20 Aralık 2008 Cumartesi

YASAAAK!








A.Kadir Konuk / yenihayat1@t-online.de

Ne kadar iğrenç bir sözcük.
Yasak!
Kim yasakladı?
Ağam!

Daha efendice söylemek olanaklı bu sözü.
Lütfen yapma.
Yapmayınız.
Almayınız.
Haberimi izinsiz kullanmayınız, sizi mahkemeye verebilirim.

ANF ikidir cezaevleriyle ilgili verdiği haberi kopyalamayı, yeniden yazmayı, kullanmayı yasaklıyor.

Birden kendimi ciddiye alınmış, “Değer verilmiş”, çok yükseklerde biri olarak buluyor, bu yasağın bana özel olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda Arap’ın yalellisi gibi cezaevlerini dilime doladım ya, yasağı bana yönelik sayıyorum.

Ama komik bir yasak bu.
Aynı haberi değişik yerlerde bulmak çok kolay. Üstelik oralarda yasak değil.

Sen istediğin kadar yasakla. Duyuyoruz, sesler geliyor, cezaevlerinde bir af beklentisinin oluştuğunu sağır sultanlar bile biliyor şimdilerde.

Bu beklentiyi biz oluşturmadık.

Cezaevlerinde yatanlar bilirler, önce adli tutukluların koğuşlarından gelir sesler.
Çıkacak çıkacak af çıkacak…

Başka ne çıksın?

Af çıkmazsa o kadar yıl nasıl geçirilir içeride?

Adli tutuklunun silinmez rüyasıdır af, her gece görür onu. Siyasi tutsakların rüyalarına pek girmez. Böyle bir beklenti onlarda çok zor oluşur. Oluştuğunda da müthiş rahatsız eder, kimseyle konuşamaz.

Ama olsa, haydi gidin deseler, hiç kimse de ben sizin affınızı kabul etmiyorum, cezamı sonuna kadar yatarım demez.
Dese de yasalar gereği yaka paça atarlar onu dışarıya.
Çünkü af olur, o da içerde kalır, başına bir şey gelirse cezaevi müdürleri, cezaevi savcıları sorumlu olurlar. Böyle ilginçlikleri vardır cezaevlerinin. Dün döve döve canını çıkardıkları insanın başına bir şey gelir diye korkulduğu anlar da olur.

Onların görevi tut deyince tutmak, bırak denilince bırakmaktır. Çıkması gereken ama çıkmak istemeyeni tekme tokat çıkarırlar dışarıya. Bir de yatma süresi gece yarısı dolanların sabahlamasına izin vermez , onu polis, jandarma karakoluna gönderirler, belayı başlarından savarlar yani. Bu nedenle de tahliye kararları özellikle gündüze denk getirilir.

Af böyle bir şey işte.

Siyasi tutsaklar genellikle kaçarak özgürleşmeyi düşünürler.
Konya Kapalı Cezaevi’nin üzerinden jetler geçerdi sıklıkla. Onlardan birinin cezaevi havalandırma duvarlarına çarpmasını, duvarları yıkmasını, oluşacak kargaşadan kaçmayı düşlerdim hep. Ya da sevke giderken ringin (Sevk aracı) devrilmesini, jandarmaların bayılmasını, bizim kaçışımızı canlandırırdım. Bu hayallerle Sıcak Bir Günün Şafağında isimli romanı bitirdim o havalandırmada.

Öteki arkadaşların beyinlerinde oluşturdukları kaçış senaryolarını elbette bilemezdim. Bu konu da konuşulmazdı açıkça.

Sağmalcılar Cezaevi’nde tünel kazmaya başladığımız zaman da 52 kişinin bu konuyu hiç açıktan konuşmadıklarını biliyorum. Sessiz bir anlaşmaydı, herkes işini yapıyordu.

İnsanlar bağıra bağıra kaçmazlar değil mi?

İçerideki siyasiler de yüreklerinin gizli bir köşesinde af sözcüğünü saklasalar bile bunu dile getirmezler, getiremezler, küçüklük sayılır.


(karikatür: Cafer Solgun)


Ama af çıkarsa hiç biri buna itiraz etmez.

1974 siyasi affında ben çıkmıyorum diyen bir tek kişiyi tanımıyorum. O insanlardan bir çoğu sonra yine illegal çalışmalara girdiler, örgütlerin yöneticileri oldular. Sonra mücadeleye devam edenler yine o zindanların siyasi konukları…

Geçen yazıda Orhan Aydın’ın “HİÇ” e-mailini yayınlamış, ne anlama geldiğini sormuştum. Sayın Aydın aşağıdaki yazıyı gönderdi.

“SAYIN KONUK,
Hiç zindanda yatmamış ama birçok sabah "Afiş ve yazılamadan sonra limonlu çorba" içmiş eski bir GKB’li olarak, "ZİNDANLAR BOŞALSIN SİYASİ GENEL AF" diyor ve sıradan insanları kazanma bahanesinin ardına sığınarak, geçmişinden, devrimcilikten, acı çekmiş yoldaşlarından vazgeçen,unutan,unutturmaya çalışan , YÜKSEK SİYASET ERBABI'nı kınıyorum.
Sizin gibi düşünenler, aslında sizin bile tahmin edemeyeceğiniz kadar çok, buna inanın.
Selamlar. Orhan Aydın

Nasıl olduğunu bilmiyorum ama daha önce yolladığım mail eksik çıkmış. Özür!!!”

Günlük dille “Çok şükür” mü diyeyim, bilmiyorum, öteki gazetecilerden, yazarlardan, parti yöneticilerinden hala ses yok. Belli bizi tıngırtıdan saymadılar.
Ne yapalım canları sağ olsun, cezaevlerini anlatıp da ne olacak, Maçka’yı anlatmak daha zevkli her halde.

Şimdi size bir soru soracağım:

Bir arkadaşınız (!) size telefon ediyor, özellikle tehlikeli siyasi konuları soruyor, ama yanı başında fısır fısır ikinci bir nefes hissediyorsunuz, arada fısıltılar geliyor kulağınıza ‘Şunu da sor’ anlamında.
Kendinizi nasıl hissedersiniz?

Ben böyle anlarda dilime gelenlerin hepsini söylerim. Özellikle de o ikinci kulağın duymak istediklerini elbette.

Cezaevlerinde telefon konuşmaları da bir bakıma böyledir. Yanınızda hep ikinci bir kulak vardır. İnsanın içinden dümdüz sövmek gelmezse ne gelir acaba?

Yine de en iyisi terbiyelice bağırmak.

Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af!

Hiç yorum yok: