21 Aralık 2008 Pazar

Şeş beş TV





A.Kadir Konuk / yenihayat1@t-online.de


Heşt’ti kısa sürede enflasyona uğradı şeş oldu.
Bir şeşle ne yapar insan?
Tavla bile oynanmaz.
Bir şeş yetmez, iki tane olsun; düşeş.
Heştşeş de olabilir, şeşheşt de, ama zarda yazmaz bunlar. Zar düşeşe kadar.
Zarın her yanına şeş yaz, gele yok.

Tavlaya yeni başlayan acemiler iki şeşi yan ana görünce şeşşeş derler, ayıp ederler. Bazıları da akılları hepyekte kaldığı için iki şeşi bir arada görünce hemen bağırırlar: Yaşasın hepşeş!
Aslı DÜŞEŞ.

Bazı enteller de düşeşi, düşes sanır, güzel mi diye sorabilirler. Düşes dükün eşi oluyorlar. Baronların eşlerine barones deniliyor. Firstleydi başbakan eşleri oluyor ama başbakan kadın olunca onların eşlerine firstmen denilmiyor. Men adam oluyor, Şeş= TV.

Bazı acemiler parmaklarıyla sayarak oynarlar oyunu. Bir şeş iki şeş üç şeş… altı altıya gelince şeşşeş…

Tavlayı biliyorsanız atları da biliyorsunuz demektir.
Ne alaka diyenler olabilir. Tavlanın Arapça aslı “Tavile” olup at ahırı anlamına gelir. Bunun İtalyanca olanı ise “Tavola” olup, o bildiğiniz zarlı oyundur. Çıkışı İtalyan olan bu oyuna şeş nereden karışmış, onu rufailer biliyorlar. Rufailik adını Ahmed Rifai’den alıyor nefsin arınmasını içeriyor. Nefs arınınca Rifai, Rufai oluyor. Tarikattır, hakikat değil.

Zarların iki yüzünde bir sayısı olunca, hepyek, iki olunca dubara, üç olunca düse, dört olunca dörtcihar, beş olunca dübeş…
En güzel söz penc ü se için söylenir, penc ü se, severler güzeli genç ise.
Şimdi yeni bir söz eklenecek tavlaya, Şeş Tivi.
Sosyetik söylemle TV, tivi okunur.

Öğretmen kıtlığında onların yerine geçen eğitmenler vardı bir zamanlar. Ben çiçeği burnunda bir cumhuriyet muallimi olarak sağlıklarına yetişmiştim onlardan bazılarının. Bu eğitmenler ilk okul üç mezunu olup, köylere okuma yazma öğretsinler diye gönderilmişlerdi geçen yüzyılın ilk yarısında. Bunların bir çoğunun askerde Ali okullarında okuma yazmayı öğrendiklerini ileri sürenler de vardı. O günlerde okuma yazma bilmeyen Kürtlere askerde Ali denilirdi. Onların Mehmet olabilmeleri için önce okur yazar olmaları gerekiyordu.

Her neyse, bu eğitmenlerden Kürt olan birini müfettiş teftişe gelmiş. (Benim sevgili Kürt öğrencilerim müteffiş derlerdi onlara ve jandarmalardan sonra ikinci yumurtacı onlardı. Bir de kızarmış tavuk kıçı yemeye bayılırlardı.) Bizim eğitmen tahtaya “MINI MINI KUZUCUK” yazmış, çocukları tek tek tahtanın yanına kaldırıp, okutmuş. Çocuklar elbette sırayla mını mını kuzucuk diye okumuşlar. Müfettiş eğitmenin gözlerinin içine bakıyor, eğitmen bir terslik olduğunu seziyor ama terslik nerede işte onu bulamıyor. Ve anında açığı yakalıyor, ama nasıl düzeltecek?

Tahtaya en son kaldırdığı çocuk da mını mını kuzucuk diye yazıyı okuyunca bizimki çocuğun kulağına yapışıyor, esek oglim, eyle degil, mını mını yazilir, mini mini okunir, demiş.

Kürtçe’de televizyon sözcüğünün özgün bir adı olmadığını ROJ -TV’den biliyorum. Belki özgün bir Kürtçe adı vardır, varsa cahilliğim affola. Var da Kürtler yazmıyorlarsa onlar affola.

Ama şimdi yeni kurulan bu ŞEŞ - TV’nin şeşi Kürtçe, TV’si televizyon sözcüğü ne kadar Türkçe’yse, demokratik cumhuriyet kurallarına göre o kadar Türkçe.

Bildiğiniz gibi koyunların ince bağırsaklarının içi doldurulunca adları bumbar, şişe sarılıp kızartılınca kokoreç oluyor.

Bu yeni televizyon kanalı dünyaya gözlerini daha açmadan milliyetçilerini ve hainlerini üretti. Oraya katılan Kürtler’e bundan böyle şeşhain denilecek. Eskiden de caşhainler vardı.

Hayır, ben orada çalışacak insanlara öyle bir şey söylemiyorum. Bu konuda (Her ne kadar bu günlerde önüne gelen Kürtlük derecesinin ne kadar sağlam olduğunu kanıtlayabilmek için Marks ve Marksistlere sövse de) sıkı bir Marksist olarak diyalektik düşünüyor, gerçekte yeni bir asimilasyon aracı olan bu TV kanalının aynı zamanda Kürt diline hizmet edebileceğini de var sayıyorum.

Neden diyecek olursanız:
Kestirmeden söyleyelim, bu televizyon elbette Kürtçe’nin korucu cinsi olacak. Ama bu televizyonun bütün art düşüncelerine karşın bir de ön düşünceleri var. Her halde W yerine iki V, Q yerine KÜ yazamayacaklar, X için de İKS demeyecekler. Böyle yaparlarsa dünya önünde kargadan beter duruma düşeceklerini, burunlarının iyice boka batacağını bilirler. Yani neresinden bakarsanız bakın X, W, Q girdi, gerisi daha kolay girecek. Bunu sağ tarafından bakarak, bir kazanım olarak değerlendirmek ihanete ortak olmak anlamına gelmez.

(resim: serpil odabaşı)
Bu harfler türküler söylenirken sorun olmuyor da ekranda bir şeyler yazmak zorunda kaldıklarında biraz acıtacak gibime geliyor.

Örneğin başbakan ekrana bakacak, aha XQW! Bunlar ne diye bağıracak, yanıt hazır: Şeş!
Buna tavla oyununda iki mars bir ters deniliyor.
Yani beş…
Arap rakamlarıyla beş = 0 oluyor.

Beni neden zorluyorsunuz anlayamıyorum. Nilüfer’i en sıkıntılı günlerinden tanıyorum. Hiçbir siyasi hareketin savunucusu olmadı, çok zor yollardan geçti, şimdi ulaştığı yere üzeri cam kırıklarıyla dolu merdiven basamaklarını tek tek çıkarak ulaştı, kendine, insanlara, kendi diliyle türkü söyledi sadece. Düne kadar Avrupa’daki Kürtlerin gecelerine de özel davet ediliyordu. Şimdi şeşe gitti diye herkes ona beş demeye başladı. Bu bana tuhaf geliyor, katılmıyorum bu değerlendirmeye. Bir zamanlar aynı gazetede yazı yazdığım gazeteci arkadaşım için de bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Neden hain olsun onlar? Fabrikada çalışan Kürt kime çalışıyor, patrona, devlet memuru Kürt nasıl bir işle uğraşıyor, devletin resmi işleriyle, Kürt profesörler üniversitelerde ne halt karıştırıyorlar, falan filan…Maaşlarını nereden alıyorlar bu hazretler?

Hele hele Kürtleri katletme kararlarının çıktığı, Kürtçe’nin ‘Bilinmeyen bir dil’ olarak adlandırılarak yasaklandığı meclise Kürtler milletvekili olarak girebiliyorlarsa içinde Kürtçe konuşulacak Şeş’e neden giremesinler?

Eğer bu değerlendirme, yani Şeş’e giren haindir sözü doğruysa ötekiler de doğrudur. Bu ulusun yazarı, şairi, beyin emekçilerinin tümü satılık, sanatçısı hain, öğretmeni Türkçe öğrettiği için dipten ajan, memuru devletin hizmetinde olduğu için işbirlikçi… Mahkemelerde tercümanlık yapanlar ise mübaşir Kürt. Eskiden bir de bekçilik vardı, hepsinin adı Murtaza.

Bunlara damgalı JİTEM’ci korucu, ihbarcı muhtar, kapitalist ağa, uyuşturucu satıcısı şeyh, mafyacı milletvekillerini, cepçileri, yankesicileri, kapkaççıları da eklediğinizde geride ne kalıyor?

Süzülmüş halk!

Onlar da ekmek, geçim derdinde olduklarından…

Adamın birinin canı müthiş sıkılıyormuş, gitmiş pazar yerindeki insan kalabalığının (Erbakan halk dediğin pazar yerindeki insan sürüsüdür demişti) içine, ibneleeer, diye bağırmış. Kadını erkeğiyle herkes dönüp adama bakmış, vay be demiş adam, ne kadar da çoklarmış.

Tövbe, halka hakaret eden kim?
Ben süzme halk çocuğuyum bir kere, içinden çıktığım yere asla hakaret etmem.
Onu Demirel yapar.

Bir zamanlar, yani geçen yüzyılın üçüncü çeyreğinin bir yerinde, o günlerde Kara Oğlan diye anılan Bülent Ecevit ‘Biz halk çocuğuyuz’ demişti de Süleyman Demirel tiviye çıkmış, gerdanını kırmış, gözlerini belertmiş, ‘Sayın Ecevit diyor ki biz halk çocuğuyuz. O halk çocuğu da biz onun bunun çocuğu muyuz’ demişti.

Tam o sırada halkımızı devrim için tavlamaya uğraşırken devrimci tavla oynuyorduk, masaların altına yattık gülmekten.

Yek, dü, se, çar, penç, şeş…
Yek mume, dü mume, se mume…
Bu ne güzel düğündür, la ilahe illallah!

Önce Zazaca bir Şeş-TV filmi sunuyorum sizlere.

Mekan, Zurun (Çayıryazı) Köyü. Sabah erken. Öğretmen (Yani ben) okula gidiyor. Mevsim kış, yerde üç metre kar var. Bir evin köşesinde altı yaşında, donsuz bir erkek çocuk (Yani Murat), yarı gizlenmiş, öğretmen (Yani ben) önünden geçerken çocuk (Yani Murat) bağırmaya başlıyor.
“Muallim muallim nun di ma to ni!”

O günlerde Şeş TV olmadığından öğretmen Zazaca bilmiyor. Sonradan, piyasada kullanamadığı için unutmak üzere öğrenecek. Ama çocuk her sabah aynı köşede eylemini üç kez yineliyor.
Öğretmen çocuklara soruyor.
Bu ne demek?
Vıyy, ayıptır öğretmenim, diyor çocuklar.
Ayıp mayıp, bu herif her sabah bana bunu söylüyor. Bana bu sözü açıklayın, yoksa hepiniz alırsınız cezayı.
Şıxoların Nesimi’nin (Yani Dede, muhtar) oğlu Mustafa “Öğretmenim ananıza sinkaf ediyor” diyor.
Mekan aynı, saat aynı, öğretmen arkadan dolaşıyor, Murat’ın kulağına yapışıyor, Murat bağırıyor:
Yav meki, yav meki…
Yaa, diyor öğretmen, sen her gün benim anamı belle, ben senin kulağını biraz çekince de meki meki…

The end.

Şimdi sizlere devletin meclisinde ‘Bilinmeyen bir dil’ kaydı altında bulunan, ama devletin TV’sinde bu dille bilinmeyen şarkılar söylenecek olan benim sözlük aşırması Kürtçe’mle alt yazılı bir Şeş-TV programı sunuyorum.

“Hewale min, Pewistiya me bi çi heye? Zane? Pewistiya me bi zanin ü teknike heye. Hem Pewist e tu hini zimanen cihane bibi. Ma tu bawer naki? Bawer bike, ez rast dibejim.

Seroka DTP: Dive li Rojhilata Navin yekitiyeke weki Yikitiya Ewrupaye be Avakirin.

Seroka AKP: Mir bir yar girt ku ez herim Silemaniyeye. Dive keşeya kurdi bi awayeki dadyane be çareserkirin.

Seroka DTP: Kurd ji bo çi zaningeheke danemerinin?

Seroka AKP: Civak diguhere, le siyasetmedar nafuherin.

Seroka DTP: Bawer bike, ez rest dibejim.

Seroka AKP: İro yen ku dive bene darizandin, didarizinin.

Seroka DTP: Şeşoğli!

The end.

Yani “İşte öyle bir şey!”

Kürtler Şeş-TV ile tavla değil, Kürtçe öğrenecekler az şey mi?

İyi de siz neye kızıyorsunuz? Ben acımdan ne söylediğimi biliyor muyum?

Şimdi ben bu acıyla Zindanlar boşalsın, Siyasi genel af diye bağırmayayım da nasıl bağırayım?

Hiç değil M.Ö’den beri içeride yatan, temiz insanlar çıkar dışarı.

Xalas, ende, the end, bitti!

Hiç yorum yok: