Bir
yıkım ve katliam aracı olarak araba (otomobil)
Fikret Başkaya
Kalkınma, büyüme, ilerleme adına gezegen tahrip ediliyor, canlı yaşamın
temeli hızla aşındırılıyor, sosyal kötülükler çığ gibi büyüyor ve insanlar hâlâ
ilerde her şeyin daha iyi olacağını sanıyor... Bu işte bir yanlış yok mu? Oysa
insanlığın ve uygarlığın içine sürüklendiği durum, artık eskisi gibi
düşünmemeyi, eskisi gibi davranmamayı, eskisi gibi üretmemeyi, eskisi gibi
tüketmemeyi, velhasıl eskisi gibi yaşamamayı, yeni sorular sormayı gerektiriyor.
Elbette bu kısa yazıda “niye öyle oldu?” sorusuyla ilgili açılımlar yapmamız
mümkün değil. Burada sadece sorulan sorunun kapsam alanındaki bir saçmalığı, özel
araba meselesini kısaca tartışmayı deneyeceğim.
Araba, geçerli tüketim ve yaşam tarzının “vazgeçilmezleri” arasında yer
alıyor. Herkes bir araba edinmek için aşırı çaba sarf ediyor. O kadar ki, araba
sahibi olmamak bir “eksiklik” olarak görülüyor... Lâkin insanlar yaptıkları
işin ‘anlamını’ düşünmeye hiç te niyetli görünmüyor. Bir araba sahibine, “bu
arabayı neden aldın?” diye sorduğunuzda, önce soruyu gereksiz, dahası saçma
bulduğunu ima ediyor ve ardından gerekçelerini saya, saya bitiremiyor...
Elbette özel arabanın sağladığı bir dizi avantaj var: İşte, kapıdan-kapıya
ulaşmayı mümkün kılıyor, istediğin zaman istediğin yere gidebiliyor, istediğin
yerde durabiliyorsun, seyahat için kolaylık sağlıyor, pazardan-çarşıdan
[şimdilerde AVM’lerden] satın aldığını taşıma kolaylığı, vb... Sosyalistler,
Marksistler arasında bile arabanın “özgürlük” olduğunu” düşünenler var...
O halde sadede gelebiliriz. Kapitalistler (otomotiv tekelleri) bu
araçları insanlar rahat ulaşım sağlasınlar diye mi, yoksa kâr etmek için mi
üretiyor? Eğer öyleyse, kapitalistin kâr amacıyla, bireyin ve toplumun bir
“ihtiyacını” karşılama amacı çakışır mı? Toplumsal çıkar, toplu taşımayı,
kollektif ulaşımı gerektirir, kapitalistin çıkarı da herkese bir araba satmayı... Oysa, arabanın
doğaya, insana ve topluma çıkardığı fatura o kadar ağır ve o kadar büyük riskler
içeriyor ki, vakitlice şu özel araba belasından kurtulmak şart. Ortalama büyüklükte bir araba üretmek için
ağırlığının 2 katı kadar petrol ve 300.000 litre su harcamak gerekiyor. Aynı
şekilde bir araba üretmek için ağırlığının 20 katı hammadde kullanmak
gerekiyor. Mesela 1.5 ton ağırlığında bir araba üretmek için 30 ton hammadde
kullanmak gerekiyor. Arabalar tarafından atmosfere salınan ve sera etkisi
yaratan karbon gazının atmosferin ısınmasındaki payı yaklaşık %25. Araba atmosferi
kirletiyor, dolayısıyla doğanın dengesinin bozulmasında önemli bir paya sahip. Başka
türlü ifade edersek, araba eko-sistemi bozuyor, ekolojik yıkımı azdırıyor. Görüntü
kirliliği yaratıyor, gürültü kirliliği yaratıyor, havayı kirletiyor, sokaklar,
yollar, kaldırımlar arabalar tarafından işgal edilmiş durumda ve bu kentin
ölümü demek. Artık çocuklar sokağı olmayan kentlerde büyüyor... Sokağa
yabancılaşmış bir çocuk ne demektir? Önemli bir yaşam alanı olan sokağın
olmadığı bir kent mümkün müdür? Araba
sayısı arttıkça daha çok yol, otoyol, köprü, park yeri, benzin istasyonu,
yaralılar için daha çok hastane gerekiyor
ve bunun sonu yok. İnsanları araba satın almaya “özendiren” reklamlarda milyarlarca
dolar heba ediliyor. Otoyollar ekilebilir devasa alanları tarımsal kullanımın
dışına atıyor ve canlı türlerinin yok olmasına neden oluyor. Ne demek
istediğimi anlamak için İstanbul’da yapımı devam eden üçüncü Boğaz köprüsü
inşaatına bakmak yeter... Yenilenemez
bir varlık olan petrol tükeniyor. Oysa bir doğal varlık, “ortak mal” olan
petrolün sadece arabası olanlar tarafından yok edilmesi hem yanlış ve hem de
haksızdır...
Araba sayısı arttıkça kent ulaşımının hızı azalıyor. Belirli saatlerde trafik
sıkışıklığı yüzünden arabalı ulaşım tam bir cinnete dönüşüyor. Her halükârda ortalama araba hızı tren ve tramvay hızından
daha düşük. Ortalama hız bisiklet hızının altına iniyor. Arabalar kent
yüzeyinin yaklaşık %30’unu kapsıyor ve bu oran her geçen gün büyüyor... Araba,
insanlar arasındaki ilişkiyi değiştiriyor, yeni bir ilişki ve statü biçimi
ortaya çıkarıyor. İnsanı toplumsal sorunlara yabancılaştırıyor, insanları bencil,
agresif, kaprisli yapıyor ve obezite riskini büyütüyor...
Ortalama bir insanın (emekçinin) ortalama bir araba alabilmesi için
yaklaşık 3 yıl çalışması gerekiyor. Dolasıyla arabayı edinmek için başlangıçta
önemli miktarda harcama yapmak gerekiyor. Arabayı edindikten sonra, yakıt
[petrol] satın almak, vergi ve sigorta için gerekli harcama da yaklaşık yıllık
gelirinin %30’una eşit olduğu hesaplanmış. Bir insanın kazandığı her 100
liranın 30 lirasını arabayı yürütmek için harcamasının bir mantığı var mıdır? Bu
her ay 30 günün 9’unu araba için çalışmak demektir... Fakat hepsi bu kadar da
değil. Bir araba, üretildiği andan hurdaya çıktığı âna kadar geçen zamandaki
ömrünün yaklaşık %95’ini “park yerinde”, durarak geçiriyor... Ömrünün sadece çok küçük bir
kısmında hareket ediyor, işe yarıyor... Başlı başına bu bile bir toplumsal
israf değil mi? Üstelik arabalar ortalama olarak 5 kişilik
dizayn edildiği halde ekseri 1 kişi taşıyor. Bunun ne büyük kaynak
israfı, ne büyük saçmalık olduğu açık
değil mi? (Tabii 4X4 gibi şımarıklıklar da ayrı bir saçmalık örneği).
2011 yılında dünyada araba sayısı 1 milyar sınırını aşmıştı. Ama hâlâ
yaklaşık her 7 kişiden birine bir araba düşüyordu. Bu da özel otomobille ulaşımın
genelleştirilemez olduğu anlamına gelir... Ve aynı yıl 80 milyon 100 bin kadar yeni
araba üretilmişti. 2010 yılında dünyada trafik kazalarında ölen insan sayısı 1
milyon 240 bindi ve 50-60 milyon kadar da yaralı vardı. Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) önümüzdeki 20 yılda bu rakamların %60 oranında artacağı öngörüsünde
bulunuyor... Geçen yıl [2013] Türkiye’de trafik kazalarında 3 bin 262 kişi hayatını
kaybetti, 237 bin 701 kişi de yaralandı. Maddi hasar da 1 milyar 188 milyon TL
tahmin ediliyor... Bu durum, trafik kazalarında ölenlerin savaşlarda ölenlerden
daha çok olduğu anlamına geliyor... Zira
otomobil sadece doğayı mahveden bir silah değil, aynı zamanda bir katliam
silahı... Trafik kazalarında ölenler savaşlarda ölenlerden daha çok olduğu
halde, doğaya ve insana verilen zararlar ortada olduğu halde, bu durumun hiç
bir zaman sorun edilmemesini, üzerine gidilmemesini nasıl açıklamak gerekiyor?
Ya da bunun mantıkî bir açıklaması mümkün müdür?
Eğer toplu kamu taşımacılığı
tercihi yapılsaydı?
Kent ulaşımının özel arabayla değil de toplu taşıma araçlarıyla [tren,
metro, tramvay, otobüs, vapur, vb.) gerçekleştiği durumda, ulaşımın topluma
maliyetinin özel arabaya göre, yaklaşık
%30 ile %50 oranında daha düşük olduğu hesaplanmış durumda. Velhasıl
daha az harcamayla daha sağlıklı, daha
ektin, daha rahat, etrafı çok daha az kirleten, doğaya ve insana çok daha az
zarar veren, daha sosyal ve daha güvenli bir kent ulaşım sistemi mümkün. Başlı
başına bu durum bile, özel arabaya dayalı geçerli ulaşım modelinin ne büyük
toplumsal ve bireysel israfa neden olduğunu göstermeye yeter... Dolayısıyla,
toplu taşıma lehine yapılacak bir tercih, parasız (bedava) kamu taşımacılığını
da mümkün hale getirecektir. Hem ulaşımı parasız [bedava) yapmak ve hem de
tasarruf edilen kaynağı kenti güzelleştirmek, ihtiyaç sahiplerini desteklemek,
eğitimin kalitesini yükseltmek, sanata, kültüre daha çok kaynak aktarmak,
kültür ve sanat merkezlerinin sayısını ve etkinliğini artırmak, tiyatro, sinema
ve konser salonlarını mahallelere kadar yaymak, kültürel/sosyal yaşamı
çeşitlendirmek, yaşlılar için dinlenme ve yaşama alanları yaratmak, çocuklar
için kreşler açmak... neden mümkün olmasın?
Aslında parasız toplu kamu taşımacılık tercihi yapmak durumunda, kentin
yeniden kent sakinlerine iadesi olanaklı hale gelir, zira, geçerli durum
insanları ‘yaşadıkları’ kente yabancılaştırmış durumda. O zaman kent içinden
geçen oto-yolların tamamını ve diğer yolların da bir kısmını ağaçlandırmak, sebze,
meyve ve çiçek yetiştirmek, kentleri beton silosu olmaktan çıkarmak mümkün hale
gelebilir...
Toplu taşıma araçlarının ulaşmadığı uzak semtler, ücra mekanlar için
midibüs, minibüs veya taksi tahsis edilebilir. “Son duraktan alma” yöntemiyle
taksi ulaşımı devreye sokulabilir. Birinin bıraktığı yerden taksiyi başka biri
alıp gittiği yerde bırakır. Tabii taksi kamuya ait olmak ve bedava kullanılmak
şartıyla... Bisiklet ulaşımı özendirilir, duruma göre, teleferik, asansör, yürüyen
merdivenler devreye sokulabilir... Dolayısıyla toplu taşıma araçlarının
ulaşamadığı durumlarda sorun çözümsüz değildir... Pazar yerlerine ulaşmak için
araç tahsis edilebilir veya mahallelere ve bazı sokaklara ulaşan, içinde
sebze-meyve, yiyecek ve başka ihtiyaç maddeleri taşıyan seyyar araçlar,
“yürüyen pazarlar” devreye sokulabilir...
Toplu kamu taşımacılığına dönüldüğünde, kentler yeniden yaşanabilir
mekanlar haline gelir. Kentin havası temizlenir, görüntü ve gürültü kirliliği
bertaraf edilir, sokaklar çocukların oynadığı, insanların birbiriyle uygun
ortamlarda buluştuğu sosyalleşme mekânları haline gelir, doğaya verilen
zararlar asgari düzeye iner, bir doğal varlık olan petrolün tükenmesi önlenebilir,
değilse geciktirilebilir...
“Yeşil araba”, elektrikle çalışan “temiz araba” asla bir çözüm olamaz.
Bir kere, öyle bir şey mümkün olsa bile mevcut arabaların dönüştürülmesi, ya da
1 milyardan fazla yeni araba üretmek gerekecektir ki, bu da müthiş bir yıkım ve
israf demeye gelir. Kaldı ki, elektrikle çalışan otomobil de sorunu çözemez
zira elektrik enerjisi üretmek için de devasa bir kaynak kullanmak kaçınılmazdır.
Sürekli az yakıt harcayan araba üretmekle öğünüyorlar. Bir arabaya takılan
klimanın yakıt (benzin, mazot, oto-gaz) tüketimini %12 ile %43 oranında
artırdığı ve giderek klimasız araba kalmadığı düşünülürse, yakıt tasarrufu iddiasının
reel bir karşılığı olmadığı anlaşılır...
Otomobil saçmalığına karşı çıktığınızda, hemen bu sektörün dünyada
yaklaşık 50 milyon insana doğrudan ve/veya dolaylı iş imkânı sağladığı, istihdam
yarattığı söyleniyor. Bu saçma bir gerekçedir ve sorun asla çözümsüz değildir Neden
her yıl milyonu aşkın ölüm ve on milyonlarca yaralı ve sakat kalan değil de,
istihdam yeğlensin? Zararlı bir şeyi istihdam yaratıyor diye savunmak tam bir
mantıkî tutarsızlık örneği ve saçmalıktır... O zaman tank üretimi de, zehirli
gaz üretimi de, nükleer silah üretimi de... aynı gerekçeyle savunulabilir... Oysa,
farklı bir toplumsal düzen ve farklı bir yaşam tarzı, farklı bir uygarlık
tercihi yapıldığında, bu tür sorunları çözmek hiçte zor değildir...
O halde bu yıkıcılığın, saçmalığın ve absürditenin, gerisinde kimler,
hangi tercihler ve çıkar odakları var? Büyük otomotiv tekelleri var, büyük
petrol devleri var, yol-köprü makinası üreten, yol ve köprü inşa eden büyük
şirketler var... İşte sorun da, bu güç ve iktidar odaklarının çıkarını,
herkesin çıkarıymış gibi sunabilmekten ve insanlara bu kepazeliği
kabullenmekten kaynaklanıyor... Üstelik bütün bunlar da,
kalkınma, ilerleme, “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma...” adına
yapılıyor. Lâkin unutmaması gereken şey şu: Kapitalizm dahilinde kalkınmak, doğayı
korumak, gezegende yaşamı güvence altına
almak, velhasıl yaşanabilir bir toplum düzeni mümkün değildir. Dolayısıyla,
vakitlice insana ve doğaya saygılı başka bir uygarlık tercihi yapmak gerekiyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder