Cemil
Gündoğan
Abdullah Öcalan
yanıltmadı, “AKP-Cemaat Çatışmasında Kürtlerin Tavrı Üzerine”
başlıklı yazımda tahmin ettiğim gibi AKP-Cemaat çatışmasında
AKP’ye yakın duran bir tavır takındı. PKK de sessiz bazı itirazlar ve
sızlanmalarla Öcalan’ın tavrına uyacağını beyan etti.
Bu durum iki kesimde
karışıklığa yol açmış görünüyor: Öcalan’nın sosyalist gelenekten gelen bir kişi
olarak dinci bir iktidardan yana açık tavır takınamayacağını düşünen veya uman
kişiler ile Öcalan’ı Ergenekon mensubu, PKK’yi de Ergenekon’un kurduğu bir
örgüt olarak lanse eden, dolayısıyla Öcalan’a özsel bir AKP karşıtlığı atfeden kişiler.
Birinciler daha çok Türk soluna mensup veya o kökenden gelen kişilerden
oluşurken ikincilerin ana omurgasını PKK karşıtı Kürt muhalifler oluşturuyor.
Birinci grubun mensupları, şu
sıralar, Öcalan’ın ve PKK’nin –her biri kendi meşrebince olmak kaydıyla- AKP’ye
yönelik “şunları şunları yapmazsan sonu(n)
kötü olur”, mealindeki sızlanma, uyarı ve tepkilerine kendilerince
anlamlar yükleyerek Öcalan-AKP yakınlaşmasının hâlâ idare edilebilir bir
noktada olup olmadığını tartmakla meşguller. Bu tarz bir yaklaşımın, Kürt
hareketini ve onun Türk siyasi denklemi içindeki yerini doğru değerlendiremeyen
bir bakış açısının ürünü olduğunu bilmekle birlikte, bu kesimin Kürt hareketine
yakın duran bir politik çizgide yürümesinin, bugünkü koşullarda hem Kürtlerin hem
de Türk muhalefetinin yararına olduğu söyleyebilirim. Neden böyle olduğunun
izahı, ayrı bir yazının konusudur.
Bu yazının konusunu oluşturan
ikinci gruba gelirsek, onların durumunun birincilerinkinden daha zor olduğunu
söylemek mümkün. Zira Öcalan, devletin kontrolünün Erdoğan’ın eline geçmesine
paralel olarak dümeni ona doğru kırınca, sözü edilen muhaliflerin temel tezi
olan PKK’yi Ergenekon’un kurduğu; PKK’nin, hiçbir iradesi bulunmayan bir ajan
örgütü olduğu yolundaki düşünce ve iddialar da büyük bir yara almış oldu. Nasıl
almasın ki? Ergenekon mensubu olduğu ve onun iradesi dışında hareket
edemeyeceği iddia edilen PKK’nin lideri, Hükümete yönelik son yolsuzluk
operasyonlarını barış sürecini karşı girişilmiş bir “darbe” ve “katliam” olarak
tanımlayıp(1) Hükümetten yana tavır takınmıştı.
Öcalan’ın ve diğer PKK
yöneticilerinin Ergenekon mensubu oldukları yolundaki onlarca yıllık edebiyatı
yerle yeksan etmesine rağmen, işin asıl sıkıntı yaratan tarafı burası değildir
kanımca. Çünkü burası, eskilerin deyişiyle lafa inhisar eder ve laf söz konusu
olduğunda sapmaları “izah” etmek görece kolaydır. Derler ya, dilin kemiği
yoktur. Ama yeni yönelişin, pratiğe, yani politik konumlanışlara ve buradan
kaynaklanan pratik ihtiyaçlara inhisar eden kısmı için aynı şeyi söylemek
zordur. Çünkü pratik politik ihtiyaçların doğurduğu yönelişler ve tehditler,
sadece söz oyunlarıyla bertaraf edilemezler. Bu tür gelişmeler, esasen, yeni
güç dengeleri doğuracak olan manevralarla göğüslenebilir. Bu ise siyaset
alanında bir güç olmayı gerektirir. PKK’yi Ergenekon mahsulü sayan muhaliflerin
ise bu noktada durumları pek iyi değildir. Çünkü hali hazırda siyaset alanında
anlam taşıyan bir siyasal güç değildirler, daha çok PKK karşısında bir politik
güce dönüşsünler diye Hükümet-Cemaat ikilisinin koruma ve kollamasındaki
aydınlardan oluşuyorlar (Barzani’nin de desteğiyle elbet). Dolayısıyla
kendilerinin düşündüğü veya başkalarının onlar için öngördüğü politik alan,
pratik politik ihtiyaçlar tarafından tehdit edildiğinde sıkıntıya düşmeleri
kaçınılmaz olmaktadır.
Nitekim son “barış” sürecinin
ortaya çıktığı günden beri gözlemlediğimiz budur. MİT-Öcalan mutabakatıyla
birlikte, o güne kadar Hükümet-Cemaat ikilisi tarafından Kürdistan’da sözü
edilen Kürt muhaliflere tahsis edilmiş olan alan yara almaya başlamıştır.
Hükümet, 2013 yılı Newrozuyla birlikte, PKK muhalifi aydınlara oynamaktan çok
Öcalan’ı idare etme politikasını ön plana çıkarmıştır. Gerçi Hükümet henüz sözü
edilen muhalifleri gözden çıkarmış değildir ve olaylar zorlamadıkça çıkarması
da rasyonel olmayacaktır. Fakat Öcalan’la olan yakınlaşmanın bu ilişki
açısından sıkıntılar yarattığı da açıktır. Bir zamanlar PKK aleyhine bir şeyler
söylesinler diye PKK muhaliflerine olur olmaz uzatılan mikrofonların şu sıralar
ortalıkta fazlaca görünmüyor olmasının bir nedeni budur.
Patronlar cephesinde yaşananlar
da benzer sıkıntılara yol açıyor. Küçük istisnaları dışında PKK’yi Ergenekon’un
Kürt ayağı olarak tanımlayan Kürt muhaliflerine sağlanan koruma ve destek
Hükümet-Cemaat ikilisinden geliyor(du). Fakat şimdilerde bu ikili birbirine
girmiş durumdadır. Patronlar birbirini boğazlarken söz konusu muhaliflerin
bulundukları yerden emin olmaları zorlaşmaktadır. Sıkıntıdan çıkış yolu olarak
taraflardan birini desteklemek sorunu çözmediği gibi derinleştiriyor. Çünkü
Hükümetten yana tavır almak Cemaat’in, Cemaat’ten yana tavır almak Hükümetin
tepkisini davet ediyor. Öte yandan kavga sürdüğü müddetçe yutkunup sessiz
kalmak da ilanihaye sürdürülebilecek bir tutum olamaz. Kaldı ki, Cemaat’in
çıkışları Türkiye dışındaki güçlerin aktif operasyonlarıyla desteklenirse bu
kavganın, iki tarafın da kaybedeceği bir iktidar değişikliğiyle neticelenmesi
ihtimali de var. Bu koşullar altında, PKK’yi Ergenekon mahsulü olmakla suçlayan
Kürt muhaliflerinin sadece söze dayalı manevralarla durumu idare etmeleri
giderek zorlaşmaktadır. Acilen durumu dengeleyecek pratik adımlar atmaları
gerekmektedir.
Bu adımların neler
olabileceğine gelmeden önce eklemek gerekir ki, bahsi edilen kesimlerin aslında
sözleri de tehdit altındadır. Bunu anlamak için Öcalan’ın geçen Newroz’da
devlet tarafından Diyarbakır meydanında okutturulan konuşmasındaki Hamidiyeci
içeriğe ve retoriğe bakmak yeterlidir. O güne kadar Hamidiyecilik, gerek söylem
planında olsun gerekse pratik hareket hattı bakımından olsun, esas itibarıyla
bazı PKK muhaliflerinin gözünü diktiği veya patronlar tarafından onlara tahsis
edilmiş bir alan durumundaydı. Newroz konuşmasıyla birlikte Öcalan buraya doğru
söylemsel bir hamle yapmış oldu ve deyim yerindeyse muhaliflerin lafını
yerinden sökmeye başladı.
Elbette Öcalan’ın Newroz
yönelişinin birinci hedefi bu değildi. Muhaliflerini lafsız bırakmayı arzu
etmekle birlikte, Öcalan’ın o
sıralardaki esas hedefi, PKK’yi söylemsel planda yeni-Osmanlılık stratejisine
uyarlamaktı. PKK’yi, Türk devletinin Ortadoğu’daki yayılmacılığında işlevsel
bir aktör haline getirmek suretiyle Türk sistemi içinde meşruluk kazanmak
(kendisi bunu “taşeron”luk olarak tanımlıyor) şeklinde tanımlayabileceğim bu
politikasını ifadelendirmek için Ahmet Davutoğlu gibi Türk-İslamcılarından
aparılmış bir dil kurmaya çalışıyordu. Amerika ile Rusya Suriye meselesinde
anlaşınca, bu politika en azından Suriye’deki ayağı itibarıyla kadük hale geldi
ve Kürtler –bütün tehlikeleri ve riskleri henüz ortadan kalkmamış olmakla
birlikte- büyük bir beladan şimdilik ve “şans” eseri sıyrılmış oldular. Ne var
ki bu durum, Öcalan’ın yeni hamlesinin, PKK’yi Ergenekon mahsulü bir ajan
örgütüne indirgeyen söylemin alanını daraltan sonuçlarını ortadan kaldırmadı.
Kürt hareketinin iki kanadının onlarca
yıl orada burada dolaştıktan sonra Hamidiyeci süfli bir söylemin tekelini elde
etmek için kafa tokuşturacak noktaya gelmiş olması, ancak ironi ve utanç
sözcükleriyle tanımlanabilir. Ama bu ayrı bir yazının konusudur. Bu rekabetin,
İslamcılığın, bölgesel ve küresel politikaları etkileyebilen uluslararası bir
aktör olmaktan çıkarılarak lokal ölçeklerde etkili cemaatlere dönüştürülmek
istendiği küresel bir konjonktürde gerçekleşiyor olmasındaki öngörüsüzlük ve
çapsızlık ise anlaşılır gibi değildir. Hele bu çapsızlığın sadece Türkiye
Kürtleriyle sınırlı olmadığı düşünülürse. Zira Barzani de aynı oyunun içindedir.
Birbirleri için sarf ettikleri karalamaları bir kenara bırakırsanız görürsünüz
ki Barzani’yle Öcalan bugün bir yanıyla da Erdoğan’ın patronluğunu birbirlerine
kaptırmamak için çekişmektedirler. Hamidiyeci söylem üzerine yürütülen rekabetin
arka planındaki faktörlerden biri de bu patronaj meselesidir. Yani utancın
kapsamı göründüğünden daha geniştir. Ama konumuz bu da değildir. Bu yazıda bizi ilgilendiren esas mesele,
PKK’nin yeni yönelişinin, PKK’yi Ergenekonun yarattığı bir örgüt olmakla
suçlayan muhaliflerinin sözünü ve hareket alanını baskılamaya başlamasıdır.
Kısacası, PKK muhalifi Kürtlere
tahsis edilmiş alan, hem pratik politik ihtiyaçlara hem de söyleme tekabül eden
koşullardaki değişmeler nedeniyle daralma eğilimine girmiştir. Ve bu durum, Hükümetle Cemaat arasındaki
kavgadan sonra daha da belirginleşmiştir. Çünkü Cemaat’ten ve onun arkasındaki
güçlerden gelen tazyik arttıkça, Hükümet PKK’nin sükunetine daha fazla ihtiyaç
duymakta, bu da PKK muhalifi olan Kürt milliyetçilerine alan yaratılması
ihtiyacını baskılayarak geri plana itmektedir.
Pratik tehdidin kaynağında böyle bir ilişki yatmaktadır.
Peki, söz konusu ilişki kısa
dönemde değişebilir mi?
Bu soruya kesin bir cevap
vermek zordur. Şimdiden söylenebilecek tek şey, Hükümetin sistem üzerindeki ve
bununla bağlantılı olarak İmralı sistemi üzerindeki kontrolü sürdüğü müddetçe
Abdullah Öcalan’ın Hükümet karşıtı bir alternatifi esas al(a)mayacağıdır. Ne
zaman ki Hükümetin kontrolü yitirmeye başladığı yönünde belirtiler ortaya
çıkar, Öcalan ancak o zaman yeniden bir tutum belirleme çabasına girebilir. O
günün geldiğini anlamamız zor olmayacaktır. Bazı ilişkiler bu işi gözlememiz
için imkanlar sunmaktadır. MİT-Hükümet ilişkileri bunlardan biridir örneğin.
MİT-Hükümet ilişkilerinde pürüzler çıkması bir işaret fişeği olabilir. Tabii o
gün hâlâ böyle bir manevra yapmasına olanak verebilecek koşullar altında
yaşıyorsa. O gün böyle koşullar mevcut değilse, Kürtler için maliyeti daha
yüksek ve daha dolambaçlı yollar tutulacak demektir. Fakat bu yazının yazıldığı
an itibarıyla henüz o noktada değiliz. Cemaat’le olan çatışma ciddi
belirsizlikler yaratmakla birlikte, Hükümet kontrolü hâlâ elinde tutmaktadır.
Bu daha ne kadar sürebilir?
Bu soruya kesin bir cevap
vermek mümkün değildir. Çünkü Cemaat’in başka ne gibi kasetleri olduğunu
bilmiyoruz. Varsa bu kasetleri hangi takvime bağlı olarak kullanmayı
tasarladıklarından da haberimiz yok. Ama en önemlisi, Cemaat’in arkasındaki dış
güçlerin AKP’yi ve Erdoğan’ı hangi şiddette ve hangi takvim çerçevesinde vurmayı
düşündükleri açık değil. Sadece doların hareketinden bazı sonuçlar çıkarmak
yanıltıcı olabilir. Cemaat şok etkisi yaratabilecek yeni kasetler yayımlar,
Cemaat’i destekleyen uluslararası güçler de daha aktif ekonomik ve politik
operasyonlara başvururlarsa Hükümet kontrolü kaybedebilir. Bu ihtimal var ve
seçim süreci böylesi ihtimalleri arttırıyor. Bütün bu gerçeklere rağmen şu an
itibarıyla Hükümetin kontrolü elinde tuttuğu da açık.
Sonuç olarak, Hükümet-Cemaat
ikilisi tarafından PKK muhaliflerine ayrılmış olan alanı baskılayan ilişkide
bugün itibarıyla ciddi bir değişme yoktur. Hatta, operasyonlara maruz kaldıkça
Hükümetin PKK’nin sessizliğine daha fazla muhtaç hale geleceği düşünülürse, bu
alanın daha da baskılanması ihtimalinden bile söz edilebilir. Bu durumda
sorumuz şuna dönüşüyor: PKK’yi
Ergenekonun çocuğu olmakla suçlayan Kürt muhalifler karşılaştıkları bu sorunu
nasıl aşacaklar?
Görebildiğim kadarıyla, bir
seçenek olarak zikredilmeye değer ağırlık veya yaygınlıktaki alternatifler
şunlardır:
1- Öcalan-Hükümet
yakınlaşmasına paralel olarak Ergenekon adıyla anılan cepheye yaklaşarak
kayıpları telafi etmeye çalışmak.
2- Öcalan-Hükümet
yakınlaşmasına paralel olarak Gülen cemaatine yaklaşarak kayıpları telafi
etmeye çalışmak.
3- Barzani gibi söz konusu
alanla ilgili çekişmede kendi yanlarında olacağı düşünülen güçleri hareketlendirerek
ek direnç noktaları oluşturmak ve bu tür desteklerle dönemi atlatmaya bakmak.
4- Öcalan’la ilgili
Ergenekonculuk suçlamasını sessizce bir kenara bırakarak bir soluklanma alanı
açmak, böyle bir geri adımdan kaynaklanabilecek pozisyon kaybını ise PKK eleştirilerini
münhasıran Öcalan dışındaki PKK’liler üzerinden dillendirmek suretiyle engellemeye
çalışmak (Bu alternatifin en yaygın ifadelerinden biri “Öcalan iyi, Kandil
kötü” tezidir).
Çevrenize bakarsanız bu
alternatiflerden bir veya birkaçı üzerinde kafa yoran PKK
muhalifleri görmekte zorlanmazsınız. Bu alternatiflerin Kürt hareketinin genel
menfaatleri noktasından değerlendirilmesi ise başka yazıların konusudur.
2014-03-06
-----------
(1) Öcalan’ın tavrı
için şu yazıya bakılabilir:
http://www.firatnews.com/news/guncel/ocalan-bu-atese-benzin-tasimayacagiz.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder