Fadıl ÖLMEZ
/ F. Cebiroğlu
Bireysel
gelişimin yok edilmeye çalışıldığı bir Türkiye ve dönemdeyiz. Böylesi bir Türkiye ve dönemde
insan, ”topyekûn” olarak gelişemiyor. Böylesi bir Türkiye ve dönemde insan, gelişmek bir yana, ”insancık” hale geliyor. İnsancık hale gelen insan,
tekellerin kurbanı olan insan oluyor. ”Yabancılaşan” insan oluyor. Şu an
Türkiye budur. Şu an Türkiye, insanı yabancılaşan bir ülkedir. Budur.
Tarifler
nettir: Yabanclaşmak, insancık olmak demektir.
Tarifler
açıktır; yabancılaşan insan, kendini geliştirmeyen insan demektir. Açıktır. Açığın
açığı şudur: Gelişmek bir yana, burada insan, daha önceleri sahip olduğu tüm
değerleri kaybeden insan oluyor. Yani tekeller dünyasının insanı, aynı anlama
gelmek üzere, tekeller dünyasının kurbanı oluyor.
Böylesi bir
dönemde, yazar, şair, romancı, müzisyen… çoğalır, çoğalıyor. Böylesi dönemde,
”analizci” ve ”yorumcu”lar da çoğalır, çoğalıyor.
Yazar, şair
ve romancılar bir yana, Türk medyasında “taht” kuran onlarca, sözümona,
”analizci” ve ”yorumcu” çıktı, çıkıyor. Güzellik yarışmasına katılan genç
kızları, kıskandırırcasına, bunlar, ”uzman analizci” olarak, Tv kanallarında
”sevimli” süratlarını hergün bizlere gösteriyorlar. Bizlere, sözümona, ”siyasi
dersler” veriyorlar!
İşte
böylesi bir dönemdeyiz. İşte böylesi bir Türkiye’deyiz.
Kavramların
özünden boşaltıldığı ve anlamsızlaştırıldığı bir Türkiye’de, kavramları yeniden
tanımlamak, zorunluluk oluyor. Görev, bizlere
düşüyor. Sayımız az da olsa, Türkiye’de Medya Çölünde, ”umut vahaları” olmak
zorundayız. Olacağız!
Bireysel
gelişimin kurutulmaya başlandığı bir Türkiye’de, ”vaha olmak” zorundayız.
Türkiye medya çölünde ”serap” değil, ama doğasal fenomen olarak ”vaha” olmak
zorundayız. Olacağız!
Türkiye’nin
basın çölüne, ve de bu çölleşmeye karşı, teoriksel kavgamız
sürüyor, sürecektir.
Kavramları,
gerçek anlamına kavuşturmak için, mücadelemiz sürüyor, sürecektir. Ama önce
”analiz” nedir? ”Yorum” nedir? Buradan başlayalım. Konumuz budur.
Analiz,
Grekçe ( Yunanca) ve anlamı; bir olguyu, bir bütünü, tahlil etme,
ayrıştırmadır; yani, parçalara ayırma esasına dayalı bir bilimsel metottur. Bu anlamdan yola çıkarak, analiz sözcüğünü
şöyle de tanımlamak mümkün: Her hangi bir şeyi, olguyu, inceleme, çözümleme ve
öğrenmedir. Budur.
Analiz; inceleme, öğrenme ve bunu kitlelere sunmanın
“ayrıntısı” oluyor.
Bu
tanımlamadan yola kalkarak, daha analizin ne olduğunu bilmeyen, ama Türkiye’de
mantar gibi çoğalan bu, sözümona, analizcilere şunları sormak zorundayız:
Analiz edilen ya da edilmesi gereken olgu, nedir, nasıl
oluştu? Olgunun tarihi / dünü ve bugünü?.. Olguyu olgu yapan ne?..Bu, bir.
İkincisi, analiz edilen edilen çelişkiler, neden çelişki
olmuş?
Üçüncüsü, çelişkilere vesile olan kişiler nasıl tasvir ediliyor?
Tek yönlü, “resmi ideolojiye” gore mi, yoksa, objektif bir şekilde
mi?..Analizde geçen kişilerin “tutkuları” nasıl anlatılıyor?.. Kişiler, sahip
oldukları düşüncelerinden dolayı “manipüle” ediliyorlar mı?..
Dördüncüsü, analizin vermek istediği mesaj ne? Tek yönlü mü,
yoksa var olan olguyu inceleyen, tahlil eden ve böylece başkalarına ulaştıran
bir objektif tahlil mi?
Gerçekçi bir analizci olmak için, önce böylesi bir bakış
açısına sahip olmayı gerektiriyor. Zorunludur. Zira analiz yapmada ahlak ve dürüstlük,
ancak böylesi bir ortamda kendini gösterir.
Notlar açıktır: 1- Analiz, objektif bir şekilde yapılan
inceleme ve ayrıntıları yorumlamaktır.
2- Yorum, var olan olgunun, bütün yönleriyle anlaşılmasıdır.
Peki var olan olgu,
yanlış anlaşılırsa?
Yerinde bir sorudur. Gerçekten, olgular, çoğu zaman ”yanlış”
anlaşıldığı için, yanlış yorumlanıyor. Bunu gidermenin yolu, tekrar, analiz
edilen olguya gitmek, onu bütün elementleriyle tekrar gözden geçirmek ve tabir
caiz ise, olguyu tekrar tahlil etmekten geçiyor.
Tekrar olacak. Olsun: Yorumdan önce, var olan olguyu bütün
yönleri ile analiz, yani tahlil etmeyi gerektiriyor. Zorluyor. Burada
soruulması gereken şu: Var olan sorun ne? Sorun, neden sorun olmuştur? Niçin
sorun olmuştur?
Analiz, böylesi bir çerçevede masaya yatırılır, incelenir; bunun
yorumu ve de çözüm yollarına ilişkin formüller ileri sürülür.
Gerçekçi ve doğru analiz budur. Bu olmalıdır.
Gerçekçi yorum budur. Bu olmalıdır.
Akılcı ve
yol gösterici analiz / yorum budur. Bu olmalıdır.
Ama, insan gelişiminin durdurulmaya çalışıldığı bir
Türkiye’de, objektif analizci ve yorumculara rastlamak zor. Çok zor.
Çöller Türkiye’sinde, analizci ve yorumcu değil, ancak
tekeller krallarının onlara yazdığı ve okumaları için zorladığı, kuşbeyinli
insancıklar var. İşte teorik kavgamızın en önemli yönü budur, bunun içindir.
Kavgamız, tekellerin yarattığı böylesi sürüler insan ve düzenine
karşı bir ”kahramanlık” kavgası oluyor.
Kavgamız, Türkiye’nin basın, yayın ve genelde ”Medya Çölüne”
çevrilmesine karşı olan önemli bir kavga oluyor.
Sayımız azdır, ama Türkiye medya çölünde ”umut vahaları” olmak
zorundayız. Umutluyuz.
Türkiye’de, medya çölüne karşı umut vahalarıyız! Buyuz!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder