Dr. Cengiz Başkaya
Endüstriyel tarım ve gıda üretiminin
yaygınlaşması bütün ülkelerin neredeyse aynı biçimde beslenir hale gelmesi
sonucunu doğurdu. Üretilen gıda türleri gitikçe azalıyor. Gıdaların işlenme
ve saklanma, hazırlanma yöntemleri de tek tipleşme yolunda. Bu durum halkların
gıda güvenliğini ve gıda egemenliğini yok ediyor. Yerel
ürünlerin yerine tekellerin üretim ve dağıtım haklarını sahiplendiği
sertifikalı tohumlar, fideler ve fidanların kullanılması dayatılıyor. Büyük bir
zenginlik olan genetik zenginlik büyük ölçüde kaybedildi ve süreç bu yönde
ilerlemeye devam ediyor. Yerinde sağlanabilecek gıdaların az sayıdaki
merkezden büyük masraflar ve enerji harcanarak dağıtılması maliyetleri
yükseltiyor. Kriz durumlarında gıdaya ulaşmayı tehlikeye atıyor. Uzun
yolculuklar yapması gereken ve raflarda bekletilen besinlerin bu süreçte
bozulmaması gerekli. Bunun için fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilmeleri
şart. Yapılan müdahalelerin asıl amacı kontaminasyonun önlenmesi, yani
bakteri, mantar ve küfler nedenşyle gıdaların çürümesini, kokuşmasını
engellemek.
Gıda endüstrisi için sağlıklı gıda sadece
günlerce hatta aylarca bozulmayan gıda demek. Ne var ki, bakterilerin yok edilmesi
ve üremelerini önlemek için uygulanan yoğun enerji biçimlerinin ve etkili
kimyasalların seçici olarak sadece bu organizmaları etkileyeceğini düşünmek
biyoloji, fizik ve kimyanın prensiplerine aykırıdır. Bir bakterinin genetik
yapısını bozan, protein zincirlerini kıran radyasyon, yüksek basınç ve yüksek
ısıl işlemler gibi yoğun enerji uygulamalarının besinlerin yapısını moleküler
düzeyde etkilememesi mümkün değildir. Ortaya çıkan ara ürünlerin sağlığa
zararlı olduğu bilinen birçok etkileri var. Zamanla ortaya çıkacak olanlar
ayrı bir endişe kaynağı. Gıda endüstrisine göre sağlıklı sayılan işlenmiş
gıdalar aslında birçok açıdan gerçek gıda olmaktan çıkmış oluyor. Etlere,
hububat ve baklagillere radyoaktif ışın ve elektron ışını uygulanır. Uzun
süre depolanan ve uzun mesafelerde gemilerle nakledilen buğday ve mısır güçlü
zehirlerle korunur. Süt homojenize edilmek amacıyla ince kanallarda çok yüksek
basınçlar altında geçirilir. Kısa süre için de olsa 300 dereceye kadar
ısıtılır. Paket sütlerdeki UHT ibaresi bu ısıl işlemi tanımlar; "Ultra
High Temperature - Çok Yüksek Isı."
Tarımda 60 yıl önce yaygınlaştırılan
yeşil devrimin olmazsa olmazı pestisit, fungusit ve herbisitler de
tükettiğimiz birçok gıdaya kaçınılmaz olarak bulaşıyor.
Bu güçlü zehirler doğanın tanımadığı
sentetik moleküller. Doğal süreçlerle zararsız elementlere parçalanamıyorlar.
Yıllarca doğada kalıp, toprağı, suyu ve havayı kirletiyorlar. Her yıl daha
etikili olduğu iddiasıyla daha pahalı yeni zehirler piyasaya sürülüyor. Ne var
ki ürün zaralıları için üretilen bu ilaçlar zararlılar dışında bütün canlıları
öldürmek konusunda çok başarılı oldu. Zararlıların doğal düşmanları yok
edildi.
Artık rakipleri yok ve yeni ilaçlara da
kısa sürede uyum sağlayıp dirençli hale geliyorlar. Yani meydan onlara kaldı.
Bir kısır döngüye girilmiş durumda.
Her seferinde yeni ilaçlar üretip piyasaya
sürmek gerekiyor. Piyasadan çekilen ya da sağlığa zaralı olduğu
ispatlandığı için üretimi durdurulan zehirler artık kullanılmaz olsa da
binlerce tonu yeryüzüne serpilmiş durumda olduklarından doğal yaşamı öldürme
hizmetine uzun yıllar devam ediyorlar. 40 yıl önce yasaklanan DDT günümüzde
dünyanın ucunda Güney Kutbunda penguenlerin karaciğerinde tespit ediliyor.
Artık gökyüzünde uçan yüzlerce kuş türünden kurtulduk. Uğur böcekleri,
kelebekler görünmez oldu. Arı popülasyonları geri dönülmez bir yok olma
sürecine girdi.
Sorun şu ki biz insanlar da kelebekler ve
kuşlar gibi biyolojik varlıklarız. Doğadaki diğer canlılar gibi biz de
etkileniyoruz. Çocuklarda lösemi ve beyin tümörlerinde korkutucu bir artış
var. Erişkinlerde de kanser olguları ve nörolojk hastalıklar daha sık
görülüyor.
Uluslarüstü tarım tekellerinin ve gıda
endüstrisinin dünya piyasasını tümüyle ele geçirmek için uyguladığı
yöntemlerin başlıcaları alternatif tür ve üretim yöntemlerini yok etmek, dünya
halklarının beslenme alışkanlıklarını ve damak tatlarını kalıcı olarak
değiştirmek, gıdalara bağımlılık yapan maddeler eklemek. Bütün ülkelere dayattıkları
ve gerekçesi serbest rekabet ve ticaretin önündeki engelleri kaldırmak olarak
sunulan fakat gerçekte rekabeti fiilen imkansız hale getiren yasalar ve
zorlayıcı ticaret anlaşmaları ile rakipsiz hale geliyorlar. Türkiye'de ikinci
dünya savaşı sonrası Marshall yardımı kılıfı altında gerçekleştiren tarımda
yapısal dönüşüm bizden bir örnek. Zeytin yağı ve tereyağı tüketimi yerine
margarinlerin piyasaya sürülmesi, yemek yapma yöntemlerini temelinden
değiştirdi. Margarinler ayçiçek yağının fakat daha çok soya yağının
hidrojenizasyon işemiyle katılaştırılmasıyla üretilir. Bir bakıma yarı
sentetik bir maddedir. Doğanın en büyük armağanlarından olan ve tohum yağı
değil, meyve yağı olduğu için çevresindeki doğanın birçok unsurunu içinde
barındıran zeytin yağı yerine yapay bir ürüne alıştırıldık. Tıp otoriteleri
devreye sokularak tereyağı şeytanlaştırıldı, birçok hastalığın sebebi olup
çıktı.
Öte yandan üretilen sentetik yağı
kötülenen tereyağına benzetebilmek için de her yönteme başvuruldu.
Tereyağının klasik rengini taklit etmek için boyalar eklendi. Kıvam sağlayıcı
katkılar, yapay aromatiklerle ortaya tereyağının bir taklidi ortaya çıkarıldı.
Anadoluya özgü, farklı toprak ve iklim
şartlarına özel birçok buğday türünü yok etme pahasına, Meksika buğdayı
üretimine geçildi. İthal tohuma, yapay gübreye, ithal akaryakıta bağımlı hale
geldik, Anadolu'da sulanmadan yetişebildiği, için kuru mahsul olarak bilinen
hububatı sulamak mecburiyeti yüzünden yer üstü ve yer altı su kaynaklarımızı
daha da azalttık.
Artık her mevsim domates yiyebiliyoruz, ne
mutlu. Birçok domates türünü unutup domates tadı vermese de elma gibi
soyulabilen sağlam kabuklu, uzun mesafelere taşınabilen, uzun süre çürümeyen
tek bir domates türü olsa da elde kalan… İthal tohumunun gramı altından sadece
biraz dah pahalı. İnce kabuklu, bol sulu, kokulu renk renk domateslerimizin
çekirdeklerini ayırıp fide hazırlama derdinden kurtulduk. Şirketlerden her yıl
satın alıyoruz.
Pancar şekeri yerine nişasta bazlı mısır
şurubunun kullanımı gittikçe yaygınlaşıyor. Cargill Bursa'da mısır şurubu
tesisini kurdu. Doğal olan nişastalı besinleri aldığımızda pankreasın
salgıladığı amilaz enzimiyle nişastanın zincirinin kırılarak glukoza
dönüşmesi ve kana geçmesidir. Nişasta bazlı şeker sanayii bu parçalama
işini bizim yerimize yapıyor. Mısır şurubu % 80 Früktoz, % 20 oranında
glikozdan oluşuyor. Ton başına maliyeti pancar şekerinden çok daha ucuz.
Fruktoz kana geçtiğinde glukoz gibi tokluk hissi vermediğinden kişiyi daha
çok yemeye yönlendiriyor.
Fast food restoranlarında mısır şurubu
boca edilmiş kolalı içeceklerin menünün ayrılmaz parçası olması tesadüf
değil. Fruktoz Kolayca yağa dönüştürülüp vücutta depolanıyor. Bu yüzden obez
çocuk sayısında artış var. Diabetin salgın hale gelmesinde de payı büyük,
Kola, gazoz, meyva suları, çukulatalar, şekerlemeler, hazır reçeller,
dondurmalar, pasta ve tatlılarda daha ucuz ve daha tatlı olduğu, katı değil
sıvı halde bulunduğundan her türlü yiyeceğe kolayca karıştırıldığı için,
pancar şekeri yerine mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker tercih
ediliyor.
Şeker pancarı üretimimiz azaltıldı.
Özelleştirilen ve özelleştirilecek olan şeker fabrikalarının lüzümsuz yere
kapladığı alanları da ticari yapılaşmaya açma imkanımız doğdu. Unutmamak
gerekir ki, ülkemizin ekonomisinin lokomatifi inşaat sektörüdür. Ona ne kadar
alan açabilirsek o kadar iyidir. Varsın 10 yılda onbeş milyon dekar değerli
tarım arazisi konut, sanayi, turizm, otoyol için kaybedilmiş olsun. Artık
yüksek teknoloji, yüksek sermaye, ithal bitki besleyicilerle gerçekleşen
topraksız tarım uygulamaları da başladı. Finans sermayesi yeni değerlenme
alanları buluyor kendine.
Tarımla uğraşan nüfusun fazlalığı bir
ülkenin “geri kalmışlığının” göstergesi sayılır!. Biz de bunun “bilincinde”
olduğumuz için kırsal alanı boşaltıp insansız hale getiriyoruz. Gelişmemiz
daha da hızlanıyor böylece. İnsansız bankacılık ne büyük bir gelişme oldu.
Sıra insansız topraklarda topraksız tarım yapmaya geldi. Tarım köylülere
bırakılamıyacak kadar ciddi bir iştir öyle ya!. Bırakalım bu işi en iyi
bilenler, yani dev agribusiness şirketleri yapsın. Göçe mecbur olan köylüler
de şehirleşsinler, medeniyetin nimetlerinden faydalansınlar! Kırsal alanlarda
kuş cıvıltıları kesildi, insan sesi duyulmaz oldu diye üzülmeyelim. Zaten
kırlarda dolaşmak iyi değil, kene riski var! Sayıları beşyüze yaklaşan dev
AVM lerimizi gezelim. Yazın serin, kışın ılık, her daim temiz. Penceresiz
oldukları için gece gündüz farkı da yok. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz
insan…
Ucuz, genetiği değiştirilmiş soya
yağını hazır halde ithal etme imkanı varken, zeytin üretmek, zeytinyağı
üretmek ekonomik akla uygun değil… Biz katma değeri yüksek işlere bakalım…
Zeytinliklerin yerine termoelektrik santralleri, sanayi tesisleri ve yerleşim
alanları kurmak, maden ocakları, taş ocakları açmak gayri safi milli
hasılamızı arttıracakken, zeytin ağaçlarıyla oyalanmak bu ülkenin
gelişmesinin önüne set çekmektir…
Monsanto, ki dünyanın en şeytan şirketi
namıyla maruftur, modern teknikler ve yöntemlerle, tüm dünyanın tarım üretimini
30 milyon kişiyle gerçekleştirebileceğini savunuyor. Yani halen kırsalda
yaşayan üç milyar insanın yüzde biriyle… Kalan yüzde doksandokuzu da
başlarının çaresine baksınlar bir şekilde! İhtiyacın hızla arttığı özel
güvenlik işine girsinler, önemli kişilerin özel koruması olsunlar, halkla
ilişkiler, ürün tanıtımı gibi alanlarda çalışsınlar, yeni kurulacak işçi
kiralama şirketleri de yeni iş olanakları yaratacak! Bu şirketler sayesinde
esnek çalışma olanağına kavuşsunlar. Hergün aynı işe gidip gelmek yerine
günlük, hatta saatlık işlerde çalışıp ufuklarını genişletsinler,
sosyalleşsinler…
Monsanto, Cargill, Du Pont gibi tekeller,
Ukrayna'nın geniş ovalarında lüzumsuz yere çok sayıda köylü yaşadığını öğrenmişler.
Şimdi ülkeyi bu gerilikten kurtarmak için ikna çalışmaları yapıyorlar.
Hükümetin tarım alanlarına genetik
modifiye ürünlerin ekilip dikilmesine ve toprakların şirketlere satılmasına
izin verilmesi başta gelen talepleri. Monsanto bu sorunu çözmek için Dünya
Bankası ve İMF ye Ukrayna'ya koşullu kredi açtırıyor. Türkiye'de Kemal
Derviş döneminde partiler halinde serbest bırakılan ve her partide tekeller
için tohum yasası ve kamu tarım kuruluşlarının özelleştirilmesi veya
lağvedilmesiyle sonuçlananlar dahil, birçok yasanın geçmesi şart koşulan
İMF kredilerini hatırlayalım…
Monsanto başkan yardımcısı Jesus Madrazo
"Ukrayna'nın kara toprakları bizim için altın madenidir" diyor. Kara
topraklarda GDO temelli tarım yapmak için turuncu bir devrim gerekti. GDO lar
özgürlük ve refahı da getirecek Ukrayna'ya. Birlikte nükleer başlıklı füzeler
de bonus olarak gelecek.
Irak, savaş sonrası şirketler tarafından
kabul ettirilen kanunlarla sadece genetiği değiştirilmiş ürünlerin tarımını
yapmayı taaahüd eden ilk ülke oldu. Yeni silahların uygulamalı fuar yeri olma
görevini tamamladı. Şimdi ulusötesi tarım şirketlerinin uygulama
laboratuvarına dönüştü.
Ülkeler güzellikle kabul etmelidir
şirketlerin isteklerini. Sorun çıkarırlarsa dünya barışını tehdit etmiş
olurlar ki, bu hem ayıp, hem tehlikelidir . Amerikan askerlerini gurbet
ellerinde önleyici savaşlar yapmaya zorlamasınlar. Akıllı olsunlar.
Karnımızı doyurmak için her fedakarlığa
katlanan, bizden genetiği değiştirilmiş gıdaları, sığır büyüme hormonu ve
bol antibiyotikle zenginleştirilmiş sığır etlerini, yine bol antibiyotik ve
hormon soslu piliç etlerini, çocuklar ve gençler daha çok sevip alışsınlar,
ömür boyu içebilsinler diye bolca kafein ekledikleri, bolca mısır şurubu koyup
gürbüzleşmelerini sağladıkları kolalı içecekleri, gazozları, meyve sularını
sunan bu büyük dünya şirketlerine gereken her kolaylık gösterilmelidir. Onlara
karşı durmak, bilime de karşı gelmektir. Zaten tarım ve gıdanın bilimini de
onlar geliştiriyor. Hükümetler, kamu kuruluşları bu tür gereksiz işlerle
uğraşıp, bağımsız araştırmalara para ayırarak kamu kaynaklarını çarçur
etmek durumunda kalmıyorlar bu sayede. Bütçeler halkın refahı ve sağlığına
tahsis ediliyor. Daha ne olsun!
----------------------------------------------
Faydalanılan kaynaklar;
- Counterpunch 22-24, 2014, 412
GM Food, Ukraine and the Return of Hill +
Knowlton Monsanto and Ukraine
JOYCE NELSON
-Dr. Yavuz Dizdar; Yemezler, Hayy Kitap
2013
-http://www.highfructosecornsyrup.org/2009/02/guess-whats-lurking-in-your-food
-www.naturalnews.com/022967.html
Apr 9, 2008 - The Facts About
Pasteurization and Homogenization of Dairy Products Jo Hartley
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder