27 Ekim 2010 Çarşamba

Solun Kırılgan Noktaları: Gelenekçilik ve Aşamacılık




Dün gece NTV’de Oğuz Haksever’in yönettiği, “Solda Kırılma” adlı bir tartışma programı vardı. Katılımcılar, İletişim-Birikim çevresini temsilen Ömer Laçiner; Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) başkanı Doğan Tarkan; “Sosyalist Gelecek” Hareketini temsilen Ertuğrul Kürkçü; Türkiye Komünist Partisi (TKP) Başkanı Erkan Baş ve Birgün Gazetesi adına İbrahim Aydın’dı.

Burada, reklam aralarıyla birlikte yaklaşık iki saat süren programı özetleyecek değilim. Yalnızca konuşmalarda ortaya çıkan iki ortak noktaya dikkat çekmekle yetineceğim.

Erkan Baş, konuşmasının hemen başında, kendisi her ne kadar orada bulunan konuşmacıların en genci olsa da, aslında solun en eski geleneğini temsil ettiğine vurgu yapmak gereğini hissetti. Doğrudan doğruya bu en eski geleneğin ne olduğunu belirtmediyse de anlayan anladı. Bu, Stalinist gelenekti. Milyonlarca cesedin üzerinde oturan ve bugün sosyalizmin ve solun içinde bulunduğu durumun en büyük sorumluluğunu taşıyan gelenek.

Doğan Tarkan da, Erkan Baş’ın bu sözleri üzerine, nispet yaparmış gibi, kendilerinin de çok eski bir geleneği, Marx, Engels, Lenin, Troçki geleneğini temsil ettiklerini iftiharla açıkladı. Tabii ki bu geleneğin, ne Stalin geleneği kadar cinayeti vardı, ne de sosyalizmin ve solun içinde bulunduğu durumdan Stalinizm kadar sorumlu tutulabilirdi ama o kadar iftihar edilecek bir şey de yoktu ortada. Lenin ve Troçki, Stalinist diktatörlüğün taşlarını kendi elleriyle döşemişlerdi ve kendi zamanlarında, gerek devrimin savunucusu Kronstadtlıları ezmeleriyle, gerekse, üretici güçleri geliştirme mantıklarının sonucu olarak işçi sınıfını fabrika köleleri haline getirmeleriyle devrime de sosyalizme de büyük zarar vermişlerdi.

Demek bu “gelenekçilik”, solun ortak paydasıymış, ben bunu daha iyi anladım dünkü tartışmadan. Hiçbir konuda anlaşamasalar da gelenekçilik noktasında ortak bir tutum sergilediler, her ne kadar gelenekleri farklı farklı olsa da.

Örneğin konuşmacılar arasında en çok umut vadeden ya da orada bulunanlardan kendime en yakın bulduğum Ertuğrul Kürkçü de, bana kalırsa pek de yeri değilken ve üstelik biraz zorlayarak, kendilerinin “Mahir Çayan geleneğinden” geldiğine vurgu yaptı. Yeri değildi, çünkü o anda tartışma konusu olan, emperyalizm ve ulusallık sorunuydu. Tartışma, Türkiye’deki sol geleneklerin emperyalizm ve ulusallık konusunda ne düşündükleri olsaydı, o zaman belki Mahir Çayan’ın emperyalizmi içsel bir olgu olarak gören bir görüşü olduğundan da söz edilebilirdi. Kaldı ki, Mahir Çayan’ın, evet böyle bir görüşü olmakla birlikte, ulusalcı ve Kemalist denecek bir hayli görüşü de vardır. Hatta Mahir’in yazılarının ve konuşmalarının tümü gözden geçirildiği zaman bu yönün, solun o zamanki genel eğilimine ve Milli Demokratik Devrim (MDD) çizgisine uygun olarak epey ağır bastığı bile söylenebilir. Öte yandan, Mahir Çayan’ın devrim uğruna ölüme giden tutumuna ne kadar saygı duyarsak duyalım, bu geleneğin solun yenilgisindeki payını küçümsemenin ve eleştiriden vareste tutmanın, hele artık bugün oldukça ağır bir sorumluluk olacağı düşüncesindeyim. Politik denge ve yarar uğruna belli geleneklerin üstüne çadır kurmak ne devrime, hatta ne de çadır sahiplerine yarar sağlayacaktır.
İbrahim Aydın da konuşmasının belli yerlerinde söyledikleriyle, solun gelenekçiliğini paylaştığını belli etti. Sanırım Ömer Laçiner’in, sosyalizmin sorunlarının irdelenmesi gerektiğine ilişkin sözlerine takılan İbrahim Aydın, “bunlar bizim için yeni şeyler değil” dedikten sonra, “kendi geleneklerinin” bu tür sorunları ta eskilerde (örneğin 1970’lerde) irdelediğini ve çok olumlu örnekler ortaya koyduğunu belirtmek gereğini duydu. Evet, Dev-Yol hareketinin, geleneksel çizgiden zaman zaman ayrılan orijinal örgütlenme deneyimleri olmuştur gerçekten. Ne var ki, bunu bir başkası değil de bizzat o geleneğin takipçilerinden olduğunu söyleyen birisi belirttiği zaman, bu, Oğuz Haksever’in ikide bir vermek zorunda kaldığı “reklam araları”ndan pek farklı bir etki yaratmıyor insanın üzerinde. Kaldı ki, Dev-Yol geleneğinin bu tür yenilikçi görüş ve uygulamaları olsa da, aynı gelenek, belki de bu avantajının dezavantaja dönüşmesiyle, 1980’li ve 1990’lı yıllarda bunalım içindeki sosyalizmin sorunlarını tartışmakta en yaya kalan geleneklerden biri olmuştur. Belki de Stalinizm virüsü bu geleneğe, diğerlerine göre daha az bulaştığı için, Stalin’i en az tartışan ve bu konuda en az fikir geliştiren hareket Dev-Yol olmuş ve dolayısıyla Dev-Yol geleneği belki de bu yüzden bugün, dinamizmden son derece uzak bir mahalle derneği görünümü vermeye başlamıştır.

Konuşmacılar içinde gelenekçilikten en uzak tutumu Ömer Laçiner sergiledi. Hatta, siyasi alandaki “evet”çiliğinin ona kazandırdığı liberalizm kamburuna rağmen, sorunların irdelenmesinin ve eleştirel olmanın gerekliliğine vurgu yapmasıyla, en azından ideolojik planda radikal bir görüntü verdi. Keşke bir ara o da bir gelenek telaşına kapılıp, “Marx geleneğine” dönmek gerekliliğinden söz etmeseydi.

Solu ya da solun belli kesimlerini temsilen NTV’ye gelmiş konuşmacıların bir diğer ortak noktası, çok farklı yönelimlere sahip olsalar da, aşamacılıkları ve dolayısıyla cephecilikleriydi. Aşamacılık, cepheciliğin temelini oluşturur. “Diyalektik materyalizm” bize (daha doğrusu solculara) maddenin değişik gelişme süreçleri içerdiğini öğretir. Bu gelişme süreçlerinin her biri bir aşama oluşturur. İşte maymun böyle aşamalardan geçerek insan olmuştur!

Her aşama, önümüze o aşamaya uygun müttefikler getirip bırakır. Çünkü o müttefikler de o aşamanın gerçekleşmesini istemektedirler. Bu yüzden, müttefikleri tespit etmek, hatta tarihte birçok örneğini gördüğümüz gibi, çoğunlukla onların yedek gücü oluvermek için aşamanın doğru tespit edilmesi çok çok önemlidir. Ne var ki, solda ve solcular arasında işte en büyük ayrılık bu aşamada ortaya çıkar: Aşama nedir, dolayısıyla müttefiklerimiz kimdir?

Erkan Baş’a göre, bugünkü aşamamız, emperyalizmin güdümünde kapitalizmi bölgesel olarak yeniden organize eden AKP’nin “Cumhuriyeti yıkma” programına karşı anti-emperyalist ve yurtsever bir mücadele yürütmektir. Bu durumda müttefikler de hemen kendini belli etmektedir. Her türden ulusalcı eğilim ve ulusalcı güç, bu aşamadaki müttefiklerdir.

Doğan Tarkan’a ve hatta Ömer Laçiner’e göre ise, bugünkü aşamamız, tam tersine, darbe peşinde koşan ve Kürtleri ezmeye çalışan (bu arada, Doğan Tarkan’ın Kürdistan’daki “öncü partisi”nin BDP olduğunu ve Doğan’ın, “partisinden” gelen talimat gereği Kürdistan’a münhasır olmak üzere “boykotçu”luk yaptığını öğrenmiş olduk, NTV sayesinde) darbeci askeri vesayet rejiminin tasfiyesidir ve bunun için, kiminle ittifak yapılması gerekiyorsa onunla yapılmalı, kime evet demek gerekiyorsa ona evet denmelidir. Doğan Tarkan, AKP’yi bu konuda yetersiz görmektedir ama demokrasi bağlamında AKP’yle de ittifaktan yanadır. Görüldüğü gibi, solun iki kesimi, Türkiye siyasi ve toplumsal hayatının birbirine taban tabana zıt (en azından siyasi planda şimdilik öyle görünüyor) iki egemen kesiminin müttefiki oluvermekte, onlardan birinin yedek gücü olmayı gönüllü olarak benimsemektedir. Müttefikler farklı olsa da, temeldeki aşamacı ve cepheci mantık aynıdır. Zaten bu, her ikisinin geleneğinde de vardır. İngiltere’deki Troçkist eğilimli Spartakist Grup, Londra’daki savaş karşıtı gösterilerde Irak ulusal bayrağı taşıyarak belki de bu iki zıt ucu şahsında birleştirmekteydi.

Solun ve sosyalistlerin aşamacılık merakını, Doğan Tarkan’a, “şecaat arzederken merdi Kıpti sirkatin söyler” sözlerini hatırlatacak bir şekilde karşı çıkan İbrahim Aydın da ortaya koydu. İbrahim Aydın, Doğan Tarkan ve Ömer Laçiner’in AKP’yi desteklemesini, bu kişilerin “AKP’nin burjuva demokratik devrimi yaptığını” sanmalarından kaynaklandığını belirtti. Böyle bir devrim türü ya da böyle bir aşama var mıydı? Elbette vardı, İbrahim Aydın’ın bundan kuşkusu yoktu, bu yüzden “burjuva demokratik devrim” kavramını üç dört kere vurgulayarak kullandı. Öyle ki, aslında bu vurgulardan, İbrahim Aydın’ın da “burjuva demokratik devrim” aşamasına inandığı sonucu çıkıyordu. Yani, eğer AKP, gerçekten “burjuva demokratik devrim” yapıyor olsaydı İbrahim Aydın da onu destekleyecekti. Ya da günün birinde gerçekten “burjuva demokratik devrim” yapan bir güç ortaya çıkarsa, İbrahim Aydın’ın o gücün desteklenmesine ve onunla cephe kurulmasına hiçbir itirazı olmayacaktı.

Bir de “bu sol birleşmez” der dururuz. İşte solun birliğinin “sağlam” temelleri: Gelenekçilik, aşamacılık, cephecilik.

Hiç yorum yok: