"Devlet, siyasî iktidar mafyalaşınca, normal yöntemlerle
ekonomik incelemeler imkânsız olur."
Fikret Başkaya: 1979'da
Amerikan Merkez Bankası ( FED) faiz oranlarını yükseltti. Faiz operasyonu
Üçüncü Dünya ülkelerinde deprem etkisi yaptı ve borç krizi patlak verdi. "
Borç Krizi Üzerine Bir Deneme" adlı kitabı o vesileyle yazmıştım.
Faizlerin yükseltilmesi, sadece borçlu yoksul ülkelerin yağma ve talanını
derinleştirmekle ve Batı bankalarının kasalarını doldurmakla da kalmadı, borç
krizi bahane edilerek söz konusu ülkelere neoliberal "istikrar" ve
" yapısal uyum programlarını" dayatmanın da vesilesi yapıldı. Aslında
"istikrar" ve "yapısal uyum" denilen, Üçüncü Dünya
ülkelerinin emekçi sınıfları için tam bir yıkım demeye geliyordu. Bir çok
ülkede IMF ayaklanmaları oldu ve yüzlerce emekçi hayatını kaybetti... 1980
sonrası tarihte eşine az rastlanır bir sömürü, yağma ve talan demekti.
Şimdilerde FED bir defa daha faiz oranlarını yükseltmeye
hazırlanıyor. Bu operasyonun "bizim tarafta", yeryüzünün lânetlileri
cephesinde 1979 sonrası duruma benzer sonuçlar ortaya çıkarma ihtimali var mı?
Manzarayı nasıl görüyorsun? Bir de BRICS tarafından kurulan Yeni Kalkınma
Bankası (YKB) doların saltanatını sarsa bilir mi? Nitekim BRICS'in üç bileşeni
olan Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika, IMF ve Dünya Bankasına yüksek düzeyde
bağımlılar. Bu durumda 'çok dövizli' sisteme geçiş ne kadar mümkün? Nitekim
Michel Chossudovsky'nin son makalelerinden birinin başlığı: "BRICS and the
Fiction of "De-Dolarization" idi... Bu durumda doların sultasından
kurtulmak ne kadar mümkün?
Korkut Boratav: FED’in
1979 kararının Üçüncü Dünya’daki borç krizine yol açan sonuçlarının bir
benzerinin 2015 sonrasında da tekrarlanma olasılığı var. Ancak,
bir-iki önemli fark söz konusu. Birincisi, 1979 sonrasında faizlerin artış
marjı, bugünküne göre çok daha yüksekti. FED’in politika faizi iki yılda 10 puan
arttı ve %20’ye tırmandı. Dolayısıyla borç krizi dış kredilerin faiz yükünde
dramatik artış nedeniyle başladı. Bugün yüzde 1’in altındaki FED faiz
oranındaki artış 1, en çok 2 puan civarında bekleniyor. Yansımasının, çok düşük
faizlerle borçlanıp Üçüncü Dünya’daki kâğıttan varlıklara sıcak para
yatırmış olan spekülatörlerin, ABD hazine bonolarına dönmesi sonunda
gerçekleşeceği düşünülüyor. Hızlı sermaye kaçışları, çevre ekonomilerinde
finansal ve ekonomik bunalımları tetikleyebilecek.
İkinci bir fark, FED’in parasal daralmaya geçişinin, Avrupa Merkez
Bankası’nın (AMB’nin) parasal genişlemeye karar vermesi ile birlikte
gerçekleşmesi ile ilgilidir. İkinci etkinin, FED etkisini tamamen değilse
bile belli ölçülerde telafi etmesi mükündür.
Ancak, temel sorun, senin de vurguladığın gibi, dolar sultasına
dayanan finans kapital hegemonyasından doğuyor. Ulus devletler, Çin ve
Hindistan’ın kısmen başarabildiği gibi, spekülatif para giriş-çıkışlarını
frenleyebilirler. Ancak, dolar uluslararası rezerv para oldukça, bu para ile
borçlanıyorlar ve sadece faizlerden değil, bugünlerde olduğu gibi doların
değerlenmesinden de fazlasıyla etkileniyorlar. Avro’nun ikinci bir rezerv
para rolü sınırlı kaldı; esasen aynı dünyanın parasıdır; aynı işlevi
görecektir.
Dolar sultasına karşı bir alternatif Çin parası renminbi’nin
(RMB’nin) artan önemi olabilir. 4000 milyar (4 trilyon) dolara yaklaşan
rezerv sahibi olan Çin (en azından şimdilik) geleneksel emperyalist
motivasyonları göstermiyor. BRICS bankası dışında Dünya Bankası ve Asya
Kalkınma Bankası’na alternatif olan AIIB (Asya Enfrastrüktür Yatırım Bankası)
kuruluşunu gerçekleştirmek üzere. İkili anlaşmalarla RMB uluslararası
ödemelerde yaygınlaşıyor. Ancak, henüz, dolar üzerine dayalı bir finans
sistemini ikame edecek güce ulaşmanın çok uzağında. Bu nedenle finans kapitalin
ve doların hegemonyasını, olsa olsa, bir miktar ulus devletler düzleminde; daha
da önemlisi çevre ekonomileri arasındaki işbirlikleri içinde frenleme
çabaları gerçekçidir. Yukarıda değindiğim Çin öncülüğündeki
çabalara ek olarak Latin Amerika’da bu doğrultuda işbirlikleri var.
Fikret Başkaya: Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu nasıl
görüyorsun? 2001 Krizinin tekrarını ya da ona benzer bir kriz öngörüyor musun?
Korkut Boratav: 2001
krizinden çok, 2008-2009 döneminde dış kaynak hareketlerinin hızlı çıkışı,
ancak 2010-2011’deki gibi aynı hızla geri gelişinden oluşan dalgalanmalar
gündemde görünüyor. Bugünkü konjonmktürde bu çıkış-girişlerin zaman
aralıkları biraz daha kısaldı. O nedenle, bence, dramatik bir çöküntüden ziyade
artan istikrarsızlıklar içinde durgunlaşan bir ekonomi içinde yaşayacağız. Orta
dönemde büyüme hızı %4’ün altında seyredecek; dış kırılganlıklar nedeniyle bu
tempo finansal çalkantılar içerecek; birkaç aylık küçülme konjonktürlerini
geçici toparlanmalar izleyecek gibi görünüyor.
Fikret Başkaya: Türkiye ekonomisi tam bir dibe vurma
halindeyken, mevcut siyasi partilerin bu yıkım tablosu karşısında bir şeyler
yapma şansı var mı? Ne yapılırsa, hangi durumda bir çıkış mümkün? Fatura kime
çıkacak? Neoliberal politikalardan radikal bir kopuş olmadan, mülkiyet
ilişkilerine dokunmadan, özelleştirme furyasını sorun etmeden neyi ne kadar
yapmak mümkün?
Korkut Boratav: Yanıt,
soruda veriliyor: Neoliberal politikalardan radikal bir kopuş olmadan,
mülkiyet ilişkilerine dokunmadan, özelleştirme furyasına son vermeden
ekonominin bugünkü açmazlarından çıkması mümkün değil. Ağır bir dışsal
bağımlılık, orta vadede durgunlaşan ve finansal çalkantılara açık bir
ekonomiden söz ediyoruz. Dış bağımlılığı aşacak bir planlama perspektifi,
ekonominin, özellikle sanayinin yapısında ciddi bir dönüşüm olmadan
gerçekleşemez. Bu da, kısa dönemde, ithalatın daralmasından kaynaklanacak
sıkıntılar içerir. Sıkıntıların hakça paylaşımı, sermayenin yüksek oranda
vergilenmesini gerektirir. Burjuvazinin tepkileri, direnmesi, ancak halk
sınıflarının yaygın bir ittifakının iktidara gelmesiyle mümkündür. Bu
senaryoya en yakın durumu Yunanistan’da Syriza iktidarının sıkıntıları içinde
gözlüyoruz. Latin Amerika’daki sol iktidarların gerçekleştirebildikleri
bölgesel dayanışma, işbirliği olanakları bizim coğrafyamızda şimdilik yok.
Bütün bunlar, Türkiye’nin güçlüklerini ortaya koyuyor.
Fikret Başkaya: CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, "
12 yıllık AKP iktidarında Türkiye'ye 31,1 milyar dolar kaynağı bilinmeyen para
girmiştir" diyordu. Sadece Şubat ayında 4 milyar 282 milyon kaynağı
belirsiz para girdiği de söylendi! Kaynağı bilinmeyen para ne demek? Birileri
kimsenin olmadığı yere milyar dolarları bırakıyor, birileri de tesadüfen buluyor
mu? Ortada iki bilinmeyenli denklem mi var? Kendiliğinden seyahat eden milyar
dolarlardan mı söz ediliyor? Bu söylemin gizlediği nedir?
Korkut Boratav: Büyük ölçüde Orta Doğu, İslam coğrafyası kaynaklı kara/gri
para akımlarından söz ediyoruz. Bavulla, uçak kargosuyla gelir;
gümrükten geçmez. Hayalî ithalat yapılır; faturası ödenmez; burada bir
hesaba yatar. Köktendinci İslâmcı çevrelerde “havale” adıyla bilinen ve
tamamen kişisel hesaplardan oluşan aktarımlar vardır. Bunların sonunda
kasalardan para çıkar; bankalara yatırılır. Bunların bir bölümünün aktörleri
olan Sarraf, El Kadı, El Beşir gibi esrarengiz, karanlık kimliklerin iktidarla
ilişkilerini yakın geçmişte öğrendik. Suriye’deki çetelerin finansmanı
elbette kayıtlı banka işlemleriyle gerçekleşmiyor. Devlet, siyasi iktidar
mafyalaşınca, normal yöntemlerle ekonomik incelemeler imkânsız oluyor. İşte
böyle bir ortamda yaşıyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder