Mihrac
Ural -10 Ocak 2017 / Salı – Lazkiye
Ferman,
padişah tuğrasını taşıyan kararnamedir. Sultan'ın emir beyanıdır. Yazıcısı kim
olursa olsun, Ferman tek kişi yönetiminin özel olarak pohpohlanan hükmünün
tecellilerinden biridir. Ferman buyruktur, gücünü tanrıdan aldığı iddiasıyla
Sultan'ın hükmünü yansıtır. Bu yanıyla da kutsallık vasfı alır; yazıcısı,
taşıyıcısı, buyurucusu için de dualar ve methiyeler yazılır. Yeni anayasa,
verdiği selahiyetlerle Cumhurbaşkanını ferman veren bir makam haline getirmekte
meclis ve hükümet yetkilerini, yani yasama ve yürütmeyi tek kişide toplayarak
saltanat misali ferman devrine geçmeyi öngörmektedir.
İlk
oylaması bu gün yapılan anayasa metninin gerçekte bundan önce yapılan 5
anayasadan hiçbir farkı yoktur. Önceki beş anayasası olağanüstü hal
koşullarının darbelerin eseri olmuştur. Hiç biri sivil bir anayasa olmadığı
gibi bu da baştan sona kadar diktatörlük rejimini meşrulaştırmak için
girişilmiş bir paçavra metinden başkası değildir ve Türkiye asla bu anayasayı
sırtlamayacaktır.
Son
anayasa tartışmaları bile kadim oldu. Çünkü art niyetlerle yapılmaya çalışılan
anayasalar eskinin bir devamı olmaktan vesayet altında bulunmaktan ya da biat
kültürünün eseri olmaktan öteye geçmemektedir.
Ülkemiz
etkin açıdan olduğu kadar, kültürel ve inançsal açıdan bir mozaik dokudur. Bu
dokunun gerçekliğini esas almadan yeni sivil ve demokratik bir anayasa
oluşturmak mümkün değildir, özgürlükçülük iddiası ise imkansız ötesidir.
Bunlara rağmen atılacak her özgürlükçü adım ya da belirleme tek boynuzlu tek
etnik yapı tek ırk ya da ulus için geçerli olup ezilen azınlıklar için hiçbir
geçerliliği olmayacaktır. Türkiye 20 milyona yakın Kürd halkının ulusal hakları
sorunu kadar 8 milyona yakın Arap ulusal topluluğunun da haklarını içeren diğer
tüm etnik ve kültürel dokuların haklarına açık ve net ikirciksiz çözüm bulması
gereken bir adım olmalıdır. Buna inançları ve kültürleri eklediğimizde sorunun
ne kadar kapsamlı olduğunu bilmek zor olmayacaktır. Yıllardır sivil anayasa
diyenlerin kendi dar ırkçı, milli hassasiyetleriyle başkasını yok ederek ortaya
koymak istedikleri anayasa bu ülkenin gerçekliğiyle uyumlu olmayacağı gibi
sorunların da kaynağı olmaya devam edecektir.
Toplumsal
barış istiyorsak anaların göz yaşı dinsin diye gerçekten bir işlevsel çabamız
varsa bunun demokratik ve özgürlükçü eşit ve adil yeniden yapılanmanın esası
olacak bir anayasa olarak tasarlanmalıdır. Tek devlet, tek millet, tek bayrak
söylemleri 20.yy Nazizm ve faşizminin söylemleridir.
21.
yüzyılda bunda ısrar etmek ölüm denklemine esir olmaktır; biat kültürünün ölüm
kültürüyle kesişen duruşu da buradan gelmektedir.
Bu
nedenle diktatörlük eğilim, meydan okunarak farklılıkları iç savaşa sürükleyip
ezeceğini ilan ederek yapılmaktadır. Yani bu topraklarda yapılan 5 askeri
anayasanın 6.sı da tarihin en kaba en hoyrat en pervasız faşizm türlerinden
biri olarak dayatıldığı görülmektedir. Bu da din sömürüsü üzerine kurgulanan ve
sürü haline getirilen kitle potansiyeliyle çoğunluk galebeciliği yaparak ikame
edilmek istenmektedir. Başkanlık sistemi diye ortaya sürülen ve eli kanlı
faşist diktatör Erdoğan için yeniden düzenlenen bu anayasa paketi ve oylamaları
artık Kürdleri "çözüm süreci" aldatmacasıyla arkalarına takma şansını
da kaybetmiş doğumuyla ölümü bir olan faşist bir anayasa olarak tarihe
geçecektir. Buradan da yıllardır neden "sivil anayasa" yapma
yalanının sürüncemede tutulduğu açığa çıkmaktadır. Bu aldatmalarla bir avuç otu
önde tutarak sürüleri kendi çıkarlarını ikame etmek için ileri sürmek,
kimilerini de sahte vaatlerle aldatmak işte böylesi bir sonla yüz yüze kalmış
olur.
Ancak bu
kalıcı bir durum değildir. Türkiye halklarını demokrasi deneyi ne kadar az olsa
da onursal ve yaşamsal ilkeler açısından mutlaka uyanıp masayı bu hayasızların
başına geçirecek bir moment yakalayabilecektir.
Bu
girişten sonra, 6 yıl önce anayasa tartışmalarının alevlendiği bir kesitte
yazdığım makalemi bu gün yeniden paylaşarak konuya daha geniş açıdan bakıp
okuru bilgilendirmem yanlış olmayacaktır.
ANAYASA
MARATONU
Mihrac
Ural - 14 Temmuz 2011
Tüm
maddeleri demokratik olsa da ortak ülkemizin farklılıklarını tanımayan, onların
hak ve hukukunu güvence altına almayan bir anayasa asla demokratik bir anayasa
olamaz.
***
14 Temmuz
büyük Fransız devriminin yıl dönümüdür (14 Temmuz 1879). insanlık tarihinde
önemli bir değişimin de ifadesidir. Fransız devrimi, ortaçağlardan arta kalan
köhnemiş siyasal yapıların son bulduğu bir kesitin simgesel tarihidir;
statülerin devrimci tarzda aşıldığı bir halk girişimidir. Bu günün anlamlı
anısı, ülkemiz statülerinin değişimi yönünde olgunlaşmaya başlayan koşulların
dinamizmine bir katkı olmasını diliyorum.
Bu
topraklarda 5 anayasa yapıldı. Bu girişimleri önceki makalelerimden birinde
şöyle ifade ettim;
“En
demokratik anayasaların bile, tarih karşısında geri bir konumu temsil ettiği
koşulda, ülkemiz tarihinin hiçbir anayasası denge içinde ve sivil koşullarda
oluşturulamamıştır.
135
yıldır kendini tanımlayamayan bir ülkedir Türkiye. Kendi gerçekliğini
tanımlayamamış anayasaların ülkesi olarak toplum sözleşmeleri, gergin
sözleşmeler olma özelliğini korumaya devam etmektedir. Bu da sık sık balans
ayarlarının yapılmasına yol açmaktadır.
Osmanlıdan
bu güne 5 anayasa oluşturuldu.
1.
Kanun-i Esas-i (23 Aralık 1876). 119 Maddeden oluşmuştur. 7 kez
değiştirilmiştir (1909-1918).
2.
Teşkilat-ı Esasiye (20 Ocak 1921) 23 maddeden oluşmuştur. 1 Kez
değiştirilmiştir.
3.
24 Anayasası (20 Nisan 1924) 105 Maddeden oluşmuştur. 5 Kez değiştirilmiştir
(1928-1937).
4.
61 Anayasası ( Referandumda kabulü 9 Temmuz 1961) 157 Madde ve 22 geçici
maddeden oluşmuştur. 7 Kez değiştirilmiştir (1969-1974).
5.
82 Anayasası (Halk oylamasıyla 7 Kasım 1982) 177 maddeden oluşmuştur. 16 kez
değiştirilmiştir.” (1987-2008). (Mihrac Ural, 3 Ağustos 2010 “ANAYASALAR VE
REFERANDUM” makalesi. Link: AYRI VARLIK blogu)
Son
değişiklik de 12 Eylül 2010 referandumuyla ayrı bir anayasa gibi çıkarılmaya
çalışıldı. Ancak seçim sonrası “yeni, sivil, demokratik bir anayasa için”
kolların sıvanmasından da anlaşılacağı gibi bu değişiklik de doğmadan ölmüş
oldu.
Bu
anayasalara ekler yapıldı sık sık. Ancak bunların hiç biri ülkemizin
gerçekliğini temsil edemedi. Son anayasa referandumuyla (12 Eylül 2010)
onaylananı dahil tüm anayasalar, aynı akıl ürünü olmuştur. Askeri vesayet ya da
askeri vesayete karşı. Anayasaların mantık dokusunda bu denklem yer aldıkça
ülkemiz gerçek anlamda demokratik bir anayasa kulvarına girememektedir.
Sorun
nerede ? Sorun ülke mozaiği gerçeğinin reddedilmesindedir. Bu inkar, tek
boyutlu milliyetçiliği körüklemekte ve buradan gerçek anlamda bölücülük
üremektedir. Bunun tetiklediği bir dizi olumsuz, baskıcı, unsurda devreye
girmektedir. Derin devlet işlevi öne çıkmakta ülkenin barış içinde bir arada
yaşama potansiyelleri çürütülmektedir. Siyasetin kimyası bozulmakta, meşru
olmayan güçlerin ahlak dışı müdahaleleri sürecin kesintiye uğramasına yada yara
almasına yol açmaktadır. Bu tıkanma, kimlik bunalımı ve kaosun da nedenidir. Bu
yüzden tek boyutlu ilkel milliyetçiliğin dayatmaları, farklılıklarımızla barış
içinde bir arada yaşama şansımızın azalmasına yol açmaktadır; birbirine
güvensizlik, ayrışma bilincini güçlendirmektedir. Demokratikleşme atılımları
iflasla, aldatmacayla çökünce, demokrasinin birleştirici etkisi sıfırlanmakta,
her bir farklılık kendine ait bir demokrasi arayışına haklı olarak gitmektedir.
Ülke böylesi bir büyük enerji birikimi taşıyan fay hattı üzerinde yaşama
konumuna gelmiş olmaktadır.
Bu
kısa yazıda, bu algıları besleyen nesnel koşulların olduğunu teslim etmek
gerek; bu tarihi handikaplar kapsamında mütalaa edilir. Bunun ürünü olan önceki
anayasa yazımları, böylece gerçek anlamda bir demokratik anayasa önünde
hukuksal algı engelleri dayatmış olmaktadır. Bu da aşılması gereken statüleri
belirliyor.
Buradan
en özetiyle şunu söylemek yanlış değildir. “Tüm maddeleri demokratik olsa da
ortak ülkemizin farklılıklarını tanımayan, onların hak ve hukukunu güvence
altına almayan bir anayasa asla demokratik bir anayasa olamaz.”
Demokrasiyi
isteyen ülke bu engelleri aşabilen ülkedir.
Bu
bağlamda demokratik anayasa oluşturma mücadelesini, siyasi manevraların kumar
masası çekişmesi olarak görmek çok sığdır. Anayasa için siyasal mücadele sadece
bir sonuçtur. Bu mücadeleyi gerçekçi kılan, genişlik ve derinliğini belirleyen
onun nesnel verilerinin olgunluk düzeyidir.Anayasa mücadelesi, bu uğurda
yürüyecek mücadelenin iradesini oluşturan nesnel verilere doğrudan
bağıntılıdır. Bu veriler, herkese ait ortak bir vatanda egemen ulus, güç, sınıf
ya da kastların teslim etmeleri gereken demokratik, siyasal hakları, tarihe
inat teslim etmemekte direnmeleri karşısında oluşan haklı siyasal iradeleri
olgunlaştırırlar. Bu ise bir güç dengesine yönelir. Nesnel verilerin
olgunlaştığı bir kesitte, demokratik hak ve talepleriyle siyasal sahnede
yükselen güçler, anayasanın kapsamını da belirleyecek olan güçlerdir. Bu
nedenle yeni, sivil, demokratik bir anayasa CHP ile AKP arasında bir hırlaşma,
bir med ve cezir olayı değildir. Tam tersine, demokratik anayasa mücadelesi
öncelikle, ortak ülkemizin farklılıkları adına demokrasi mücadelesini omuzlayan
Kürt halkının ve müttefiklerinin, tek boyutlu milliyetçi siyasal güçlere karşı
mücadelesinin bir eseri olacaktır.
Bu
mücadelenin üreteceği anayasanın da kalıcı olmayacağını söylemek yanlış
değildir. Anayasalar statü belirler. Oysa yaşam dinamiği statüler üzerinde
yürümez. Dinamik ve değişkendir. Bu ise demokratik özerklik algısının, daha
geniş bir repertuar içinde kavranmasını gerektirir. Çoğulcu etnik ve inanç
yapısıyla, çok başkentli ve çok parlamentolu bir sistemin bu gün olmasa da
gelecek demokratik anayasalar için bir hedef olması yanlış değildir. Bu da
demokratik hak ve taleplerin, ortak ülkemizde yer alan tüm farklılıkların etkin
özgün siyasal örgütlenme ve ortak mücadelesiyle mümkün olacağı açıktır.
Farklılıkların
özgün siyasal örgütlenmeleri ve ortak mücadelesi aynı zamanda oluşturulacak
anayasanın demokratik özü için de gereklidir. Siyasal kararında bağımsız
olmayan bir farklı etnik ya da inanç topluluğunun anayasada haklarını güvenceye
alması mümkün değildir; bu taşıma suyla değirmen çevirmek olur. Demokrasinin
ikamesi böylesi bir durumda mümkün olmaz. Bu nedenle bu gün demokrasi
mücadelesini hepimiz adına yürüten güçlere bir an önce omuz vermek için, özgün
siyasal örgütlenmemiz ve ortak mücadele kararlılığımızı ortaya koymakla
yükümlüyüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder