15 Nisan 2009 Çarşamba

« BAŞKAN »DAN KALAN




Prof. Dr. M. Şehmus Güzel

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı (Kimi köşe yazarının yanlışlıkla belirttiği gibi Başbakanı değil) Obama Avrupa turunda « simgelerin/sembollerin başkanı » rolünü hakkıyla oynadı : Londra, Strasbourg, Prag , Ankara ve İstanbul ziyaretlerinden sonra gitti. Acaba tamamen gitti mi diye kendi kendimize sorarken sesi Bagdad’tan geldi. Demek ki tamamen gitmemişti. Peki geldi, gördü , konuştu ama neler söyledi ve neler bıraktı ? Bu soruyu yanıtlamak çok zor. Hangi gün, nerede, ne giydiğini ve nasıl tebessüm ettiğini söylemek ise daha kolay. Çünkü kimi açıdan imajı mesajını gölgede bıraktı. Evet neler dediği ikinci planda kaldı. Eşinden ve kendisinden bahsedildi sadece. O kadar ki diğer liderler ve o liderlerin eşlerinden hiç kimse söz bile etmedi. Ayıp oldu biraz. Ama iki « süper yıldız » olunca diğerlerinin « ışıklarının » göz kamaştıramamısı da kaçınılmazdı. Hayat pardon siyaset şimdi böyle oynanıyor. Oynatılıyor.

Obama Prag’da « barış »/« peace » nutku attı. « Atom bombasının yakında kullanılmayacağını » açıkladı. Hangilerinin ? « Bizimki hariç diğerlerininkilerin » diyemezdi elbette. Hayran oldum. Çok iyi alkış topladı. « Love » nutkunu ABD’ye sakladı. Bu neredeyse doğal : Önce can sonra canan. Dahası deneyimle sabit : Avrupalılar barış yapar Amerikalılar « aşk ».

Ama kabul etmek lazım Prag bu iş için biçilmiş kaftandı. Çeklerin 1968’de yaptıklarını ve öteden beri savaşa nasıl karşı olduklarını bilmeyen yoktur. Barışa bağlılıkları o kadardır ki bu adamlar birkaç kilometre güneylerindeki halklar 1-2 metre için birbirine kıyarken Slovaklardan gıklarını çıkarmadan ayrılmasını bile bildiler. Evet Çekoslovakya nam devletin mal mülkünü iki halk arasında nüfusa göre paylaşarak. Ve tek kurşun sıkmadan. Al kardeşim bu elmaların şu kadarı senin bu kadarı benim. Şu tanklar ve toplar senin bunlar benim. Biraları paylaşmayı da unutmadılar elbette. Prag’ın ünlü meyhanelerinde en çok bira içilir. Bratislava’nınkileri de yabana atmayalım. Obama ama içmemiştir o biraları. Hani ne olur ne olmaz diye. Bütün « malları » Başkan’ın ABD’den tornistandır çünkü, ayrıca.

İstanbul’da ise camii ve çorap sahnesine tanık olduk. Çok başarılıydı bu sahnelerde. Kenyalı babasının müslüman olduğunu bir de bu vesieyle anımsadı mutlaka. Obama kendisi hıristayandır ve bunu da yeri ve sırası gelince ve bilhassa ABD’de elirtmekten kaçınmaz. Ama « ökümenik » bir Başkan havasında bütün dinlerle eşit uzaklıkta ve eşik yakınlıkta bulunduğunu da göstermekten kaçınmaz. Ancak « İslam »la kavgalı olmadığını belirtmek için de her fırsatı kullanır. Ortadoğu’da bugünkü koşullarda ziyaret edebileceği tek « müttefiki » olan Türkiye Cumhuriyeti bu konuda iyi bir alandı ve Obama bu alanı çok iyi doldurmaya çalıştı. Başardı mı ? Meçhul. Hele aynı saatlerde ve/veya günlerde Irak, Pakistan ve Afganistan’daki eylemler dikkate alınırsa Obama’nın herkesi ikna edemediğini söylemek mümkün. Böylece ABD Başkan’ından istenenin cami ziyaretinden ve cami ziyareti sırasında kedi okşamaktan biraz daha fazla olduğu da belirtilmiş oldu. Ama cami ziyaretinde çoraplarının delik olmadığını gördük ve rahatladık. Derin bir nefes aldık. Tamam, dedik, ABD’de kriz demek ki o kadar da derin değil miş.

« Başkan’ın » « Diyalog » ve « Dostluk » nutku hiç te fena değildi. TBMM’de bütün gönülleri fethetti. Ahmet Türk’ün DTP Grup Toplantısı’ndaki Kürtçe nutkunu yarıda kesen TRT « Başkan’ın », sanırsınız Türkiye Cumhuriyeti’in de Başkanı, nutkunu « kesintisiz » verdi. İyi televizyona da bu yakışır hani. Darısı başımıza. Arapça, Kürtçe, Ermenice, Lazca, Çerkesce...konuşmaların da kesintisiz yayınlanması dileğiyle.

« Başkan’ın » sürpriz yapmayı sevdiğini de bu vesileyle öğrendik. Nitekim İstanbul’dan yola çıktıktan sonra « Yol yakınken bari bir de Bagdad’a ugramalı » demiş olmalı. Ve ugradı. Ziyaretini büyük bir gizlilik içinde yaptı. Eşi Michelle’in Türkiye resmî ziyaretine neden gelmediği/getirilmediği de böylece anlaşıldı. Yani sürpriz ziyaret herkes için sürpriz değildi. Önceden hazırlanmıştı. Başka türlüsü zaten nâ-mümkündür. Yine rahatladık çünkü Michelle Hanım’ın gelmemesinin nedeni bizim bıyıklarımız ve eşlerimizin o güzelim yeşil gözleri değilmiş dedik. Oh bee ! ABD Başkanı’nın Ankara’ya, İstanbul’a kadar geldikten sonra « boys » takımını, ABD’nin « iyi çocuklarını », ziyaret etmeden « evine dönmesi » (« Go home ! ») « askerleri » tarafından hiç te iyi karşılanmazdı. Nitekim ziyareti sırasında gördük : ABD’li askerlerin tümü, kadın, erkek, er ve erbaş, tümü ve tamamı kendilerinden geçmişti. Hele Siyahlar. Hele Hispanikler. Kimi subayın, Beyaz ve uzun boylu subayların, renklerinin biraz laciverte dönüştüğü de mutlaka dikkatinizden kaçmamıştır. Herkes Obama’dan memnun değil mi ? Acaba böyle bir durum var mı ? Varsa neye veya nelere yol açabilir ? Göreceğiz.

Eee peki bunun dışında, bu uzun turda, bu uzun, bu epey hareketli ve epey renkli resmî geziler dizisinde ne(ler) oldu ? « Başkan Obama » ABD’nin « herkese model » olması gerektiğini anlattı. Zaten iyi saatte olsunlar da bunu böyle anladılar. TBMM’de ve Türkçe medya istasyonlarının merkezlerinde « Acaip adam bee ! Ne adam bee ! Ne güzel konuşuyor bee !» sesleri gökyüzüne kadar ulaştı. Sadece oralarda da değil. Başka mekanlarda da. Başka merkezlerde de. Recep Tayyip Erdoğan’ın « Başkanla » birlikte olduğu görüntülerde kendinden geçmiş hali mutlaka yakın siyasi tarihin en anlamlı belgeleri olarak hafızalarımızda kalacaklar.

Peki bunların arkasında ne var ? ABD’nin bilinen dış ve diş politikası var. İsrail Devleti’ne garanti verildi. Yeni ama aslında çok eski, aşırı sağçı, ırkçı hükümetle de mutlaka bir modus vivendi bulunacaktır hiç merak etmeyin. Ama İsrail Devleti, « İran İslami Cumhuriyeti »nin genişlemesinin, etkisinin bölgede (Özellikle ve öncelikle Lübnan’da, Gazze Şeridi’nde, Irak’ta...ve Afganistan’da) yayılmasının önünün alınması için ABD tarafından ona fazla « ılımlı mesajlar » gönderilmesini istemediğini de elleri ve ayaklarıyla anlatıyor. İsrail için bölgedeki « en önemli düşman İran » olarak kalıyor ve bu böyle gösteriliyor. ABD ile İsrail arasında Filistin Devleti’nin kurulması konusunda da ciddi tartışmalar ve ayrışmalar var. Yeni, ırkçı ve aşırı sağcı İsrail hükümetinin yetkili ağızları şimdiye kadar bir kez bile Filistin Devleti’nden söz etmediler. ABD’nin bölgedeki dertleri bir değil. Bin.

Ne olursa olsun, bu ziyaretleri sırasında Obama İsrail’e gitmedi. Ama çok iyi bir « rock star » olarak rolünü çok iyi oynadı. Yakışıklı adam ayrıca. Eşi de çok şık ve çok güzel. Bacım olsun. Ama ABD Başkanı olarak programı hep aynı. Enaz düzeyde seyred(il)en. Ama bu seyirdeki oyun güçüyle Obama ABD’nin yitirdiği seyircileri toplamaya ve ABD’yi sevdirmeye doğru attığı adımlarına yenilerini ekledi. Bill Clinton’un tanımladığı gibi Obama « peri masalları anlatıcısı » olarak bu işin de üstesinden gelecek gibi. Devlet yönetiminde görüntünün programın, imajın (görüntünün) mesajın yerini aldığı da bu kadar açık bir biçimde hiç sergilenmemişti. Türkiye’ye gelmesinden önceki görüntülere bakar mısınız lütfen ? Hele örneğin Berlusconi, Medvedev ve önde Hu Jintao ile göründüğü fotografa. Neredeyse foto-montaj sanılabilir : Çünkü öndekinin ciddiyetiyle arkadakilerin neredeyse çocukların şaklanbanlığı içindeki görüntüsü çelişiyor : Öndeki son derece ciddi, arkadaki üçlü akıl almaz bir laübalilik içinde. Devlet başkanları toplantısı değil, rock yıldızlarının eğlencesi, genç liselilerin diploma sonrasındaki içkili gecenin ardından yaptıkları haylazlıklar anı veya yaşlı tiyatro oyuncularının yıllık genel kurulu sanabilirsiniz. Eğer adı geçenleri hiç tanımıyorsanız ( !)
Bugün « Devlet-Seyir », « L’Etat- Spectacle », « Devlet-Şovu » zamanıdır artık. Somurtkanlıkla ciddiyeti karıştıran donuk devlet yerine seyirlik devlet. Devlet kendi kendini sahneye koyuyor artık. Devlet yöneticileri şov yapıyorlar bizzat. Aslında öteden beri kimi devlet yönetiminde ve/veya yöneticisinde bir parça tiyatro ve seyir vardı. Olabiliyordu. Nitekim Fransa krallarından 14. Louis « Halk seyiri sever » deyip bizzat adamlarına iyi rol kesmelerini önerdi zamanında. Monaco Prensliği, İsveç, İspanya, Danimarka, Belçika, İngiltere...Krallıkları da anımsanabilir bu bağlamda.. Ama bugün artık bu iş akıl almaz boyutlarda.

Fransa Cumhuriyeti eski bakanlarından Roger-Gérard Schwartzenberg bu konuda yaptığı sıkı çalışmaları yayınlamayı sürdürüyor. İlkini 1977’de yayınladığı L’Etat Spectacle isimli kitabının ikincisini bugünlerde okuyucularına sundu. Paris II. Üniversitesi’nde yıllardan beri öğretim üyeliği de yapan Schwartzenberg, kimi devlet adamlarının bilinçli tercihi sonucu, devletin nasıl bir seyir haline dönüştürüldüğünü binbir örnek ve binbir küçük öyküyle aktarıyor. Fransa’dan Mitterrand dönemini bizzat ve içeriden yaşayan biri oarak aktardığı bölümler özellikle işinize yarayabilir. Çünkü kendi kendine onca « ilerici » havalar vermesine karşın Fransa Cumhuriyeti’nin aslında bir tür « parlamentolu Krallık » özelliği taşıdığı yansıtılıyor bu sayfalarda. « Tek Adam »lığın sürdürüldüğü de. Ve bütün bunların çok iyi bir biçimde saheye konulduğu da. Siyasetbilimcilerin mutlaka okuması gereken bir kitap. Siyasi meselelerde makale, köşe yazısı yazan « derin analizcilerin » de. Haydi kolay gelsin. Obama mı ? Geldi, gördü (mü ?), dinledi (mi ?), oynadı, iyi oynadı ama, ve gitti. Bu arada güzel tebessüm ettiğini de takdir etmek fırsatını bulduk. Bize bu birkaç yıl yeter. Sonrası mı ? O henüz bilinmiyor ve o henüz yazılmadı. Çünkü halklar en iyi ve en güzel sözün henüz söylenmeyen olduğunu çoktan beri çok iyi biliyorlar. Baki selam.

Hiç yorum yok: