Remzi Aydın
Kaydedilen Yer > Alevilik, Dersim, Dersim
Sözlü Tarih Projesi, Dersim Tarih, Editörün Seçtikleri, Erzincan,
İnanç-Ziyaret, Manşet, Pülümür, Toplumsal Bellek, Yazarlar
Sosyal Medyada Paylaş
—Yavaş gidersen etrafını daha iyi görürsün,
olayları daha rahat kavrarsın, kalbinin ritmi bozulmaz, dikkatin dağılmaz,
doğru nefes alırsın. O nedenle ruh ve beden aynı hızda hareket etmeli.
—Aç bir insana benziyorum değil mi? Yemeğe
saldırınca hem çiğnemeden yuttuğum için lezzetini kaçırıyorum, hem de boğulma
riskim var, üstelik midemi de rahatsız edebilir.
—Hım! Bak fotoğrafçı! Yaptım-ettim sözcükleri
ancak Kamil insanın ağzında doğru ve gerçektir. Çünkü o Haq ile Haq olmuştur,
dolayısı ile eylemi yapan Haq’ın kendisidir.
Bir işin olup olmayacağını sezinlemek, kavramak
Tanrı isteği ile ortaya çıkar. O istekte; iç-dış etmenler yüzünden,
aşamaların-suretlerin özü gereğidir. Bunlar birleşince, istekte gerçekleşir.
İsteğin gerçekleşmesi, eylemin oluşmasını sağlar. Dilersem-istersem yaparım bu bağlamda yanlış
algıdır. Zahirin amacı batın, batının amacı ise zahir olmaktır. Zahir batına
dönerek ruhuyla kucaklaşmak ister, batın ise zahire dönerek bedeniyle
kucaklaşmak ister, bu kucaklaşma somutlaşmak demektir. Bunu sağlayan; kendi nedenini içinde
taşıyan “saf ışık” temelli istektir. “Saf ışık” tanrı olarak nitelendirildiğine
göre; bu istek yasa olarak dışa vuran Tanrısal eğilimdir. Kişinin evrensel
yasayı kavrayabilmesi için, Tanrının, neyi ve nasıl düşündüğünü bilmesi
gerekir. Işık insanı bunu bilir. İnsan dışındaki tüm
canlılar-organizmalar-cansızlar bu kavrayıştan yoksundur. Bu nedenle insan
kavrayıp, bildikçe Tanrı da doğru orantıyla kavrayıp bilecektir. Konuşan Tanrı
biçimindeki Işık İnsanı, Tanrıya göre her zaman daha bilgedir.
—Tanrı gibi düşünebilen insan!
Tanrı ile hemhal olup, hasbıhal edebilme yeteneğine kavuşması demektir, ya da
Tanrı’nın kendisiyle bütünleşip, sohbet edebilmesi gerekiyor.
—Fotoğrafçı! Şimdi anladın mı İnsan
Tanrının yansıması değildir, aynadaki görüntüsü olamaz.
—Şayet öyle olursa, tanrı kendi
bedeninden çıkarak yine kendini her yönüyle görme yeteneğine kavuşamamış
demektir. Tanrı kendisiyle ilgili sadece görünen kadar bilgilenir bu da
Tanrının kendisine ait diğer yönlerde cahil olması demektir.
Oldukça şaşkındım, bu güne dek
insanın Haq’ın yansıması olduğunu düşünüyordum, oysa bu yaşlı tam tersini
söylüyordu. Daha ben şaşkınlığımı atamadan konuşmasına devam etmeye başladı;
—Fotoğrafçı, Toprağın teni neden
sapanla yarılır biliyor musun?
—Toprağı havalandırmak,
yumuşatmak ve ekini toprağa gömebilmek için.
—Kısmen evet ama daha önemli
sebepleri var. “Kel başa şimşir tarak” sözünü duymuşsundur.
—Evet, değersiz olan bir şeye fazla
değer vermek anlamında kullanılır.
—Hım! Toprak sürülmeyince kel
kafaya benzer. Sert tabaka ölür, ölü hücrelerle kapanarak kaymak bağlar, alttaki canlı varlık üste çıkamaz, çünkü
üstte sert katman oluşmuştur. Şimşir tarak tıpkı sapan gibidir, deriyi çizerek
onu uyandırır. Derideki hücreler uyanır ve uyanmak canlılığın başlangıcı
demektir. Çizeceksin, kanatacaksın ki; uyanma gerçekleşsin. Tabi bunu yaparken
bir şeye daha dikkat etmelisin, kanattığın, çizdiğin, parçaladığın yerde deriyi
mikroplardan korumalısın, cerahat (irin) oluşunu engellemelisin.
—Yani gerçekten kel kafaya şimşir
tarak sürersek saç mı çıkar?
—Canlı hücredeki saç ölmez,
öyleyse hücreleri sürekli uyanık tutmak gerekir. Toprak da saç gibidir, uyanık
olduğu sürece ekini eksik olmaz.
Yaşlı adamın yüzüne bakıyorum,
kellik ve toprakla ilgili verdiği bilgi ile nereye dikkat etmemi istiyordu,
asıl konu neydi?
—Ölü olan şey hareket edemez,
büyüyemez ve süreç içinde dağılır, yok olur. Bu ağaçlar, bitkiler ve hatta kaya
için böyledir. Uyumak, ölümün provasıdır, o nedenle sürekli uyanık ol, uyurken
bile uyanıklık haline devam et.
—Uyurken nasıl uyanık olacağım?
Bedenin dinlenme ihtiyacını nasıl karşılayacağım. Toprak bile aylarca beyaz
yorganın altında uyuyup dinlenmiyor mu?
—Karın içindeki kurtları ve gözle
gözükmeyen canlıları ne yapacaksın fotoğrafçı? Toprakta yaşamın devamlılığı
kesilmiyor, yaşam yerini başka bir yaşama bırakıyor, bu saygı ve doğanın
bilinci gereğidir.
—Sert ve ölü toprak, üstünde
beyaz yorgan ve altta canlılığın tüm hızıyla devamı! Bir sapan ya da şimşir
tarak ile altın-üste gelmesi, ölü hücrenin parçalanarak atılması, canlılığın
üste çıkması! Ruh ve beden ilişkisi bu değil mi Piro?
—Devam et fotoğrafçı!
—Tanrısal öz olan ruh, beden
denilen ölü tabakanın altında. Şimşir tarak ile bu ölü tabakayı parçalamalı ve
ruha inmeliyim, uyandırmalıyım bu beni. Tabakanın altında olan saf akıl, tarla
sürer gibi alt üst ediler, o zaman da Tanrısal öz dışa çıkmış olur.
—Hım!
“Hım!” söyleyeceği tek şey bu
muydu! Neden kara köpeğimi okşayacak bir söz duymuyordum ki? İçimden geçenleri harf harf okuduğunu
anımsayınca başımı önüme eğdim. Öylece yüzüme baktı, “hepsi bu mu?” dercesine.
—Toplumlar ve kültürler de tıpkı
insan bedeni gibidir. Jar u Diyar topraklarında yaşayan Des’i-mu halkının
üstündeki ölü toprağı kanatırcasına parçalamadıkça, altında ne olduğunu
göremeyeceğiz. Şimşir tarağa ya da sapana ihtiyacımız var.
—Nedir bu sapan ya da şimşir
tarak?
—Önce kabuklaşmış ve ölü ya da
uyuyan tabakayı tespit etmem gerekiyor?
—Neyi bekliyorsun?
—Düşünüyorum!
—Düşünme, akıl yürütme! Her iki
davranış seni yanılgıya götürür. Yanılgılı Bilim denilen o canavarın parmakları
arasında darmadağın olmaya izin verme. Hisset ve sezinle, yüreğine sor bu
soruyu cevap orada.
—Tamam! Işık Yolu olan Rae Haq ya
da Rae Xızıri uyuyan tabaka, bu tabakayı sarmalayan ölüm tabakası ise Zone
Xızıri ya da Kırmancıki (zone ma) dediğimiz ana dilimiz. İnancı koruyan ya da
inancın saklandığı tabaka burası. Öyleyse öncelikle dili ölüm halinden
kurtarmamız gerekecek. Dili parçalayıp uyandırdığımızda, dil içine şifrelenen
Rae Xızıri denilen Işık Felsefesini de yüzeye çıkarmış oluruz.
—Söyle bakalım fotoğrafçı! Işık
Toplumunu toptan yok etmek isteyen kişi hangi yöntemi kullanır sence?
—Öncelikle inancımızla başlar,
çünkü inanç ritüelleri ve duazimamlar (deyişler) bizi geçmişe bağlayan yegane
olgu. Fakat Duazimamları yok etmenin yolu dili yok etmekten geçiyor. Dil ile
felsefe arasındaki bağı koparırsak her ikisini de yok etmiş sayılırız.
Harflerin gücünü, titreşim sayısını, rengini, kokusunu bilmeyen ruhsal
rahatsızlığın dışa yansıyan bedensel tarafı tedavi etmeye çalışan dil
bilimciler yetiştirerek bu süreci hızlandırmak, dili ruhundan arındırarak
maddeleştirmek bu ölümü gerçekleştirir.
—Bize dostmuş gibi gözüken
kuklalar, bizim bu iki yanımızı kullanarak bize sokulurlar ve içimizden
biriymiş gibi ilk önce bu dokuyu yok ederler.
—Peki Piro, şimşir tarak ya da
sapan nedir?
—Çift taraflı olan şimşir tarağın
bir tarafı kadın bir tarafı erkektir ve her diş toplumda bir bireydir. Kendi
özüne yolculuk yapan her Işık İnsanı, ölü hücreyi parçalayacak dişlidir.
—Toplumu kavramak ve bilmek doğru
teşhis için en önemli özellik galiba!
—Kavrama ve bilmenin sınırı
yoktur. O nedenle Tanrı bu Dünya’nın hep cahilidir, insanın kavrayıp bildiği
her şeyde tanrı bir parça daha cehaletten kurtulur. O nedenle Işık Felsefesi
gerçek bilime, bilgiye, güneşe asla sırtını dönmez, dünün yanılgılı bilgileri
ile nehir kenarında kumdan kaleler yaparak içine sığınmaz. Ortodoks inançlarla
arasındaki en büyük fark budur. Her çağ kendi bilgisi ve kavrayışı ile
hücresini yeniler ve uykudan uyanır. Uyuyan halkı isteyen egemen güçler, halkın
ölü tabaka halinde yaşaması için Dini sürekli kullanır ve bu dogmatik bilgiler
binlerce yıl öncesinin gerçeği ama bu günün yalanıdır.
Kou Maran dağının patika yoluna
girmiştik. Kafamı kaldırıp o muhteşem dağa baktım ve hikâyesini düşündüm.
Buraya ilk geldiğimde Piro’ya sormuştum;”neden buraya Kou Maran derler?” “Sae
Maran” (yılan elması) sözcüğünü ilk kez o zaman duymuştum. Bazıları buraya Sa-Maran (şahmaran) dağı der,
yılanların şahı burada yaşarmış. Bazılarına göre ise Maran halkı burada
yaşarmış, Desimu halkının atası sayılan bu halk yer altı şehrinde hala
hayattaymış. O zamanlar bana çok ilginç ama olağanüstü bir masal olarak gelen
bu bilgiler artık öyle değildi. Elma’nın artık yediğimiz elma olmadığını
biliyordum, yılan ise bildiğimiz sürünen canlı değildi. Havva’nın yediği aden
elması ve havayı kandıran yılan, cennetten kovulan adem hepsi çok farklı
şeylerdi ve bu felsefede her batın zahiri ile kucaklaşabiliyor,
bütünleşebiliyor ve bu birliktelikten saf bilgi doğuyordu. Kitabı Natık, iki
bacılıklar, insan vücudundaki uyuyan yılan ve elma, bunlara oldukça uzaktım,
hele bu topraklarda bunların karşılık bulabileceğini ya da membaasının burası
olduğunu düşünmek çok zordu. Üstüne üstlük ışık insanının Havva ve Adem
soyundan gelmediğini öğrendiğimde, Habil ile Kabil gibi neden düşünemediğimi
anlamıştım. Ve sonrası; Hamuş!
Evren denilen kubbeyi ayakta
tutan direktir... Onlar yok olduğunda evren de yok olacaktır.
Evren denilen kubbeyi ayakta
tutan direktir… Onlar yok olduğunda evren de yok olacaktır.
------------
Piro-Işık insanı romanından -Remzi Aydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder