5 Ocak 2009 Pazartesi

İNSANIN BOZULMASI ve UYGARLIK





Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

’İnsan, düşünmek, sevmek ve inanmak için dünyaya gelmiştir.’ Rousseau


Bu yazıda Voltaire, Hegel ve Marx’ın Rousseau’ya yönelttikleri eleştirileri anlatacaktım. Ama daha önceki ‘İnsan, Özgürlük ve Devlet ‘ başlıklı yazımı yeniden okuyunca gördüm ki, Rousseau’nun önemli görüşlerini dile getirmemişim. Oysa devrimci demokrasinin en önemli düşünürlerinden birinin görüşlerine biraz daha fazlaca yer vermek gerekir.

Rousseau, kralcılığı savunan Hobbes’un görüşüne karşı durur. Çünkü Hobbes, bir tarafta, otoriter bir devletin gerekliliğini ispatlamak için insan konusunda kötümser bir görüşü ileri sürüyordu. Öte tarafta doğal toplumu, ‘herkesin herkese karşı savaşım’ halindeki bir toplum olarak gösteriyordu. Doğal toplumda savaş halindeki bu duruma son vermek için özgürlüklerini feda ettikleri, ama kendilerini garanti altında aldıkları otoriter bir devletin gerekliliğini savunuyordu.

Rousseau’a göre, Hobbes’in iddiasının tam tersine doğal toplum, barış ve huzur içindedir. Doğal toplumda, herkesin herkese karşı savaşı yoktur. Çünkü böylesi bir savaşımı gerektirecek durum yoktur. ‘Herkesin herkese karşı savaşımı’ asıl modern, kapitalist uygarlıkta vardır. Çünkü modern uygarlık esas olarak özel mülkiyete, birbirine zıt çıkarlara dayanmaktadır; herkes kendi çıkarı ve maksimum kâr peşindedir. Rousseau’ya göre, Hobbes modern uygar toplumdaki durumu, doğal topluma aktarmaya çalışmıştır. Oysa bu yanlış bir yaklaşımdır.

Kapitalist uygarlığın insanı bozduğunu ve yozlaştırdığını gündeme getiren ilk insan Rousseau’dur. Kapitalist uygarlığa ilk eleştiri yönelten Rousseau düşünür olarak insanın bozulmasının nedenlerini araştırır.

Rousseau’ya göre burjuva uygarlığı ideal bir toplum olmaktan çok uzaktı. Çünkü kapitalist uygarlık, özel mülkiyet, iktisadi eşitsizlikler nedeniyle insanı bencilleştirmiş ve bozmuştur. Dolayısıyla Rousseau, Aydınlanma düşünürlerinin burjuva uygarlığının insan açısında bir ilerleme olduğu görüşünü benimsemez. Tarihsel ilerleme konusundaki iyimser görüşlere katılmaz.

Aydınlanma düşünürlerinin çoğunluğu şu görüşe sahipti: Uygarlığın kazanımları olan sanayi, bilim, sanat vb. insanın kendini gerçekleştirmesinin önündeki engelleri kaldırır. Dolayısıyla sürekli bir ilerleme vardır, insan aklı ve özgürlükleri sürekli bir gelişme gösterir. Rousseau’ya göre ise, kapitalist uygarlığın tarihi, özgürlüklerin gelişmesinin tarihi değil, tam tersine insanın bozulmasının tarihidir. Rousseau, uygarlığın insanı bozduğunu göstermek için, doğal ve uygar insanın özelliklerini karşılaştırır.

Rousseau’ya göre doğal insan, doğal özgürlüğe sahiptir. Doğal özgürlük nedir? İnsanın, otonom, bağımsız ve başkasının boyunduruğu altında olmadan yaşaması demektir.


Rousseau doğal insan hakkında şunları söyler: 1. Doğal insan, bağımsız ve otonomdur. 2. Doğal insan özgürlüğüne düşkündür. 3. Doğal insan özgür olduğu için kendini sevmektedir. 4. Doğal insanın başkalarıyla olan sınırlı ilişkisi merhamete dayanmaktadır. Kısaca, bağımsız olma, özgürlüğe düşkünlük, kendini sevme ve merhamet gibi temel özelliklere sahiptir doğal insan.

Uygar insan için şu saptamaları yapar. 1. İnsanlar, bağımsız ve otonom değil, birbirlerine bağımlıdırlar. 2. Uygar insan, özgürlüğe değil, mülkiyete ve güvenliğe düşkündür. 3. Uygar insan bencildir. Başkalarını sevmez, ama herkesin kendini sevmesini ister. Bu ise psikolojik bir bağımlılık demektir. 4. Uygar insanın başkalarıyla ilişkisi ise esasta merhamet üzerine değil, çıkar ve kıskançlık üzerine dayanmaktadır.

Uygar toplumda özel mülkiyetin gelişmesi insanlığı, zengin ve yoksul olarak iki ayrı sınıfa ayırmıştır. Özel mülkiyete (Özel mülkiyet ile kastedilen şey, şahısların, özel kullanım araçları değil. Kastedilen şey, üretim araçları (fabrika, banka vb.) üzerindeki özel mülkiyettir)
Rousseau’ya göre özel mülkiyete sahip olan zenginler, sadece çıkarlarını düşünürler. Çıkarcılık, onları kimilerine karşı kalleş ve düzenbaz, kimlerine karşı da sert insan yapar. Çıkarcılığın insanları ne hale getirdiğini şöyle tasvir eder Rousseau: Zenginler, yoksulları ‘korkutamadığı ya da kendi çıkarını onlara karşı yararlı bir tarzda hizmet etmekte bulmadığı zaman, onu, gereksindiği bütün insanları aldatmak zorunluluğuna bırakır. (...) kısacası, bir yanda rekabet, yarışçılık, öte yanda çıkar çatışmaları, hep kendi çıkarını başkasının zararına sağlamak gizli arzusu.’

Dolayısıyla Rousseau, uygar insanın bozulmasının nedenlerini özel mülkiyet nedeniyle ortaya çıkan toplumsal eşitsizliklere vb. dayandırmaktadır: ‘Bütün bu kötülükler, mülkiyetin ilk etki ve sonuçları, doğmakta olan eşitsizliğin ayrılmaz sonucudur.’

Peki ama bugünkü uygar insanın yerine doğal insanı geçirmek mümkün müdür?

Hiç yorum yok: