26 Ocak 2009 Pazartesi

Yerel Seçimler ve DTP




A.Kadir Konuk / : Yenihayat1@t-online.de

Konuya girmeden önce Gamze kardeşimin aşağıdaki mektubuyla ilgili kısaca yazmak istiyorum.

“gamze

abi ben affın geleceğine inanmıyorum artık hiç umudum kalmadı af vermeyecek akp onlardan bu affı söke söke alırız bu bizim hakkımız diyen de yok olmayacakta ben ve benim gibi çocuklar babasız büyüyeceğiz ve kimse ne sesimizi duyacak ne de bizi bilecek abi şimdi kızacaksın umutsuzluk yok diyeceksin ama yok abi beim umudum yok af vermez bunlar vermeyecekte abi - 24.01.2009”

Sevgili Gamze

Üzerinde uğraştığımız konu basit, bu günden yarına hemen çözümlenebilecek bir konu değil. Eğer dayanmanın, direnmenin adına sabır deniliyorsa bize o şimdi daha çok gerekli. İnsanlara yersiz ümitler vermek istemiyorum, ama görüyorsun önce çek-senet mafyasına çıkardılar affı. Cezaevlerinde disiplin suçlarıyla ilgili kararlarını da yeniden ele almak zorundalar. Ayrıca değişik kamu kuruluşları cezaevleriyle ilgili raporlarını birbiri ardına yayınlıyor, dikkatleri oraya topluyorlar. Bunlar damlalar inan bana. Yağmur sonradan sağanak olur her defasında, ansızın bastırır. İçindeki sevinci, neşeyi, direşkenliği canlı tutmanı rica edeceğim. Af her şey değil yaşamda, bunu da unutma sakın.

Şimdi yazının asıl konusuna dönüyorum.

İnsanlar kendilerine masallar anlatmam için beni geri çağırmadılar. Yeri geldiğinde siyasi düşüncelerimi de yazacağım. Yani geçmişte ilan ettiğim “Siyasi emeklilik”ten de geri dönüyor, iş başı yapıyor, dönekliği ve tutarsızlığı tamamlıyorum.

İkinci kez okuduğum bir kitap var elimde. Amerikalı yazar Robert Ludlum’un “Kartal Hamlesi” isimli romanı dünya çapında gerçekleştirilmek istenilen bir “Ergenekon”dan söz ediyor. Bir dönem amaçlarına ulaşamamış, Amerikalı, Alman, İsrailli, İngiliz generallerin dünyanın her yanında savaşlar çıkarmaya yönelik ortak örgütlenmesini konu almış yazar. Ama bu Ergenekon’da sadece tepedekiler yer almıyor. Çünkü generaller tek başlarına darbe yapamazlar, onların darbeyi yaşama geçirecek ordulara da, silah tekellerine de ihtiyaçları vardır.

Oysa Türkiye’de ortaya çıkarıldığı iddia edilen Ergenekon’da silahı kullanacaklardan söz edilmiyor. Yani işin militan kesimi görünürlerde yoktur. Gözaltına alınan, tutuklanan kişilerin ise değil silah kullanmak, tuvalete kadar bile kıçlarındaki osuruğu tutabilecek güçleri yoktur. Silahı kullanabilecekler ise Ergenekon gölgesinde son bir karşı Kürt hamlesi yapabilmek için silahlarını yağlıyorlar.

Bu havada ülke yerel seçimlere hazırlanıyor.

Şimdi Türkiye’de olsaydım, bulunduğum alanda oy kullanmaya gitseydim oyumu kesinlikle DTP’ye verirdim.

Onun sürdürdüğü politikayı bütünüyle desteklediğim için değil bu tercih. Ötekilere, yıllardır el birliğiyle insanlığa kurşun sıkanlara bir tepki oyu olurdu benimki.

DTP’li arkadaşlar yıllardır milletvekili ve yerel seçimlerde kendilerini yeterince anlatamadılar, yoğun bir seçim çalışması yürütemediler. Kusura bakmasınlar ama deyim yerindeyse kimi hallerde burunlarından kıl aldırmadılar. Belirli merkezlere sıkışmış bir görünüm sergilediler. Önlerine koydukları tek sözcük “Kürt” sözcüğü oldu. Oysa Kürt kenti olarak adlandırılan yerlerde bile sadece Kürtler yaşamıyorlar. Oralarda da insanların işsizlik, geçim, sağlık, eğitim sorunları olduğu gibi yerelde belediye hizmetlerinden yeterince yararlanamadıkları çok açık. Ötekini eleştirerek, mahkum etmeye çalışarak değil, kendisinin geldiğinde ne yapacağını, farklılıklarını kesin çizgileriyle ortaya koyarak sürdürülmeliydi seçim çalışmaları.

Bir seçim bittiğinde anında gelecek seçimler için çalışmaya girişilmeli, daha o günlerden adaylar belirlenmeli, bu adayların bölge insanlarıyla yoğun bir ilişki kurmaları istenmeli, propaganda yaşamın tüm alanları için gerçekleştirilmeliydi.

Özellikle yerel seçimlerde A bölgesinden gelen birini B bölgesinde aday göstermek yanlışların en önemlisini oluşturuyor bence. Yerel seçimlerde insanlar adayın ulusal kimliğinden çok vitrinine bakarlar. Bu nedenle seçim bölgesinin en sevilen sıradan bir esnafı bile partinin göstereceği tanınmamış bir adaydan daha çok seçilme şansına sahiptir.

Yerel seçimler yaklaşıyor. DTP yöneticileri 105 beldede belediye başkanlıklarını alacağız, dediler.
Resmi rakamlar yanlış değilse, sadece Kürt illerinde merkez ilçeler dahil 225 belediye başkanlığı var. Nahiyeler bunlara dahil değil.

DTP’nin alacağız dediği belediye başkanlıklarından çoğunu nahiye belediye başkanlıkları oluşturuyor. Nahiyelerde belediye başkanlığı kazanmak başarı sayılmaz diyenler yanılıyorlar. Bazı hallerde muhtarlıklar bile önemlidir.

DTP bunların hangisine talip?

“Biz Kürdistan’ın en büyük ve en güçlü partisiyiz” diyenler neden bir çoğu ilçe ve nahiye başkanlığı olacak 105 başkanlığa fit oluyorlar?

Mersin’i de alacağız denildi. Türkiye’nin öteki kentlerinde başkanlık alamayacaklarını kabullenmiş gibiler. İzmir, İstanbul, Ankara, Adana gibi gecekondu alanları Kürtlerle dolu yerlerde en azından birkaç belediye başkanlığı için örgütlenmek gerekmez miydi?

Oralarda ortak adaylar gösterilecek… Ve iddia ediyorum bunların hemen hiç biri seçilemeyecekler. Tıpkı milletvekili seçimlerinde İzmir’i kaybettikleri gibi. İzmir Türkiye’nin en demokrat kentlerinden biri olarak tanınır, gecekondu semtlerinde de genellikle Kürtler yoğundur. İyi bir çalışmayla en kötü olasılıkla Gültepe, Çiğli, Bayraklı bölgelerinde belediye başkanlıkları kazanılabilirdi.

Erken ötüyorum, 105 hedeften 60 başkanlık kazanabilirler, diyorum. 70’de anlaşırım. Neden mi?

Örgütlenmeye yeterli önemi vermediler, sadece Kürt kentlerinin tümüne kazanılmış gözüyle baktılar da ondan. Bu varsayımım yanlış çıkarsa üzülmem, sevinirim, ayrıca yanlış bir yargıda bulunduğum için hiç utanmadan özür dilerim.

Geçtiğimiz ay Diyarbakır’da “Dilimi istiyorum” konulu bir gösteri yapıldı. Milletvekillerinin de yer aldığı bu gösteriye üç bin kişinin katıldığını yazdı haber ajansları.

Bunu bir başarı saymıyorum. Diyarbakır gibi bir yerde, özellikle de dil konusunda yapılan bu gösteriye yüz binin üzerinde insan katılmalıydı, o zaman bir başarı sayılabilirdi bu.

Ama orayı “Bizim” diye adlandırmak, her yönüyle kazanılmış saymak hiç aksatılmadan sürdürülmesi gereken çalışmaları savsaklamak anlamına gelir ve sonuçta acıların, üzüntülerin yaşanmasına neden olur.

60-70 başkanlık Türkiye genelinin 1004 belediye başkanlığında yüzde on bile değildir.

Anımsanacak, milletvekili seçimlerinde 62 aday gösterilmişti, 21’i seçildi. O günlerde konuştuğum gazeteci arkadaşlarım tanığımdır, daha seçimler yapılmadan kazanılacak milletvekilliği yirmiyi pek geçmez demiştim. Bu bir kehanet değildi.

Yine istenilen düzeyde bir kazanım olmayacak, yine devletin oyunlarıyla ilgili nedenler ileri sürülecek elbette.

Seçimlerin hemen öncesinde DTP’nin kapatılma olasılığı ise işe ayrı bir renk katıyor.

Çatı Partisi mi?

Özellikle Türkiyeli sol kesimlerin içinde yer alacağı böyle bir güç birliğini yıllardır candan isteyenlerden biriyim. Ama yine yıllardır halka kapalı bir şekilde sürdürülen ve bir türlü somut bir sonuca ulaşamayan tartışmalar bu özlemin gerçek olamayacağını gösteriyor. Eğer katılımcıların böyle bir parti kurma niyetleri olsaydı, şimdiye kadar temelden çatıya her şey tamam olurdu. Bu nedenle unutun gitsin bu türküyü.

Geriye ne kalıyor?

Devlet harıl harıl bir katliama hazırlanıyor. Hayır, bu kez iş öyle şaka falan değil. Bahar ayları yığınla kötülüğe gebe. Ergenekonla yatıp kalkan insanlara yerel seçimler yeni bir uğraş olacak, bu arada bazı yasal, rahatlatıcı iç düzenlemeler yapılırken dağlarda insan kıyımına girişilecek. Köylerin bombalanması, sivil halkın bölgeden uzaklaştırılması, alanın boşaltılması, yapılan askeri yığınaklar, bölgeye dökülen misket bombaları geleceğin zehirli gaz bombalarının ön hazırlıkları bana göre. Dört aydır rüyalarımı dolduran korku bu.

Taktik çok açık. Köylüler köylerinden uzaklaştırılıyorlar, bölgede sadece gerilla kalacak, yoğun bir askeri işgal hareketiyle güneye doğru sürülecek gerillalar burada yerel yönetim tarafından teslim alınmaya çalışılacak. Direnen gerilla güçleri zehirli gaz dahil tüm yöntemlerle imha edilmek istenilecek. Buna dünya ülkelerinin sesi çıkmayacak, çünkü sonuçta bir çok ülkenin “Terörist” saydığı bir güç ortadan kaldırılmak isteniliyor.

Güney yönetiminin aylardır sürdürülen bombalamaya sessiz kalışının temelinde bu yatıyor. Kürtlerin artık birbirlerine silah sıkmayacağı sözü burada doğrulanıyor, çünkü buna gerek kalmıyor, Güney yönetimi Türkiye’nin, İran’ın askeri saldırılarına sessiz kalarak, kendi ulusunun insanlarına sahip çıkmayarak sözünü tutuyor. Hoşyar zebari’nin bu konudaki son sözleri çok açıktı ve yukarıdaki planı doğrulamaya yeterliydi.

Bütün illerin vali ve emniyet müdürlerinin bir araya toplanmasının da bu amaca hizmet ettiğini, bir katliam anında illerde gerçekleşebilecek gösteri, başkaldırı eylemlerinin acımasızca bastırılması talimatının verildiğini düşünüyorum.

Birleşilecekse şimdi birleşilecek, güç birliği yapılacaksa hemen yapılacak, çatı mı, baraka mı kurulacaksa hemen kurulacak. Küçük parti çıkarlarını değil, büyük kitle çıkarlarını savunmanın zamanı şimdi değilse o zaman asla bir daha gelmeyecek. Bu gün bu birleşme gerçekleşmeyecekse suç hepimizin hesabına ayrımsız yazılacak.

Yerel seçimleri güç birliği, gerçek içeriğiyle dostluk, birlikte iş yapabilme becerisini geliştirmek için önemli bir olanak olarak değerlendiriyorum. Bu aynı zamanda herkes için son şans denilebilir.

Son şans diyorum, özellikle son yıllarda Kürt kesiminde Marksizm’e, bir başka söylemle “Reel sosyalizm”e karşı karalayıcı, yıkıcı, gerekçesi tam anlaşılamayan bir kampanya sürdürülüyor. Bir anlamda Kürtler sol düşünceden uzaklaştırılıyor. Özellikle devletin hedeflediği ama bir türlü elemine edemediği tanınmış aydınlar değişik biçimlerde Kürt eliyle yerin dibine geçiriliyor, halk önünde zararlı unsurlar olarak ilan ediliyorlar. Bunun neden yapıldığını tam olarak anlayabilmiş değilim, ama bu çalışma gelecek açısından devleti rahatlatıyor.

Neden mi?

Kürt sorunu her hangi bir biçimde çözümlendiğinde, barış ortamı yakalandığında devletin karşısına güçlü bir sol muhalefet çıkamayacak da ondan.

Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm sol, Marksist legal ve illegal örgütlenmelerin insan gücünün önemli bir kesimini Kürtlerin oluşturduğunu hiç kimse yadsıyamaz. Bu kesimin desteğini yitirmiş, üstelik isminden çok söz edilmesine karşın işçiler arasında yoğun bir örgütlenmeyi sağlayamamış bir sol ise devlet karşısında hiçbir güç gösteremeyecektir.

Geçmişte dağlarda MLKP, DEV-SOL, TİKKO gerillalarından da söz ediliyordu, özellikle Abdullah Öcalan’ın yakalanışından sonra bu çalışmaların ağır ağır eriyerek kaybolduğuna tanığız. Kürt kesiminde ise bir dönemler herkesin sıklıkla duyduğu “Milis, yurtsever” sözcükleri günümüzde kullanılmayan sözcükler haline geldiler. Gerillaya yer yer yeni katılımlar olmasına karşın genelde, ekonomik ve siyasi alanlarda bir daralmanın yaşandığı ise politikayı yakından izleyen herkes tarafından bilinen bir gerçek.

Onun için kırmayalım birbirimizi, parçalayıp dağıtmayalım, dostluğu, sevgiyi geliştirelim, en azından birbirimizin ellerinin sıcaklığını hissedelim? Bırakın hiç değil selamlaşabilecek kadar sevgi kalsın bir yerlerde.

Evet, seçime katılabilseydim, bu güne kadar siyasi genel af konusunda tek sözcük etmemiş olsalar bile oyumu her şeye karşın DTP’ye verirdim.

Denemeye değmez mi, siz nasıl düşünüyorsunuz?

Sevgili mahkum yakınları,

Beni geri çağırdınız sizin sesiniz kesildi. Yakınlarınızın neden hüküm giydiklerini, ne kadar süredir içeride bulunduklarını, adreslerini, bu hükmün sizleri aile olarak nasıl etkilediğini, ziyaretlerine hangi sıklıkla gittiğinizi, içeride karşılaştıkları zorlukları, onlarsız yaşamınızı nasıl sürdürdüğünüzü bana yazabilirseniz sevineceğim.

Belki o insanlara değişik seslerden mektupların gitmesini sağlayabilir, yüzlerinde bir gülücük açılmasına birlikte neden olabiliriz.

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!
Zindanlar boşalsın, genel af!

Hiç yorum yok: