Remzi Aydın
Senin mayan çamur, oysa ben ışıkla mayalanmışım. Milyonlarca
parazit barındıran tenin, benden hep korktu. Kızmıyorum üstelik sana; sen
çamurun, ben ise ışığın bilinciyle algıladık tüm evreni. Sen muhtaçsın
milyonlarca parazite, onlarla beslenirsin, onlar da senden. Sen onlara
muhtaçsın, oysa benim ışığım kabullenemez bir tek asalağı.
Ben sonsuz kaynağa dönerim yüzümü, aşk üzerine kurgulanmış
birlikteliğimiz. Oysa sen sana düşenle, çürüyenle beslenirsin. Gencecik ışık
çocuğu bedenini çürüterek yok edersin. Ölüm senin gıdan, ben ölümsüzüm oysa.
Sen yaratıldığına inanırsın, çünkü her şeyin varoluş ve yok oluş üzerine
yazılmış. Oysa ben, var edeni var
edenim. Onun varlığı benim varlığıma muhtaç, o ya da ben yok, tekiz, kendimize
muhtacız, kendimizle besleniriz. Doğan, doğuran, dölleyen ve de doğumu
gerçekleştiren tektir, budur bizim gerçeğimiz.
Sen kendi gerçeğine ulaşmak için karanlığa, ben ise ışığın
kaynağına yönelirim. Sen kendini dört duvar arasında, ben ise kendimi
yokluğumda ararım. Ben hesabımı halk-Hakk divanında nur cemallere, sen ise
karanlığın derinlerinde yarattığın kan emicilere verirsin. Bizim hesabımız
gönül, sizin ki biat ve korku iledir.
Yunus sözleri, Suud gönlüyle dillendirilir mi? Söyle bana,
İbnül Arabi’nin Hakk kelâmı, Ebu Hamza’nın kulağına tanıdık gelebilir mi?
Sırrın sırrı; köleleşmiş akıl tarafından
saklanıldığı yerden çıkarılır mı? Nereden bileceksin çamur insan, sen
gölgelerle avunurken, onları gerçeğinmiş gibi kabul ederken, ben onların bensiz
bir hiç olduğunu görüyorum. Senin taptığın gölgeleri yaratan ben, kendimi,
kendimden öte olan beni sorgularken, Pirim’in posta oturuşuna rızalık veren
ben, nasıl olur da yüzümü mikropların yuvası olan saraylara dönerim. Pirim
Sultan’ın köpekleri bile harama dokunmazken, haram çöplüğünden beslenen
izzetten mahrumların peşine nasıl düşerim.
Ey çamur insanı, ben güneşin çocuğuyum, bitmez tükenmez
olanın yağıyla beslenenim. Sürekli değişir, dönüşür ve gelişirim; benim aşkım
ışıktır, kordur. Oysa sen tekrarın
çocuğusun, sonlu ve önlü olansın, nasıl anlarsın benim halimi?
Binlerce yıl önce şöyle dedi Pirlerimiz; “Hak, halkta
tecelli eder. Öyleyse secdemiz ancak halkımızadır. Neden cennet ve cehennemi
yok saydık biliyor musun? Tek kişilik ödüle de cezaya da inanmadık! Tek kişilik
kurtuluşu, kurtuluştan saymadık, işte o nedenle Bedrettinler, Torlaklar,
Börklüceler, Kalender Çelebiler, Babekler, Hürremler, Pir Sultanlar, Nesimiler,
Yunuslar, Mevlanalar, Suhseverdiler, Seyit Rızalar, Denizler… dar ağacını
süsledi.” Bizim yaşamamız, ölümümüzdedir” dediğimizde, kanlı elleriniz sarıldı
bedenimize. Oysa biz ölüm içindeki yaşamdan, uykudan uyanmaktan bahsetmiştik,
çamur bilinci nasıl algılayacak bunu, değil mi?
Ey çamur insanı, sen öldürmeyi, varoluş ile birlikte
kardeşini katlederken gerçekleştirdin. Kargalardan öğrendin, kardeşinin leşini
gömmeyi. Sen, sekiz yaşındaki kızların ırzına geçmeyi hak saydın,
geçemediklerini de hasetle taşladın. Tecavüzler cezasız kalıyorsa, işte bu
nedenledir!
Ey çamur insanı, benim doğaya olan saygım, kendime olan
saygımdan kaynaklanıyor. O nedenle “Gole Çetu, Cêmê Muzıri, Qoe Tujik, Buyere,
Sultane, Bağıre, Muzıri, Qoe Duzgi” ve tüm evren benim için kutsaldır. İşte o
nedenle Hakk’ımı dört taş duvar arasında aramam. Çünkü bilirim ki, ne
aranacaksa o bende gizli! Ben ateşe tükürmem, su dökmem, ağaca kıyamam, hayvana
vuramam. Çünkü ben bilirim ki, doğaya verdiğim her zarar kendime olan saygımdan
bir şeyler götürür. Ben bilirim ki, evrende zerre kadar olan değişiklik tüm
evreni değiştirir. İşte bu nedenle benim Pirlerim; “Enel Hak” demiştir. Sanata
verilen zarar, sanatçıya yapılacak en büyük küfürdür. Sen her saniye ağızlar
dolusu küfrediyorsun, katlederken, katliamlara ortak olurken, farklılıkları
inkâr ederken, özgürlüğü sınırsız keyfiyet sayarken, gencecik çocukları koynuna
alırken, sen aslında yaratıcım dediğine küfrediyorsun, çünkü sen riyakârsın,
çamur insanı.
Yüzüne ışığımız değince, kendini ışık sanan Hızır Paşalar
ile elbette kaynaşır çamurunuz, elbette hizmet eder Ebu Suud’un, Ebu Hamza’nın,
Yavuz’un, Abdul Hamit’in torunlarına. Biz onları da tanırız! Yavuz ile, Hamid
ile ve nice ullah ile katliam ortaklığı eden zavallıları da biliriz. Söylesene
bana çamur insan, aynı ibadethaneden girsek içeri, kıç kıça değsek, kol kola
girsek, yüz yüze baksak, kaynaşır mıyız sence? Otuz yıl aynı mahallede,
sokakta, kahvede, bakkalda, kapıda, oyunda, sofrada oturduktan sonra,
katledilmedi mi binlerce insan farklılığından dolayı? Daha dün, Maraş, Sivas,
Çorum, Madımak, Dersim yaşanmadı mı? Eline ateşi alıp, kör bıçakla
çocuklarımızı kesenler kimdi? Yavuz’a sırt vererek, binlerce ışık başını
piramide çeviren kimdi? Nerede Ezidiler, Süryaniler, Ermeniler, Yahudiler ve
diğer renkler? Gönülde aynı sofrayı paylaşamayan kafalar, ten sürtünmesinden
tek şey anlar. Söylesene çamur insanı; sofranızdan bile uzaklaştırdığınız
bacı’larımızı aynı kapıda görünce ne hissedeceksiniz? Ana-bacı tanımaz bunlar
demeyecek misiniz, sessizce ve pişkin kelle gibi sırıtarak. Binlerce yıl aynı
kazanın içinde kaynasak, gerçek kepçesiyle her gün karıştırılsak, ışık çamura
döner mi sence?