1 Şubat 2009 Pazar

Tanrı Yatak Odasına Girmez




A.Kadir Konuk / Yenihayat1@t-online.de

Tanrının ne işi var insanların yatak odalarında? Röntgenci mi?

Eğer her şeyi biliyorsa onların orada ne yaptıklarını bilmez mi de gidip o iki kişilik komik hareketleri izler.

Tanrı yatak odalarına girmez, inanın bana. Kuran’ın hiçbir yerinde de yazmaz onun iki kişilik işlere burun soktuğu.

Tanrı girmez ama kendinden menkul din adamları “İşe bismillahla başlayacaksın, ışığı kapatacaksın” diyerek girerler oralara.
Arkasından zemm-u sure!

Yatak odasına girmeden önce içeride ölürüm diyerek sala verenler, yasin okuyanlar da vardır belki, bilemiyorum.

Tanrının girmediği yere bazı hallerde örgüt yöneticileri, örgüt karşıtları, özel düşmanlıkların taraftarları da girebilirler.

İnsanları çalıştıkları işlerde, politikada, bilimde, yetenek alanında alt edemeyenler onların yatak odalarına burunlarını sokarlar. İki kişilik odalara birden bütün ülke dalar.
Ne oluyor burada?
Sevişiyorlar.

İki kişi özgürce karar vermiş, birlikte olmuşlar, size ne oluyor?

“Evli değiller, metres tutmuş, sevgilisi var, zina yapıyorlar, çocuklarımıza kötü örnek oluyorlar, kızlarımız, oğullarımız bizim istemediğimiz biriyle asla evlenemezler, birlikte olamazlar, onların şeylerinin yönetimi bizim elimizdedir!”

Zina yasası devletin, iki kişilik yatak odalarına giren resmi uzun burnudur.

Anımsadıkça yüzümü kızartan bir suçumu anlatayım sizlere.

Hızlı devrimciliğimin başlangıç yıllarındaydım. Hemen her gün faşistlerle kavga ediyorduk. Okuduğum yüksek okulda sınıfımızdaki kadınların hepsi en az altı yıl öğretmenlik yapmış kişilerdi. Bunlardan biri ‘Falancı beni rahatsız ediyor’ diye şikayet etti. Biz ki kadınlara bakıyorlar diyerek Üçüncü Ordu birliklerinin altında yer alan mahallemize asker, subay sokmayan, girenleri taş yağmuruna tutan, mahallenin namusundan sonra kentin, ondan sonra da devrimci olarak ülkenin namusundan kendilerini sorumlu tutanlardık, böyle bir olayda elbette sessiz kalamazdık.

Adamı köşeye çektim, neden öyle yapıyorsun diye diklendim.
Seviyorum, dedi.
O sevmiyor ama.
Kardeşin mi dedi.
Hayır.
Sevgilin mi?
Hayır!
Peki sana ne oluyor? Yetişkin kadın, kendisi rahatsız edilmemesini söyleyemez mi?

Sustum kaldım. Elimde zordan başka silahım kalmamıştı, bir daha olursa görürsün gününü diyerek tehdit ettim.

İşin ilginci ne biliyor musunuz, adam gerçekten aşıktı kadına, mücadelesini bırakmadı ve sonunda nişanlandılar.

Aklıma geldikçe utanırım.

Yatak odaları iki kişiliktir. Oraya birlikte olmaya gönüllü karar verenler girebilirler. Bu birlikteliğin ne kadar süreceği, evlenip evlenmeyecekleri, aynı çatı altında mı ayrı çatı altında mı yaşayacakları sadece ve sadece onları ilgilendirir.

Aşk da cinsel ilişki de iki kişiliktir.

Üçüncülere nane yemek düşer.

Aşağılık insanlar da vardır elbette. Gönül eğlendirdiklerini düşünen insanlar da. Birlikte oldukları kadını ve erkeği arkadaş toplantılarında dillerine dolayan, ötekilerin salyalı ağızlarına bakarak neler yaptığını ballandırarak anlatan yaratıklar da vardır. Günümüzde cep telefonlarının kameralarıyla sevişmeyi kaydedip sonra bunu şantaj aracı olarak kullananlarda…

Birilerinin ilişkisini anlatan yazılar yazanlar bunu “Düşünce özgürlüğü” ile ilişkilendirirler.

Dedikodu düşünce özgürlüğü değildir.

Toplumun devamlı ilgi odağında bulunan insanların bir tek özelleri vardır, o da yatak odalarıdır.

Oralara tanrı bile giremez.

Ama günümüzde önüne gelen kamerasıyla giriyor o odalara, sonra şöyle yaptılar, böyle yaptılar diyerek makaleler döktürüyorlar.

İnanın bu tür insanlar en çok beyinlerinde büyüttükleri ama asla gerçekleştiremedikleri fantezilerini anlatıyorlar o yazılarında.

İnsanın yaşı ne olursa olsun, sevmek değil, sevmeye yasak koymak iğrençtir.

Ha, sen bir tecavüz olayına, alçak bir saldırıya tanık mı oldun, o zaman alacaksın kelleni koltuğuna, atılacaksın o şerefsizin üzerine, gücün ne kadarına yetiyorsa göstereceksin.

Değilse orada burada şöyle oldu, böyle oldu diye salyalar akıtarak konuşmayacaksın!

Aşk, sevgi, sevda özeldir. Masumluğu burada yatar.

Benim yaşımda olanlar, özellikle de küçük kentlerde büyüyenler iyi bilirler. Mektupçu çocukları olurdu gençlerin. Onlarla gönderirlerdi mektuplarını sevgililerine. Ağızlarını ulu orta açmasınlar diye de çocuklara rüşvet vermek zorunda kalırlardı. Bu çocuklardan bazıları bak annesine, ağabeyine söylerim ha diyerek tehdit eder, rüşvet oranını yükseltmeye çalışırlardı.

Sevgililer çamaşır ipine önceden kararlaştırılan renkte bir havlu asarlarsa o gün gözlerden uzak bir köşede buluşabilecekler demekti. Gözler hep o çamaşır iplerinde kalırdı. Bazen yanlışlıkla anneler asarlardı aynı renkte havluları çamaşır iplerine, gider duldalarında saatlerce bekler, kandırılmış olmanın acısını ve hiddetini yaşardı gençler. Öteki buluşmada yanlışlık öğrenilince işareti değiştirilirdi hemen.

Ben bunları yapmadım, oturdum mahallenin çeşme taşına, asıldım uzun havalara, bütün mahalleyi geçtik bütün kent duydu aşkımı. Annemle babam da beni 16 yaşımda sevdiğim kadınla nişanladılar.

Görmeye giderdim nişanlımı, kaynanam zebani gibi gelir otururdu koltuğa, bir nefeslik kalkıp gitmez, karşıdan karşıya çaktırmadan mahzun bakışır, gözlerimiz birleşince gülümserdik birbirimize. Belki bu nedenle hiç sevememiştim kaynanamı.

Ama günümüzde yukarıda belirttiğim metotlara hiç gerek kalmadı. İletişim artık her alanda olanaklı. İnsanlar işaretleşmeyi değil konuşmayı da öğrendiler.

Pardon, hepsi değil…

Yaşanmıştır, inanabilirsiniz. İsviçre’de işçi olarak çalışan bir Anadolu delikanlısı bir kadını müthiş sevmiş. Başlamış Qırık usulü takibe. Sabah kadının kapısının önüne dikiliyor, kadını takip ederek işine kadar götürüyor, akşam işinden alıyor, eve kadar getiriyor, bu arada da aradaki mesafe azar azar kapanıyor.

Kadın gitmiş polise en sonunda. Bir adam altı aydır beni takip ediyor, iyice yakınlaştı, korkuyorum demiş.

Polisler adamı iki gün izlemişler, üçüncü günde yakalamış, neden bu kadını takip ediyorsunuz diye sormuşlar.
Seviyorum.
O zaman neden gidip konuşmuyorsunuz?
Korkuyorum!

Söz konusu aşk, sevgi olunca günümüz insanının daha cesur olduğunu söylemek gerekir. Eğer yüz yüze gelme olanakları yoksa açar telefonu, yazar bir e-mail, seni seviyorum der. Bu nedenle “Yine yakmış yar mendilin ucunu” şarkısı unutulmuştur.

Reddedilmek günümüz insanını yıkmaz, ama en azından sevgisini söylemiş olur. Hiç belli olmaz, sevgi yüze karşı açıklanınca belki yanıt evet de olabilir, yeni bir ilişki başlar.

Günümüzün uygar insanının dilinde “Bana yar olmazsan seni başkalarına yar etmem” darbe sözü yer almaz. Bu söz ilkel yaratıklara aittir.

Bütün bunları neden yazdım biliyor musunuz?

Nazım Hikmet yeniden vatandaşlığa alınınca ağzı salyalılar onun tarihte kalmış yatak odalarına girmeye başladılar. Oysa herkes biliyor onun hiçbir şeyi gizli yaşamadığını. Bu nedenle bütün aşkları yatak odalarının dışındaki olaylarıyla kitaplara geçmiştir.

Aşk ışığı, aydınlığı, açıklığı sever.

Asıl çirkin olan karanlık yerlerde buluşup, aydınlık yerlerde hiç ilişkileri yokmuş gibi davranmaktır. Genelevler bu nedenle geceleri açılırlar.

Seven insanların sevgilerini gizlemeleri, gizli yaşamaya çalışmaları karşılıklı saygısızlıktır.

Aşka saygısızlıktır.

Seven insan bunun mücadelesini verir, sonuçlarına da pekala katlanır. Karışanlara da bu benim yaşamım, sana ne oluyor diye diklenir.

Özgür aşk da özgür ilişki de budur.

Uzun burunlara bok sürmektir özgür aşk, özgür ilişki.

Omzuna kolunu atıp güpegündüz dolaşabilmektir.

Sevgisinden dolayı tanrı dahil hiç kimseye hesap verme gereği duymamaktır.

Bütün bunlardan dolayı Orhan Veli’nin ‘Dedikodu’ isimli şiirini çok severim.

“DEDİKODU

Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?

Melahat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?

Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;

Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi…”

İlk okul beşinci sınıfta Ayşe’yi sevdiğim için aşırı dinci öğretmenimden korkunç dayak yemiştim. Altı yaşındaki oğlumun üç sevgilisi var şimdi, eve yatıya bile geliyorlar zaman zaman.

Almanya’ya ilk geldiğimde bir arkadaşımın ilk okula giden oğlunun yatak odasının kapısında “Kapıyı vurmadan girmeyin” yazısını asılı görünce, ne bu diye sormuştum.

Sevgilisi geliyor, annesi bir kere kapıyı çalmadan girmiş, ondan sonra astı bu yazıyı, dedi arkadaşım.

Çocuklara ait olsa bile yatak odaları özeldir.

Oralara tanrı bile izinsiz giremez.

Adalet Bakanlığı’nın cezaevlerinde mahkumların cinsel yaşamlarını düzenlemek için neler yapılabileceğini tartıştığını, iyi halli mahkumlar için eşleriyle birleşebilecekleri özel oda hazırlanabileceğini belirttiklerini okumuşsunuzdur.

Yazmıştım, düşünün bir saniye, siz mahkumsunuz, sevgilinizle birlikte olduğunuz odanın kapısının önünde sadece gardiyanlar değil, tüm cezaevi bekliyor.

Girer misiniz böyle bir ilişkiye?

Orada cinsellik değil, özgürlük en öndedir. Orada yatarken “Etini öldüreceksin” diye yazmıştır Nazım Hikmet!

Bu nedenle de bağırıyoruz o sloganı.

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!
Zindanlar boşalsın, genel af!

Hiç yorum yok: