizilelim.

Üçüncü itiraz: “İcazet, hüccet veren bir merci yok.” 1992 yılına ait böyle bir icazeti gözlerimle gördüm. Dergâh icazet veriyor. Bu itiraz için söylenebilecek bir şey yok. (…)

Dördüncü itiraz: Ulusoy-Çelebi çelişkisi var deniyor ve şöyle sürdürülüyor: “Onlar daha kendi birliklerini kuramadılar, hele bir kursunlar, toplumun önüne öyle çıksınlar.” Burada büyük bir yanıltma çabası var.

Tarihten gelen bir Ulusoy-Çelebi çelişkisi vardır ama (…) bunların Dergâh’a bağlanmamak için gerekçe olabilecek bir tarafı yoktur. Dergâh dendiği zaman posta oturan kol (…) yani Ulusoylar önemlidir.

Beşinci itiraz: “Pasif duruyor, görevini yapmıyor, bir şeyler yapabilirdi” Bu da ortamı yeterince bilmeyen insanları yanlış düşüncelere götürebilir. Dergâh’ın yıllardır ne büyük badireler atlattığını hepimiz biliyoruz. Görevini yapmadığını kimse iddia edemez. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Aleviliği bugünlere kadar getiren bir kurum için söylenen bu. sözlerin haksızlığı ortadadır. Yukarıda Dergâh konusunda yazılanların hepsi de haksızlık yapıldığı görüşünü güçlendirmektedir.

Altıncı itiraz: “Bilinmez belki yerine daha iyisi gelir.” Bu itiraz söylenenin niyeti açısından beni en çok düşündüren noktadır: Bilinmez ne olur, belki Dergâh’ta toplanılır, belki enstitüde toplanılır deniyor. Bu olamaz. Dernek yönetim kurulunu görevden alıp, yenisini seçmiyoruz. Dergâh’tan söze diyoruz. Alevi-Bektaşi yolundan, bir inanç birliğinden söze diyoruz. Koca bir tarihi ve kendine özgü kurumları olan Alevilikten söze diyoruz. Bunlara el uzatıldığında, Aleviliği toparlamanın olanağı kalmaz. (…)

Yapılması gereken toplum olarak Hacı Bektaş evlatlarının çevresini sarmaktır, eksiğiyle doğrusuyla yardımcı olmaktır, öneriler götürmektir, destek olmaktır. Bunun dışındaki her türlü yol, bu toplumun daha çok bölünmesini getirir. Dergâh’ı başa alan yol, belki yine küçük ayrılmalar yaşayabilir ama toparlanmanın en büyüğü bu şekilde olur. (…)

Alevilik nasıl örgütlensin ki, bu örgütlenme Aleviliğin ilerici özüne yarasın, Alevi emekçiye yarasın, Türkiye işçilerine yarasın, yani tüm emeği ile geçinen topluma yarasın? (…) Şöyle bir öneri tablosu ortaya çıkıyor:

1. Anadolu Alevilerinin serçeşmesi Pir Hacı Bektaş Veli’nin yerleşip yaşadığı Hacıbektaş ilçesi, Alevi Kültürünün Merkezi olarak kabul edilmelidir.

2. Hacı Bektaş soyu Çelebilere tüm toplum tarafından saygı gösterilmeli ve bu ailenin, Aleviliğin manevi lideri olduğu kabul edilmelidir.

3. Alevi toplumunu Hacı Bektaş düşüncesi ile uyumlu bir zeminde geliştirmek için, en tepede, danışma nitelikli bir kurul oluşturulmalıdır. Yıl içinde belli aralarla Hacıbektaş’ta toplanacak olan bu Danışma Kurulu’nda, her biri bir ocağı temsilen gelen 12 dede, Bektaşiliği hakkıyla bilen bilim adamları, Aleviliğin özünü dinsel çarpıtmaya boğmadan yaymakta olan ünlü sanatçılar, Postnişin Efendi’nin manevi liderliği altında yer almalıdır. Bu kurul, kendi içinde sürekli bir örgütlenmeye ve işbölümüne sahip olmalı, düşünsel ve örgütsel konularda, topluma raporlar, öneriler sunmalıdır. (…)

Bu en tepedeki danışma kurulunu kurma süreci nasıl başlar? Bu süreci başlatma görevi, sayısız tarihsel, güncel ve moral nedenlerden dolayı Çelebilerindir. Bu, onların tarihe, bugüne ve Alevi toplumuna karşı tarihsel sorumluluklarıdır.

Böyle bir kurulun önerisinin gücü dehşetli olur. Zorlama yoktur, iknaya dayanıyor, gönüllüdür ama önerisinin gücü dehşetli olur.

4. Bu tepe örgütlenmenin altında, Dedelik kurumunun durumu geliyor. Bir kere cemevlerinin açılması mutlaka hızlandırılmalı. Tüm dernekler, kim nerdeyse cemevleri açmalıdır. Bu, Dedeliğin de canlanması demektir.

5. Dedelik kurumunu çağın gereklerine uyarlamak için, Hacıbektaş’ta Danışma Kurulu’na bağlı olarak çalışacak bir Eğitim Enstitüsü kurulmalıdır. (Bu da, Timurtaş Ulusoy’un önerilerinden biridir.) Dedeler ve Dede çocukları burada eğitilmelidir. Tabii, bizce burada Dede soyundan gelmeyenler de eğitim görmeli ve bu kültüre hizmet edecek yeterliliğe geldiklerinde bunlar da Dedelik yapabilmelidirler.

6. Bu çatı altında eğitilen Dedeler daha sonra maaşlarını Alevi toplumundan almak koşuluyla maaşlı görev yapmalıdırlar.

7. Hizmet yapan dedeler, her yıl yenilenmek yoluyla icazet almalı ve talip üzerine öyle gitmelidirler. İcazet almaya gelen Dedelere icazet, Postnişin tarafından, yani bir kişi tarafından değil, Eğitim Enstitüsü’ne bağlı olarak Dergâh’ta kurulacak olan Eğitim Kurulu tarafından, önce o Dedenin bilgi düzeyi tartılarak verilmelidir. (Bu da Timurtaş Ulusoy’un önerilerinden biridir.)

8. Hacıbektaş’ta Danışma Kurulu’na bağlı olarak, bir de Yayın Kurulu oluşturulmalıdır. Bu kurulun temel görevi, Aleviliğin her yönünü araştırmak ve geliştirmek üzere bilimsel çalışmaları desteklemek, öncelik taşıyan konuları belirlemek ve bu konularda araştırma bursları vermek olmalıdır.

9. Türkiye’deki ve Avrupa’daki tüm dernekler geniş görüşlü, sabırlı ve ardıcıl bir tutumla çalışacak olan bir Genel Koordinasyon Kurulu altında toplanmalıdır. Bu kurul, ayrılık noktalarından çok, ortak noktaları öne çıkararak çalışmalıdır.

10. Bu Genel Koordinasyon Kurulu tarafından tüm derneklerin önüne şu üç çalışma alanı temel görevler olarak konmalıdır:

a. Cemevleri açmak,

b. Arası belirli süreyi geçmemek koşuluyla, paneller, konferanslar düzenlemek.

c. Alevilik konusunda bilimsel araştırmaları somut olarak teşvik etmek ve desteklemek.

Bunlar Aleviliği candan seven insanlar olarak bizim Alevi toplumuna önerilerimizdir.

---------------------------------------------------

TKP Web Sitesi:

http://www.t-k-p.org/

Hiç yorum yok: