14 Ocak 2010 Perşembe

Feminist bakmak, sınıfsal bakamamaktır




Ali Barış Kurt - Sosyoloji Öğrencisi
alibariskurt@hotmail.com


Bir kadının kendi cinsiyetinin sorununa duyarlılaşmasından daha önemli olan 'tek şey', esasında bir erkeğin karşı cinsinin sorununa aldığı tutumdur. Tam da bu nedenle feminizmin eksik ve hatta hatalı olduğu düşünülmeli.

Peki bu bakış açısından, bir işçinin kendi sorununun farkına varmasıyla, patronun işçinin sorununa olan 'duyarlılığı' arasında bir mukayese yapma ihtiyacı çıkar mı? Pek tabii ki, hayır. Zira, cinsler arası ayrımın salt biyolojik olduğu ortadayken, diğer iki örnek sınıfsallığı kapsar. Şu halde, doğan ihtiyaç, yine sınıfsal bakabilmekte yatıyor...

Ayrıca konulaştırdığımız şey, başkalarının sorununa duyarlı olmakla yetinilmeyecek bir hal içeriyor. Egemen ulusa ait bir patronun, ezilen ulusa ait bir kimsenin bu yönlü sorununa duyarlı olması değil, gereken. Egemen ulusun halkının ezilen ulusun halkına verdiği destek, olması gereken.

Akıl yürütme, doğru düşünceyi bulmanın aracıdır. Yukarıda verdiğim örnekler de bu hüsnüniyetin tezahürüdür.

Kadın sorununun sınıfsallığına ilişkin sayısız akıl yürütme yöntemi ve somutlaşmış örnekler verilebilir. Lakin sorunu bu pencerenin dışında incelediğimizde, karşımıza çıkan en patetik şey de, feminist açılım tarzı oluyor. Peki, bu, sorunun çözümüne ne katıyor? Açıkçası, sorunu başkalaştırmak, hedefi şaşırtmak ve Türkiye ve dünya emekçi kadınının talepleriyle çok da örtüşmeyen; kabacası şudur ki; halklaşmamış bir eğilimden öteye gidemiyor. Bu da, feminizmin çelişmesinden ibaret bulunmalı.

Denk sayma mutlaka doğru değil fakat bir oranlamayı da Türkiye'deki ulusal sorunla yapmaya çalışalım: Türkiye'de yaşayan Kürtler ezilen ulusu, yaşayan Türkler ise egemen ulusu temsil eder. Kürtlerin mahrumiyeti, Türklerin ise (ulusal anlamda) hakimliği mevcuttur. Dil, anayasa, ulus sayılma özellikleri bakımından Türkler, Türkiye'de Kürtlerin (yine ulusal anlamda) kazanamadığı haklara maliktir. Pekala, Türklerin bu haklarını ve Kürtlerin 'kırmızı çizgi'lerini belirleyen, bu iki ulustan herhangi biri midir? Değildir. Kimdir sorusuna vereceğimiz yanıt, mutlaka egemen sistem olacaktır. Kürt halkının, egemen sistemin yarattığı sorunun temsilcisi olarak Türk halkını görmesi ve onu hedef alması ne kadar sorunlu ve tehlikeli ve anlamsızsa; yine erkeğin egemenliğini yaratanın gerici-kapitalist sistem olduğu düşünüldüğünde, kadınların, sorunun sorumlusu olarak erkek cinsini kabul görmeleri; aynı eksikliği içerir. Kürtler, talepleri için Türklerle birlikte hareket etme ve mücadeleye bu halkı da dahil etme ihtiyacını ne kadar güdüyorsa, kadınlar da aynı algıyla yaklaşmalıdır ve yaklaşıyordur.
Evet yaklaşıyordur ve buna verilecek örneklerden birisi de, Novemed grevidir. Grevci kadınlar, emek hareketi ve kadın hareketinin birlikteliğinin sağlanması konusunda beklentiliydi. Grev sırasında dayanışmanın kadınlarla sınırlanmaya çalışılmasına ve cinsiyetçi sloganlar atılmasına karşı çıkanlar da, yine grevci işçi kadınlardı. Kadın işçilerin, mücadelelerinin bir emek mücadelesi olduğu esasıyla davranmaları ve erkek işçiler için de "Elbette eylemimize katılacaklar" yaklaşımları sayesinde, mücadele daha anlamlı ve gerekli şekilde gündemleşmiştir.

***
8 Mart eylemlerinde kadın-kadına yürüyüşün savunucusu feminist çevreler, sorunun sınıfsallığını tahlil edemeyen veya bununla ilgilenmeyen bir tutuma girişiyorlar. Bu durum, sistemin erkekliğini geri plana iten ve erkeğin erkekliğini hedef alan bir algı yaratmış oluyor. En basitinden örneklersek; 8 Mart'ta kortejde yer alacak erkek, sistemin uşağı erkek değil, sistemin sömürgesi erkektir. Yani, o erkek de sistemin erkekliğinden nasibini almaktadır. Eşine verilen ücretin eşitsizliği, eşinin evde ve tarımda ücretsiz aile işçiliği yapması, çalıştığı yerde kreş bulunmaması nedeniyle eşinin çalışamaması vb. başlıca örnekler bile, kadın sorununun emekçi erkeği de, onun ekonomisini de içine aldığını görmemizi sağlayabilir. Kadının mahrum kaldığı az önceki örneklerden bahsederken, bazı çevrelerce alınan tavra ilişkin, sorunun tekbaşına cinsiyetçilik olmadığını çok yüzeysel baksak bile, görmemiz mümkün. Peki, bunun dışında bir kadın sorunu yok mudur? Mutlaka çoktur ama hedef alınması gereken erkek sistem, hikayenin anlatılması ve mücadeleye katılması gerekense aynı ekonomik koşullardaki, emekçi erkektir.

Gücü bölerek asıl sorunu salt cinsiyetçilikle ele almak, emekçi kadının sorununa bir kazanç sağlamayacağı gibi onu özünden de koparan bir yaklaşımdır. Öyle ki, 8 Mart'ın tarihsel anlamını bilmek ve ona göre davranmak; yani baskıya, sömürüye, adaletsiz ve eşitsiz uygulamalara karşı bütünleşmek ve bunları yaparken sermaye sistemini hedef almak, özellikle 2010'da fazlaca ehemmiyeti olan; ekonomik krizle birlikte ele alınması gereken bir aşama olacaktır.

***
Emek Partili kadınların 2010'u bu anlama denk düşürecek kararlar alarak, gerekli adımı atmaları da desteklenmeli. 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilan edilişinin 100. yılı olan 2010 yılını, “Kapitalizmin ve krizin kadınların yaşamı üzerindeki yıkıcı etkileri”ne karşı mücadele yılı olarak belirleyen EMEP'li kadınlar, yıl boyunca sürdürülecek kampanyayla, sosyalizmin kadınlar için kazanımlarının da yaygın bir şekilde anlatılmasını hedefliyor. Bu perspektifin, kadın sorununun sınıfsallığı açısından büyük önem taşıdığı görülecektir. Kararlar içinde asgari sosyal yardımın ve "kadınlar işe, çocuklar kreşe" taleplerinin dillendirilmesi de, bu bakış açısınının sınıfsal olma gereksinimini ortaya koyuyor.

Tekel işçilerinin eylemlerinde kadınların önplana çıkması, sınıf kardeşi erkeklerle ülkeyi 'sarsmaları', işte bu bütünlüğün başarı resmidir. Her türden bölünmeleri ortaya çıkaranlar ise tarihten bu yana sermayeciler olagelmiştir. Bu oyuna düşmemek ve 'ortak düşman'a karşı birleşmek, işçi ve emekçi kadın ve erkeklerin ihtiyacıdır.
Kadın sorununun işlendiği eylemliliklerde salt kadınların yürümesi değil eleştirilen. Bu durumun, taleplere ve bakış açısına da yansıdığı, hedef alınanın yanlış adres olduğu ve böylelikle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün içinin boşaltıldığıdır eleştirilen...

Fabrikada birlikte direnen kadın-erkek işçilerin; 1857'de New York'lu tekstil işçisi kadınların mücadelesi ve bu mücadelede katledilen 129 kadın için, pratik mücadelede ayrılması kadar gerici bir anlayış olamaz. 129 kadın, işçiydi. Onların mücadelesini sahiplenmek ve ilerletmek de, bugünkü sınıf kardeşlerine düşen görevdir ve bunun için kadın olmanın şartlığı gözetilemez.

***
Tacize, tecavüze uğrayan kadını önemsizleştiren sistem, şiddete uğrayan kadını "Aile içi" diye geçiştiren sistem, fabrikada ter döken kadını sosyal birçok haktan mahrum bırakan, eşit işe eşit ücret talebini görmezden gelen sistem; kadın sorununu erkeklerin yarattığı bir sorunmuş gibi inandırmaya girişen ve bunun için medyayı ve çeşitli imkanları kullanan da sistem. Meşhurlaşan 'Taksim tacizcileri'ni cuzi bir parayla özgürleştiren ve olayın tekrarı için zemin hazırlayan ve sokakları 'seyyar genelev'e dönüştürüp; "taciz yap, para öde, kurtul" gibi bir öngörü yaratan yine sistem. Kürt kadınlarının eylemlerde ön saflarda yer almalarını, çektikleri acı ve hissettikleri öfkeyi saklamak adına; tahammül gösteremeyen ve "Kadınları öne sürüyorlar" diyerek, Kürt erkeğini suçlayan yine sistem. Evlilik kurumunu yaratan da, ekonomik sömürüyle evliliğin dağılmasını sağlayan, yine aynı ideolojinin sistemi. Dini ve onun kurumlarını araçlaştırarak muhafazakar bir toplum yaratan ve kadının hem toplumca hem yasalarca daha geriye sürüklenmesini hedefleyen ve açıkçası başaran, sistem. Hemen bu son örneğe ilişkin veride bulunacak olursak da; AKP döneminde, 2002'den 2009'a kadar geldiğimiz süreçte, kadın cinayetleri yüzde 1400 artmıştır. Yani, sermaye sistemini ve gericiliği en iyi kullananların düzeninde, bu sorun artıyorsa, bağlanacak ve 'saldırılacak' yer de, işte bu her şeyiyle gerici olan sermayeci sistemdir.

Unutmadan, son bir örnek daha... İHA'nın geçtiğimiz günlerdeki bir haberinin spotu şöyle başlıyordu: "Aydın’da ‘Erkek Egemen Siyasete’ adeta son veren ve 2 dönem milletvekilli seçildikten sonra Aydın Belediye Başkanlığı’na seçildikten sonra aldığı cesur kararlarla dikkatleri üzerine toplayan Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu..." CHP'li Çerçioğlu, aynı zamanda İstanbul Sanayi Odası`nın (ISO) açıkladığı Türkiye’nin 500 Büyük Şirketi listesinde yer alan Jantsa A. Ş.'nin sahibi. Ekonomik krizi fırsata çeviren ve yine kriz bahanesiyle geçen yıl yüzlerce kadın-erkek işçiyi işten atan bir şirketin patronu... Feminizm, işten atılan yoksul kadınla, işten atan mülkçü Özlem kadını bir tutmaktır ve burjuvazinin 'erkek egemenliğine karşı saldırısı' bununla sınırlıdır.

***
Bu tartşmalara, çeşitli mücadele günlerinde sistem bizi kasıtlı olarak zorlar ve asıl sorundan ve taleplerden uzaklaştırır. Tabiri caizse gündemimizin kökünü kazır. 1 Mayıs ve alan fetişizmi tartışmalarında şahit olduğumuz gibi. Oyuna düştük, ancak en azından 'oyun'un bilincinde yazdık.

Hiç yorum yok: