Fikret Başkaya
Başlık, Alman yazar Eric
Maria Remarque'ın 1929 yılında yayınlanan ve 1933 de Naziler tarafından yakılan
kitabının adı. O başlık, ilerleyen dönemde şeylerin, olayların ve süreçlerin
sürekliliğini ima eden bir deyim haline geldi. Afrika'dan Avrupa'ya geçmeye
çalışırken, Akdeniz'de boğulup ölen yoksullarla ilgili haberler ve görüntüler, bana
o romanı hatırlattı. Nitekim sadece geçtiğimiz hafta içinde 1100 göçmenin
sulara gömüldüğü bildiriliyordu. 2014 yılında Akdeniz'i geçmeye çalışan 170 bin
göçmenin 3 300'ü boğulup öldü. Uluslararası Göçmen Ofisi, o maceraya katılacak
göçmen sayısının 2015 yılında 500 bine ulaşacağını bildiriyordu...
İnsanları o ölüm
yolculuğuna çıkmaya zırlayan şey yoksulluk, savaş ve terör. Ve bu durumun
sorumlusu da Batı Avrupa ve ABD, daha doğrusu kolonyalist, emperyalist, kapitalist
ülkeler... O ölümlerin gerçek failleri beş yüz yıldır dünyanın geri kalanının
yaşam kaynaklarını sömüren, yağmalayan, talan eden, halklara soykırım uygulayan
"uygar dünya" denilip, yere göğe konulmayanlar! O kanlı ve karanlık
tarih 1492'de Kristof Kolomb'un macerasıyla başladı. Başlarda
"Hristiyanlaştırıyoruz" [évangélisation] daha sonraları da "
uygarlaştırıyoruz" dediler. İkinci emperyalist savaş (1939-1945) sonrasında
sıra "kalkındırmaya" gelmişti. Şimdilerde, neoliberal küreselleşme
çağında da yeryüzünün lânetlilerine "insan
hakları ve demokrasi" taşımakla meşguller. Velhasıl durum tam da Eric
Maria Remarque'ın dediği gibi: Garp
Cephesinde Yeni bir Şey yok!
Katolik dünyanın ruhani
lideri Papa François, geçtiğimiz ay XX. yüzyılın üç soykırımından (Ermeni,
Yahudi, Stalin katliamları, Rwanda, Burundi ve Kamboç) söz etti. Elbette
Papa'nın işlenen insanlık suçlarına dair duyarlılık yaratma niyeti olumlu bir
şey ama zahmet edip geride kalan yaklaşık beş yüz yılda Katolik Kilisesinin de
dahli, özendirmesi ve meşrulaştırması sonucu Hristiyan Avrupalılar tarafından yapılan
yüzlerce soykırımı da hatırlatıp lânetlemesi gerekmiyor muydu? Mesela ABD'nin
soykırım sicilini hatırlatması gerekmiyor muydu? Amerika Birleşik Devletlerinin
(ABD) bağımsız ülkelere 2000 doğrudan
askeri saldırı yaptığını, 402 barış antlaşmasını ihlâl ettiğini, beş kıtada 50
milyon insanın katlettiğini de... Kaldı ki, soykırımdan söz etmek için illâ
sayının belirli bir rakamı aşması gerekmez. Derisinin rengi, dini, inancı,
inançsızlığı, ırkı, düşünceleri yüzünden tek bir insanın bile öldürülmesi basbayağı
soykırımdır... 1,6 milyon Iraklının baba-oğul Bushların açtıkları saldırı savaşları
sonucu katledilmesi soykırım değil miydi? Keza Siyonist İsrail, ABD ve
gericiliğin timsali Suudi Arabistan ortaklığında Filistin halkının
katledilmesi, aç, susuz, ilaçsız bırakılması, Irakta gıda ve ilaç ambargosu
yüzünden yarım milyon çocuğun ölmesi soykırım değil de nedir? Şimdilerde
İŞİD'ci onbinlerce fanatik katil sürüsünü eğitip, endoktrine edip,
silahlandırıp, finanse edip masum insanları katletsinler diye saha sürmek de
soykırım değil midir?
Amerikaların (kuzey-
orta-güney) İspanyollar, Portekizliler, İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar...
tarafından işgal edilmesi (fetih
diyorlar) milyonlarca insanın, hayvanları, hasatları, evleri, barklarıyla, birlikte yok edilmesinden daha büyük soykırım
olur muydu? "12 Ekim 1492'de, Kristof Kolomb Amerika toprağına ayak bastı.
3 Mayıs 1493'de Papa VI. Alexandre şu fetvayı yayınladı: Keşfedilen ve keşfedilecek dünyalar İspanya ve Portekiz arasında
paylaşılmalı, din ve Katoilk îmanı yüceltilip
yayılmalı (...) ve barbar halklar boyunduruk altına alınıp
Hristiyanlaştırılmalıdır." (1) 'Barbar halkları' Hristiyanlaştırma ve
boyunduruk altına alma süreci hızlı başlamıştı. Kolomb, Amerikan adalarına ayak
bastığında, kıtanın nüfusu yaklaşık 80 milyondu, 16. yüzyılın ortasında (60 yıl
sonra) Amerikalar'da yaşayan nüfus 10 milyona inmişti... Hristiyan 'Batılılar'
yaklaşık yarım yüzyılda 70 milyon insanı 'Hristiyan Cennetine' göndermeyi
başarmışlardı. XVI'ıncı yüzyılın başında dünya nüfusunun yaklaşık 400 milyon
civarında olduğu düşünülürse, yarım yüzyıllık bir dönemde 70 milyon insanı yok
etmek 'büyük bir başarı olmalıydı... (2)
Velhasıl izleyen üç
yüzyılda Sioux'ların, Apaches'ların , Navarro'ların, Cheyenne'lerin,
Cherokee'lerin Creeks'lerin Iroquois'ların , Eskimo'ların, daha nicelerinin
kökü kazınacaktı... Konkistatörler tarafından katledilmeyenler de açlıktan ve
hastalıklardan yok olacaklardı... Tabii katliamdan hayvan sürüleri, yakılan
hasatlar da nasibini alacaktı... Namı değer Katolik Kilisesi tarafından planlanıp desteklenen bir etnik kırımdı (éthnocide) söz konusu olan... Lâkin Hollywood
sinemasının Far West destanlarının
anlattığı hikaye farklıydı...
Uygar Beyaz Adam Yeni Dünya'nın birikmiş hazinelerini
yağmaladı, uygarlıkları tarihten sildi, o topraklar üzerinde yaşayan halklar,
soykırımlar, hastalıklar ve açlık yüzünden yok olmanın eşiğine geldi. Fakat keşif ve icat şampiyonu Beyaz Adam bir keşif daha yapacaktı...
"Yeni Dünya" toprağının altı zengin madenlerle (altın, gümüş...)
doluydu ve işlenmeyi bekleyen devasa verimli topraklar vardı. Ve fakat çalışıp
üretecek insan kalmamıştı. O halde köleleştirme ve soykırım sırası Afrika'ya
gelebilirdi ve geldi. Afrikalı Siyahlar avlanıp Atlantik Okyanusu sahilindeki
bazı merkezlerde toplanıyor, oradan gemilere yüklenerek Yeni Dünya'ya
taşınıyordu... Köleler Amerika'ya, yarattıkları zenginlik de Avrupa'ya
taşınıyordu... Beyaz adam Afrikalı Siyahları insan saymıyordu, onu "insan
altı" bir yaratık olarak görüyordu, çünkü derisi siyahtı... Köle
ticaretinde vahşi havyanlar gibi avlanıp, soykırıma uğratılan insan sayısı kaçtı?
20, 30, 40 milyon mu, yoksa daha fazla mı?
Kibarca traite denilen köle ticareti sayesinde
emek açığı kapatıldı. Tarihçiler sadece gemilerde ölüp denize atılan Siyah köle
sayısının 2 milyondan fazla olduğunu yazdı. XVI-XIX yüzyıllar arasında Afrika
toprağından sökülüp Yeni Dünya'ya taşınan Afrikalı Siyah köle sayısı on
milyonlarla ifade ediliyor... Afrika için ikinci yıkım, Kıtanın Batı
Avrupalılar tarafından kolonize edilmesi, sömürge statüsüne indirgenmesi
olacaktı. Şimdilerde Afrika'daki yoksulluğun, açlığın ve sefaletin gerisinde, sömürgeci-emperyalist
tahakküm var. İleri sürüldüğü ve sanıldığı gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında
kolonyalizm tasfiye edilmedi. Sadece yeni sömürgecilik (neo-colonialisme) statüsüne
terfi etti.
Soykırımlar sadece Siyah
Afrikalıları hedef almıyordu elbette. Bir fikir vermek için Fransızların
Cezayir'de yaptıkları soy kırımı, işledikleri insanlık suçunu hatırlamak yeter:
Fransız askerlerinin kara çizmeleri Cezayir toprağına bastığında (1830), ülkenin
nüfusu yaklaşık 7-8 milyondu. Sömürge yönetimi 90 yıl sonra, 1920 yılında ülke
nüfusunun 7 milyon olduğunu bildirmişti. Oysa, ortalama bir nüfus artışı
durumunda ülke nüfusunun en az 11 milyon civarında olması gerekirdi... Geride
kalan dönemde yapılan talan, su kuyularının ve nehirlerin zehirlenmesi, hasadın
ateşe verilmesi, toplu katliamlar, bulaşıcı hastalıklar, akıl almaz baskı ve
zulüm, ülkeyi harabeye çevirmişti... En büyük katliamları gerçekleştiren
Fransız generallerinin adlarının Paris'teki büyük bulvarlara verilmesi de tuhaf
bir ironi olmalıydı... Ünlü Fransız yazar, düşünür ve politikacıları ( Victor
Hugo, Jules Ferry, Alexis de Tocqueville, vb.) gerçekleşen yıkımı "Uygarlığın vahşiliğin üzerine
yürümesi" olarak adlandırmışlardı. Emir Abdülkadir de cevaben: "Hayır sefil efendiler, asıl bizim
medeniyetimizin üzerine yürüyen sizin vahşetinizdir. Yakılmış kitaplarım ve
kütüphanem, izinizi sürmemi sağlıyor" diyecekti...
Tarihsel olarak
Afrika'daki açlığın, yoksulluğun ve sefaletin geri planında, sürüp giden kolonyalist-
emperyalist sömürü, şiddet, savaşlar ve soykırımlar var. Son dönemde insanları
ölüm yolculuğuna çıkmaya zorlayan ilave bir unsur da bu ülkelere açılan savaşlar
ve toplumların dokusunun parçalanması. Açlık, yoksulluk ve terör yüzünden
üzerinde yaşadıkları toprakların yaşanamaz yerler haline gelmesi... Zengin Avrupalıların
ölüm yolculuğuna çıkan çaresiz insanlara reva gördükleri muamele, ateşe
verilmiş evden canhıraş kaçmaya çalışanları eve yeniden sokmaya zorlamak gibi
bir şey... Vaktiyle siyasi ve fiziki zorla Afrikalılar ölüm yolculuğuna
çıkarılıyorlardı, şimdilerde aynı şeyi ekonomik zor yapıyor... Aksi halde
şimdilerde Akdeniz'in bir cehennem kapısı haline gelmesi nasıl mümkün
olabilirdi? Öyleyse "garp cephesinde yeni bir şeyin olabilmesinin" koşulu, emperyalizmi,
kapitalizmi ve bölgedeki emperyalizm uşağı, halk düşmanı gerici rejimleri sepetlemekten
geçiyor demektir...
------------------------------------------
(1) Ignasio Ramonet, Cinq siècles de colonisation, in Manière
de Voir, Polémique sur l'Histoire coloniale, Juillet- Août 2001, s. 6.
(2) Fikret Başkaya, Çığırından Çıkmış bir Dünya, s. 19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder