25 Ekim 2010 Pazartesi

Emeğin önemi / değeri nereden gelir?



Hasan Şahingöz

Yaşamın bir amacı var mıdır?

İnsanın dünyaya gelişinin bir amacı..?

Düşünen, kendisinin, kendisini çevreleyen dünyanın ve içinde yer aldığı koskoca evrenin farkına varabilme yeteneğine sahip insanın ortaya çıkışının bir amacı varmış gibi görünmüyor. Kendi varlığından habersiz bir kaya parçası, bir çalı dikeni, bir manda ya da kaplumbağa gibi bizler de evrendeki tüm varlıklar gibi, elementlerin (öncesinde
atom altı parçacıkların) gereklilikleri doğrultusunda birbirleriyle bileşikler oluşturmalarının eseriyiz.

Evren, dünya ya da diğer varlıklar için, bizlere verilmiş herhangi bir görev yok. Bizlere yüklenmiş ya da kendi kendimize yüklendiğimiz bir misyon da... Elementler bir araya gelerek bizleri meydana getiriyorlar; sonra, gün geliyor, tıpkı birleştikleri gibi ayrılıyorlar. Bizler de geldiğimiz gibi yok olup gidiyoruz.

Dünyaya gelişimizi önceden bilmiyor, hatta gelişimizi fark bile edemiyoruz. Fakat yaşamımızın sonsuz olmadığını, onayımız alınmadan geldiğimiz dünyadan yine onayımız alınmadan gideceğimizi biliyoruz.

Evet, yaşamın, insanın yeryüzünde varoluşunun bir amacı yoktur. Ama gel gelelim, diğer tüm canlılar gibi, dünyaya geldikten sonra insanın da bir amacı oluşur: Hayatta kalmak! Ölüme direnmek, mümkün olduğunca iyi, mutlu ve huzur içinde yaşamak...

İnsanın tüm etkinlikleri de bu amaca yöneliktir. İnsan, bu amaçla sınırlanmış, sarılıp sarmalanmış gibidir. Zira bizlere aksini düşündürecek somut bir veri de henüz yoktur elimizde.

İnsanın bu amacının gerçekleşmesi, ihtiyaçlarının karşılanması ile mümkündür. İhtiyaçlara gelince, bunlar da öylesine çeşitli ve sınırsızdır ki, bu ihtiyaçları karşılama çabası insanın tüm yaşamını doldurmakta, ömrünü almaktadır. Öyle ki; insan, ihtiyaçlarının,
ihtiyaçlarını karşılama çabasının tutsağı haline gelmiştir. İnsan, ihtiyaçlarının kölesi olmuştur. Çünkü insan, ihtiyaçları karşılandıkça refah içinde yaşar. İhtiyaçları karşılandıkça mutlu ve huzurlu olur.
İhtiyaçları karşılanmadığında ise, aç ve yoksul, mutsuz ve huzursuz...

Neyse ki doğa, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi karşılamaya muktedirdir. Bu ilginçtir, fakat iyi bir şeydir. Demek ki, mutlu, huzurlu ve refah içinde bir yaşam, bir hayal değil, mümkün olan bir şeydir. Hem de tek tek tüm insanlar ve halklar için...

Ne var ki doğa, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi hazır olarak sunmuyor bize. Kol saati üretmiyor örneğin, telefon, televizyon, buzdolabı da... İhtiyaç duyduğumuz her şeyin malzemesi kendinde mevcut ya, gerisini bizlere bırakıyor sanki. Bizlerin aklına, yeteneklerine,
çalışkanlığına... "Benden bu kadar, gerisi size kalmış!" der gibi.

Emek tam da burada devreye giriyor işte! Gerisini, doğanın bizlere bıraktığını halletmek için; değiştirip, dönüştürüp, ayrıştırıp ya da sentezleyerek ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere...

Emeğin önemi/değeri de buradan geliyor.

Yaşam gereklerini üreten iki şeyden biri doğa ise, diğeri emektir. Emek sayesinde insan, doğanın ellerinden kendini (tamamıyla değil elbette) kurtarmayı, kaderini kendi ellerine almayı başarmıştır.

Emek olmasaydı, ekmek de olmazdı; yollar, evler, hastaneler, okullar, arabalar da olmazdı; elektrik de olmazdı, giyecekler de... Emek olmasaydı, bizleri biz yapan, bizleri diğer hayvanlardan ayıran hiçbir şey olmazdı.

Emek, insanın yaşamdaki amacının gerçekleşmesine hizmet eder, aracılık eder.

Emekle insan, kendi yaşamını, refahını, mutluluk ve huzurunu yeniden yeniden üretir.

Emekle insan, her defasında kendini yeniden yaratır.

Yine de insan, amaç çalışmak değil de ihtiyaçları karşılamak olduğundan, emeğin yerini tutacak araçlar bulduğunda (tıpkı doğal enerji kaynakları ya da makineler gibi) kendisini çalışmanın
zorunluluğundan/tutsaklığından kurtarmasını da bilecektir. Tıpkı bugüne kadar olduğu gibi...

NEWROZ GAZETESİ

Hiç yorum yok: