8 Ocak 2010 Cuma

PİERRE BOURDİEU : TOPLUMSAL PEHLİVAN


M. ŞEHMUS GÜZEL

"Bu nedenlerle Bourdieu’ye “solun solunda” tanımlaması yakışıyor. O nedenle ihtilalci sıfatı ona yakışıyor. Bourdieu (soyadında “dieu”/tanrı var ama kendisi ateistti) sosyolojinin babası, çok iyi bir bilimadamı ve tutarlı bir militan olarak iz bıraktı. Sosyolojinin/toplumbilimin, babalarından Pierre Bourdieu 23 Ocak 2002’de yetmişiki yaşında vefat etti. Yeri doldurulması zor."

Hemen başından şunu söylemek lazım :
Bir değil birçok Bourdieu var :
Evet tamam önce toplumbilimcidir, sonra toplumsal mücadeleci. Bunlar biliniyor.
Ayrıca saygın ve sevilen bir aydındır.
Ve üç çocuk babası sevimli ve uslu bir dededir. Daha ne olsun ?

Birçok gözlemci, bilim adamı ve gazeteci için Bourdieu yirminci yüzyılın Emile Durkheim’ıdır. Çünkü toplumbilimini yeniledi : Sadece ezilenlerle, sömürülenlerle değil, ezenlerle, sömürenlerle ve bu sonuncuların zorla kabul ettirdikleri kurallarla ilgilenerek. Toplumun kimi durumda nasıl yeniden “tutsak edildiğini” açıklayarak.

Toplumsal mücadelede yerini almış bir aydın olması açısından da önemli :

“Demokrasinin demokrasi olabilmesi için eleştirici karşı iktidarlara ihtiyacı var” diyor(du). Ve karşı iktidar mekanizmaları içinde en başta aydına yer veriyor(du).

AYDIN örneği olarak kendisi mutlaka en radikal ve en ilginçlerinden biri oldu. Akıllarda böyle kalması olasılığı var.

Bourdieu bilim adamı olarak da son derece önemli bir insan : Bugün dünyada en çok atıf yapılan bilim adamı olması boşuna değil. Dahası “engagé”/mücadeleci aydın örnekleri arasında kendine özgü bir yol çizdi :

Evet angajeydi her zaman. VE EN ÖNEMLİSİ HER ZAMAN ÖZGÜR VE BAĞIMSIZ KALMAYI BİLDİ. BU İŞİ DE BECERDİ. BU ÇÜNKÜ O KADAR KOLAY BİR İŞ DEĞİLDİR. ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE SAHİP OLMAK VE ONU NEREDEN ESERSE ESSİN RÜZGARLARA, FIRTINALARA KARŞI KORUMASINI BİLMEK. Hiçbir siyasi parti üyesi olmadı. Önerilere, « altından köprülere » rağmen hiçbir siyasi seçime katılmadı. Bağımsızlığına ve özgürlüğüne çok düşkündü çünkü.

Sadece angaje aydın ve toplumsal mücadeleci veya isterseniz gelin toplumsal pehlivan diyelim, ne dersek diyelim Bourdieu Borduieu olarak yani kendisi olarak kalmayı tercih etti :

“Üye olmak eleştirilerden vazgeçmektir” diyordu ve bunu yapamıyordu : Yani siyasi bir partiye üye olduktan sonra kimi şeylere, partinin yapacağı bazı uygulamalara göz yummayı, göz yummak zorunda kalabilmeyi içine sindiremiyordu.

Devrime/ihtilale inanıyordu, ancak Fransa gibi bir ülkede ve böylesine bireyselleşmiş bir toplumda ihtilalin çok zor olduğunu da biliyordu. Bundan özel bir kötümserlik payı da çıkarmadan. Çünkü toplumbilimsel sonuçları ona karamsar iyimser veya iyimser karamsar olmayı ve bilhassa asla kapkara karamsar olmamayı öğretmişti. Bu nedenle radikal reformlar öneriyordu. Ve önerilen radikal reformları destekliyordu.

Bordieu Baba’nın mücadeleci aydınlık alanında kendine özgü bir yöntemi vardı : Davasını üstlendiği veya savunduğu insanların, emekçilerin, işçilerin, gençlerin, öğrencilerin, kadınların, erkeklerin, çocukların önünde yürümezdi. “Star”/ yıldız havasını hep ret etti. « Starlaştırma ayaklarına » hiç mi hiç gelmedi, bu tür şeylere asla yüz vermedi. Yüz de vermedi metelik te vermedi. Bourdieu Bourdieu olarak kalmasını bildi. Evet. Her gösteri ve yürüyüşte sıradan biri gibi yerini aldı : Kitleninin içinde. Herhangi bir yerde, ortalarda veya arkalarda olmayı tercih ederek. Davalarını savunduklarının yerine asla konuşmadı : Onlara konuşma olanağı yaratmayı tercih etti.

Onların mücadelelerine katıldı ama asla ders verici tavırlar takınmadı.

Burada köylü çocuğu olmasının rolü var mutlaka : Bearn bölgesinde küçük toprakların, verimsiz tarlaların, hasatı mümkün olmayan tepelerin, koyunların kolayca firar edebileceği küçük büyük dağların çocuğuydu Bourdieu. Büyük olasılıkla o zamanların deneyimlerinin sonucu çok bilmiş, her derdin çaresini elinde tutan aydın yerine yol arkadaşı olmayı tercih eden bir bilim adamı gibi, yakın çağımızın bilinen bütün yollarında yürüdü :

Küreselleşmeye karşı yürüdü : “Hızlı yemek» ve neredeyse aynı anlama gelen « kötü yemek” ve küreselleşme karşıtlarının Fransa’da en tanınan şahsiyeti Jose Bove ile her zaman kolkolaydı. Ama yine ortalarda veya arkalarda bir yerde. Bove’nin duruşmalarında yine yanıbaşındaydı : Ve “sadece oradaydı, herkes gibi” : Yani asla “yıldız” havalarına bürünmeden, “bunca işimin arasında bak kalktım duruşmanı izlemeye geldim” dercesine asla değil. « Hava basmadan » : Türkçesiyle.

1997 ve 1998’de işsizlerin eylemlerinde yürüdü. 1990’ların başından itibaren işsizlerin ve yoksulların yaptıkları eylemlerde, ev işgallerinde, gösteri ve yürüyüşlerdeydi. Öbürlerinden ayıramazdınız Baba Toplumbilimci’yi.
1995’deki demiryolu grevcilerinin arasındaydı.

Bütün bu gösteri ve yürüyüşlerde, hep orta sıralarda yerini aldı. Garlardaki grevci toplantılarında, üniversite ve yüksek okullardaki grevci ve öğrencilerin birlikte düzenledikleri tartışmalı toplantılarında da mütevazi bir katılımcı gibi bulundu. Gösterişsiz bir biçimde. Grevciler ve düzenleyicilerle sendikacılık ve sendikaların rolü üzerinde olumlu ve olumsuz yönlerini tartışarak.

SUD (Dayanışma Birlik Savunma) adı altında ve yeni bir işçi sendikaları konfederasyonu bünyesinde bir araya gelen sendikaların oluşumunda Bourdieu’nün de katkısı oldu mutlaka. ATTAC isimli küreselleşme karşıtı derneğin kurulmasında da.

1982’de Michel Foucault ve benzeri birkaç aydınla birlikte Polonya’daki gelişmeleri “daha çok demokrasi, daha çok açıklık” için destekledi.

1981’de ünlü komik Coluche cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayınca yanında Bourdieu vardı. Burjuvazinin yerleşik kurumlarını sarsmak için Coluche’ün burjuva demokrasinin “en üst makamına” adaylığını açıklayarak resmi siyasetçileri alaya alması dönemin yaşlı ve sol ve sağdaki tutucu siyasetlerin eleştirisi açısından önemli bir göstergeydi.

Bourdieu, 1958’de Cezayir başkentinde Fakültede genç bir öğretim üyesiydi. Orada felsefeden sosyolojiye geçti : Fransız sömürgeciliğini bütün olumsuzluklarıyla teşhir ederek : La Sociologie de L’Algerie (Cezayir’in Sosyolojisi) günümüzde bile sömürgeciliğe karşı mücadele vermek için başvurulması gereken en önemli mihenk taşlarından biridir.
Toplumbilimini bir tür mücadele aracı gibi kullanmayı burada öğrendi. Fransız sosyalistlerine de Cezayir’deki gelişmeler içinde notunu verdi : “Zayıf. Çok zayıf. Yetersiz. Çok yetersiz.”

Anımsatmak gerekiyor : Aynı yıllarda François Mitterrand İçişleri ve Adalet bakanlıkları gibi değişik görevler üstlenmişti. IV. Cumhuriyet’in son demlerini yaşadığı bu zaman dilimi içinde, Sosyalist Parti birçok hükümette ortaktı veya çok parçalı hükümetlerin lokomotifiydi.
Bourdieu Cezayir’de Kabilleri (Berberileri) ve onların köy meclislerini keşfederek yönetimde yeni biçimlerin mümkün olduğunu anladı ve anlattı :

Ona göre, “Kabil meclisi örneğinde olduğu gibi yönetim için özerklik şart(tı) : Çünkü bu tür yönetim biçimi tabanla tavan arasında en iyi uyumu sağlıyor.

Daha sonra berberi köylerindeki meclislerin, köy meclislerinin, ihtiyar meclislerinin ve üniversite kampüslerindeki öğrenci topluluklarının ÖZERKLİK BAKIMINDAN benzerliklerini buldu.

Toplumsal mücadeleler içinde “topluluk bilincinin” doğuşuna ve bunun önemine dikkat çekti.

KÜLTÜREL EŞİTSİZLİKLER

Bourdieu son yıllarda “pour une gauche de gauche” (“solun solu için”) mücadele ediyordu. Raison d’Agir (Davranmak Nedeni. Etken Olmak Nedeni) isimli derneğindeki arkadaşları ve meslektaşlarıyla.

Buradaki Raison d’Agir teriminin, raison d’Etat (Hikmet-i Hükûmet. Devletin Varlık Nedeni. Devletin Yararı/Gereği) teriminden esinlenerek ve bir ona yanıt vermek için seçildiğini vurgulamalı.

1997’de PS (Sosyalist Parti) ile PCF (Fransız Komünist Partisi) öncülüğünde oluşturulan “Çoğul Sol” ortaklık hükümetinin kapitalist toplumu “idare etmekle” yetinmesini ciddi bir biçimde eleştirdi. Bu hükümetin de kendisinden öncekiler gibi liberal politikaları benimsediğini örnekleriyle ortaya koydu ve sıkı bir biçimde sorguladı.

Bu nedenlerle Bourdieu’ye “solun solunda” tanımlaması yakışıyor. O nedenle ihtilalci sıfatı ona yakışıyor.

Bourdieu (soyadında “dieu”/tanrı var ama kendisi ateistti) sosyolojinin babası, çok iyi bir bilimadamı ve tutarlı bir militan olarak iz bıraktı.

Her biri birer “dünya” kitapları da ondan kalanlar : Onları tek tek sıralamak konumuzu, makalemizin sınırlarını fena halde aşar. Bunların tümünü vefatını izleyen günlerdeki günlük, haftalık veya aylık yayın organları ayrıntılı bir şekilde sundular. İnternet sitelerinde de bunlar parça parça bile olsa veriliyorlar. Çünkü hepsini birden vermek sınırları zorlayacak cinstendir.

Çalışmalarında pek çok orijinal yönler bulunuyor :

Bourdieu, örneğin okullardaki, eğitim ve öğretim kurumlarındaki ve kültürden yararlanma olanaklarındaki dengesizliklere, eşitsizliklere dikkat çekti, bu meseleyi sık sık vurguladı. Cumhuriyet rejimine geçişle ilkokul ve ortaokul zorunlu kılındı : EŞİTLİK ilkesinin uygulandığını ispatlamak için. Ama geçmişte ve bugün bir kentin şık mahallelerindeki ilk veya orta okullarda ve liselerde okuyan çocuklarla yoksul veya kenar mahallelerde okuyanlar arasında dağlar kadar fark bulunuyor : Yani eşitlik sağlanamadığı gibi varolan eşitsizlikler artarak sürdüler. Bunları Bourdieu gibi birinin yazması, söylemesi ve ısrarla vurgulaması elbete önemlidir. Bu konularda siyasi, kültürel ve eğitsel önlemler alınması için.

Bourdieu benzer bir eşitsizlik olgusunu kültürden yaralanmada da saptadı : Örnek olarak müzeleri aldı ve şu noktaları vurguladı : Bugün Fransa’da herkes müzelerden eşit bir biçimde yararlanamıyor. Giriş ücretlerini herkes ödeyemediği için. Doğulan coğrafyaya göre kimi çocuk müzelerin varlığından bile habersiz kalabiliyor. Müzeye gitmek, müzeyi ziyaret alışkanlığı kimi yerde hiç yok.

Ona göre, “AYRIŞMA”, mesleklerin birçoğunda da söz konusu : Fransa’da ana-babasından biri avukat veya doktor olmayanın avukat veya doktor olması mümkün değil.

Çok insanı rahatsız etti Bourdieu. Bu nedenle giderken dostu kadar düşmanı da vardı.

Küçük burjuvalara da çok bindirdi. Onlara özellikle çok sinirleniyordu. Bir türlü tercih yapamadıkları için : « Aslında yaşam ve çalışma koşulları açısından proleteryaya yakın insanlar, fakat ille burjuva olduklarını iddia ediyorlar » diyordu. . Oysa burjuvazi onları dışlıyor. Ama bu kadınlar ve erkekler ısrar ediyorlar : Köpek veya kedi sahibi olarak veya burjuvazinin benzeri kimi dış işaretlerinin/göstergelerin kendilerinde de bulunduğunu savlamaya çalışarak…

Bourdieu küçük burjuvaların iki taraf, iki toplumsal kesim, iki toplumsal sınıf arasında bir türlü kesin karar verememelerini çok sıkı eleştiriyordu. Ona göre proleter olan ve öyle olmalarını kabul etmelerini istedikleri küçük burjuvaların ille burjuva olmaya çalışmaları boşunaydı, çünkü asla burjuva olamayacakları gibi, burjuvaların da onlardan fena halde nefret ettiğini vurguluyordu. Ama bunu küçük burjuvaların anlamamakta ısrar etmesinden de son derece rahatsız oluyordu.

Herkesin gördüğü ama görmemezlikten geldiği, herkesin bildiği ama bilmemezlikten geldiği konuları, olguları uzun zaman alan araştırmalar, söyleşiler, karşılıklı konuşmalar, sorular ve anket çalışmalarıyla ispatlayarak kamuoyuna sundu : En çok sayıda insanın en çok şeyi öğrenmesi umuduyla.

Toplumbilimine bir katkısı da mutlaka soru/anket çalışmalarını hazırlaması ve karşı karşıya görüşme teknikleridir.

İktidara karşı sorgulayıcı eleştiriyi savundu : Özellikle “toplumsal düşünme araç-gereçlerini” eleştirdi.

“Bizi özgür olduğumuza inandırıyorlar. Ama asla olduğumuz yerden ötesine geçmemize izin vermiyorlar.” Diyor(du).

Toplumsal yapı(lar)ın ağırlığı altında ezilen insanları araştırdı, inceledi ve anlattı. Yılmaz Güney’in Sürü ve Yol’da vurguladığı konumlar/durumlar yani : Gelenek ve göreneklerin (bunların ille yüzyıllık ömürlü olması da şart değil) ağırlığı altında ezilen ve bir türlü GERÇEKTEN ÖZGÜR olamayan insanların dramı…

İnsanların “toplumsal oyunun hapsettiği deliklerden” çıkmalarına yardımcı olacağını umduğu bilimsel araştırmaların ve incelemelerin sonuçlarının “demokratikleştirilmesini” öneriyordu :

Yani, daha önce belirttiğim gibi, olası en çok sayıda kişinin sonuçlardan yararlanması anlamında : Daha çok insana bu sonuçları sunmak : “Toplumsal dünyada” yaşayabilmek için. Herkesi toplum bilim yapmaya bile teşvik ediyordu.

MEDYA

Bourdieu medya organlarıyla ciddi biçimde hesaplaştı :

Ona kalırsa medya “baskının sembolü”dür. Radyo ve hele televizyona karşı acımasızdı :

Onların programlarına katılmaya hiç mi hiç yanaşmıyordu. Çünkü, Bourdieu, televizyon gazeteci ve sunucularının “Ben de biliyorum” havasını vermelerini hiç sevmiyordu. “Ben de biliyorum, ben de sizin kadar bu konuları inceledim” diyenlerden hep uzak durdu. Fransa’daki birçok televizyon kanalında haberleri, hele saat yirmideki haberleri sunanların, haberlerden ve davet ettiklerinden çok “kendi görüntüleriyle” ilgilendiklerini defalarca vurguladı. Sevmedi bu tür kadınları ve erkekleri.

Aynı zamanda bilimsel araştırmaların/incelemelerin/çalışmaların medyatik ve akademik baskılar/zorlamalar arasında kendilerine özgür ve bağımsız bir yol bulmalarını tavsiye ediyor(du).

Yani bilinen klasik medyaların yanında kendi medyalarını yaratmak gerekiyordu. Bourdieu bizzat bu alanda da kimi girişimlerini gerçekleştirebildi : Meslektaşları, kafadaşlarıyla birlikte kendi yayınevini kurarak ve kendi yayın organlarını yaratarak.

Aydınların günlük gazeteleri okuyarak fazla zaman yitirmemelerini öneriyor(du).

Açgözlülerin eline terkedilmiş dünyayı değiştirmek için elinden geldiğince ve aralıksız ve hiç yorulmadan ve bilhassa bunu belli etmeden (yani yorulduğunu belli etmeden) mücadele etti :

Bourdieu’ye göre, « bugünkü toplum donmuştur, herkesi de kendi küçük hücreleri içinde (aile, okul, işletme) donduruyor. Bundan kurtulmanın yolu toplumun kendini savunmasından geçiyor. » Bourdieu’nün en sevmediği tiplerin küçük burjuvalar olduğunu yukarıda belirttim. Alman filozof ve nazilerle işbirliği artık çok açık biçimde bilinen Heidegger ile bu nedenle de sıkı alay ediyordu. Onu küçük burjuva alışkanlıkları içinde « kapanmış » olmasıyla sarsalıyordu.

Bourdieu Heidegger’le alay ediyordu, böylece onu 1950’ler ve sonrasında baş tacı eden kimi Fransalı filozofla da (en başta Sartre’la) hesaplaşıyordu. Ancak sıradan küçük burjuvalara ve diğer donuk hücrelerde tek başlarına yalnızlıkları içinde aciz insanlara ise “zincirlerinizi kırınız! Zincirlerinizden kurtulunuz!” çağrısı yapıyordu. Solcu takımlar içindeki küçük burjuvalarla da hesaplaşmaktan asla çekinmedi. Solcu takımlar içindeki tutucuları da eleştirmekten kaçınmadı. O nedenle solcu takımlar içinde de epey düşmanı vardı. Pek çok dostu yanında.

Bourdieu, burjuvazinin bildiğini ve kimi zaman sadece benzerleriyle birlikte bir sır gibi sakladıklarını HALKA İLETEN ARACILIK rolünü üstlendi.

Çok çalışkandı : Çok çalıştı : Bilimsel çalışmaları, kitapları, dergi ve dost bulduğu günlük gazetelerde yayınladığı yazıları, makaleleri yönettiği tezler bunun ispatıdır.

Düşünür olarak, bir yerde tam anlamıyla bir ermiş olarak gitti.

Çevresindekilere ve okuyucularına, Japonya’lara kadar uzanan öğrencilerine toplumda nasıl davranılmalı, insanların mücadelesinde onlardan yana nasıl tavır takınılmalı konularında binbir ders bırakarak.

Gençliğinde rugby oynayan (doğduğu bölgenin en çekici spor dalı rugbydir çünkü) Bourdieu, bütün spor dallarını, bu arada elbette futbolu da, özel olarak izledi. İlgilendi :

“Futbol rugby gibi bir tür sanattır.” diyordu :

“Çünkü yaratma eylemi var her ikisinde de.”

Belki bu denli spor meraklısı olmasının da etkisiyle “Toplumbilim bir mücadele sporudur” tanımlamasını yapıyor(du) :

Bize bıraktığı toplumbilimsel araç-gereçlerle toplumu BİRAZ DAHA DEĞİŞTİRMEK OLASI : MUTLAKA.

Hiç yorum yok: