6 Kasım 2011 Pazar

Metamorfoz

Murat Çakır


»Vatanım yeryüzü, milletim insanlık!«*)

Me-ta-mor- foz, [Lat. Metamorphosis], Başkalaşma – Herhalde Alman ordusundaki değişimi ifade eden en uygun tanım bu olsa gerek. Çünkü Almanya anayasası temelinde Federal Ordu tanımlanmaya çalışılırsa, bugünkü yapısının »yurt savunması« ile yakından uzaktan bir ilgisinin kalmadığı görülebilir.

Federal Ordu’nun metamorfozu rafine bir biçimde ve yavaş yavaş gerçekleştiriliyor. Bu hafta Almanya kamuoyunun gündemi »Avro’yu kurtarma operasyonları« ile meşgulken, Federal Hükümetin en çalışkan (!) üyesi, Savunma Bakanı Thomas de Maizière, Almanya çapında çeşitli ordu yerleşkelerinin kapatılacağını ve bu şekilde bütçe konsolidasyonu için gerekli olan tasarruflara başlanacağını ilân etti.

Aslında selefi Karl-Theodor zu Guttenberg’in zorunlu askerliği kaldırma kararı ile bu adım birlikte ele alındığında, savaş karşıtlarının savunma giderlerinin azaltılması isteğinin yerine getirildiği düşünülebilir. Ama kazın ayağı hiç öyle değil, çünkü atılan adımlar Federal Ordu’nun saldırı savaşları ordusuna dönüşümünün bir gereği.

Zorunlu askerlik, Federal Ordu’nun vurucu gücünü azaltan bir uygulamaydı. Zorunlu askerlerin »yurt dışı görevlerinde« yetersiz oldukları görülmüş ve gereksiz yere kapasiteleri bağladığı açığa çıkmıştı. »Reform« adı altında atılan adımların asıl hedefi, saldırı savaşları ve işgaller gibi »yurt dışı görevlerine« gönderilecek olan asker sayısının artırılmasıdır. Hükümet planlarının, şu an için 7 bin ile sınırlı olan asker sayısının 10 bine çıkarılması olduğu uzun zamandan beri bilinmekte. Britanya (23 bin asker) ve Fransa (30 bin asker) ordularının müdahale savaşları için silah altında tuttuğu asker sayıları Almanya için örnek teşkil ediyor.

Gerçekleştirilen »reformun« Almanya’nın savaş sonrasındaki en büyük stratejik-askerî dönüşüm projesi olduğu söylenebilir. Dönüşümün temel hedefi, iddia edildiği gibi ülke savunması veya ittifak yükümlülükleri değil, yönergelerde altı çizildiği gibi, Alman tekellerinin küresel çıkarının korunmasıdır.

Yürürlükte olan Savunma Politikaları Yönergesi, Federal Ordu’nun en temel görevinin, »serbest ve engelsiz dünya ticaretinin ve açık denizler ile doğal kaynaklara serbest ulaşımının güvence altına alınması« olduğunu belirtiyor. Bu açık emperyalist amaç da, CDU/CSU, SPD, FDP ve Yeşiller’den oluşan fiîli büyük koalisyonca savunuluyor.

1949’da, Federal Almanya’nın kuruluş ilânının hemen akabinde düzenlenen bir iktisat kongresi katılımcıları »Özgür Almanya ancak özgür bir Avrupa çatısı altında ekonomik gücünü gelistirebilir« tespiti üzerinde hem fikir olmuşlardı. Yani, güçlü Almanya artık Avrupa ile var olabilecekti. Ve bugünün Çekirdek Avrupa konseptini, Almanya’nın ihracat şampiyonu olmasını ve AB üyesi ülkelerin derin kriz içine düşmelerindeki belirleyici rolünü göz önünde tutarsak, Almanya sermayesinin bu amacına önemli ölçüde ulaşmış olduğunu görebiliriz.

Kısacası kendi sınırları içerisinde enerji ve hammadde kaynaklarına hemen hemen hiç sahip olmayan Almanya’nın küresel egemenlikteki aslan payını kapma yolunda hızla ilerlerlediği söylenebilir. Almanya’nın neoliberal elitleri bu ulvî (!) amaçları için ülke içinde demokrasinin içini boşaltırlarken, dış politikayı da militaristleştirmeye devam ediyorlar. Neoliberal politikaların itici gücü ve küresel krizlerin açık farkla galibi olan Almanya, bu politikalarıyla dünya halklarına seçenek olarak sömürüyü, açlığı, sefaleti, savaşları ve ölümü sunuyor.

Ancak Almanya bu konuda yalnız değil. Emperyalist güçler ordularını her daim saldırı savaşlarına hazır ve dünya çapında konuşlanabilecek yeteneklerle donatıyorlar. Bu açıdan Almanya’daki askerî dönüşümün bir NATO politikası olduğunu ve Türkiye’de de profesyonel orduya geçme çalışmalarının da, bu politikalar çerçevesinde uygulandığını vurgulamak gerekiyor.

Profesyonel orduyla, »askerlikten« kurtulacaklarını zannedenler müthiş yanılıyor. Çünkü, »profesyonel« savaşların asıl faturasını kendilerinin ödeyeceklerini bilmiyorlar.

-------

*)Van depremi ile bağlantılı olarak ortaya çıkan müthiş ırkçı heyezanlar korkutucu boyutları ile ürkütücü bir hâl aldı. Irkçılığa ve milliyetçiliğe karşı verilebilecek en güzel yanıt, »vatanım yeryüzü, milletim insanlık« şiarıdır. Bu şiarı bir nevî »kelime-î şahadet« gibi, yani »şahadet ederim ki, yeryüzünden başka vatan, insanlıktan başka millet yoktur« inanışı ve bilincini insan olmanın şahadeti olarak sürekli tekrarlamak gerektiği düşüncesindeyim. O nedenle, bundan sonraki yazılarıma her defasında bu şahadetle başlayacağım.

Hiç yorum yok: