FAŞİZM ÜZERİNE İKİ YAZI
Behice Boran
Faşizm Üzerine yazılmış olan ve Behice Boran'a ait bu iki yazı
1945'lte Ant degisinde yayınlanmış yazılarıdır. Yazılar, Yurt
ve Dünya Dergisinin 20. sayısından alıntılanmıştır. Katkıları
dolayısıyla Nezih Kazankaya ve Şahin Acar'a teşekkür ederim.
BİR CEMİYET SİSTEMİ OLARAK FAŞİZM
BEHİCE BORAN
Harbi demokrasi cephesinin kazanmasından sonra, artık faşistler
bile, demokrattan fazla demokrat kesilerek faşizmi kötülemeğe
koyuldular. Faşizm ve demokrasi kelimeleri ile yapılan ve
çeşitli memleketlerdeki basını istilâ eden mugalata içinde,
nerdeyse gerçek demokratlar kaybolacak. Ortalama bir okuyucunun bu
keşmekeş içinde doğruyu yalancıdan ayırıp kendi yolunu bulması
ne kadar güç olsa gerek.
Faşizm, belirli tarihî şartlar altında meydana gelmiş olan
belirli bir cemiyet- devlet sisteminin adıdır. Bu ad, İtalya'da
Mussolini'nin temsil ettiği rejimden alınmadır; fakat bugün
faşizm artık sadece İtalya'da 1922-1943 yıllarında ömür
sürmüş bir rejimin hususî adı değildir. Faşizm, tek bir
memleket için kullanılan has bir isim olmaktan çıkıp, bir
cemiyet sistemi örneğine ve o örneğe uygun rejimlere verilen
âdeta bir cins isim olmuştur. Faşizm, içinde belirdiği cemiyetin
tarihî, mahallî şartlarına göre çeşitlenmeler,
hususiyetler gösterir, fakat bütün faşist rejimlerde
müşterek esas vasıflar vardır; bunların mevcut olup olmadığına
göre bir rejimi faşist veya faşist değil diye
vasıflandırabiliriz.
Faşist rejimi en esas, ayırıcı vasfile bir cümlede ifade etmek
lâzım gelirse diyebiliriz ki faşizm, hususî büyük sermaye
guruplarının, bilhassa malî sermaye ve ağır-sanayi ve harp
sanayii sermayesi guruplarının açık, şiddetli bir teröre
dayanan diktatörlüğüdür.
Birinci Cihan Harbi'nden önce, faşizme götürecek şartlar ve
hareketler belirmişti. Harp, bu şartlan kuvvetlendirdi.
Harpten sonra Avrupa memleketlerinde, bilhassa İtalya ve Almanya'da
inkılâpçı bir durum meydana geldi, fakat inkılâp hareketleri
gelişip gerçekleşemedi. Büyük sermayenin tazyiki altında
içtimâi-iktisadî mevkiini kaybetmekte olan ve büsbütün
kaybedeceğinden korkan orta ve alt orta tabakalar ve maceracı,
dejenere unsurlar, siyasî guruplaşmalar ve hareketler halinde
beliren faşist gelişmeleri desteklediler, bu hareketlere yem
oldular. Büyük sermaye gurupları ve onlara âlet olan devlet
teşekkülleri, halktan gelen inkılâpçı hamleyi önlemek üzere
bu faşist hareketleri körüklediler ve nihayet, zamanı gelince,
mensuplarını getirip devlet sandalyalarına oturttular.
Faşizmi Mussolini ile Hitler yaratmadı. Onlar faşizmin sadece
sözcüsü ve mümessiliydiler, kurdukları parti teşkilâtı,
üniformaları, bayrakları, alayları da faşizm binasının dış
dekoruydu. Şüphesiz bu kuklalar ve hempaları geçtikleri
mevkilerden fazlasıyla faydalandılar, kendi menfaatlerini
fazlasıyla güttüler. Fakat onları yerlerinde tutan ve bal
tutan parmaklarını yalamalarına müsaade eden kuvvet, hususî
büyük sermaye idi. Esasen, değişmez sosyolojik bir prensip olarak
şunu belirtmek gerekir ki diktatörlük, hiç bir zaman bir şahsın
veya küçük bir gurubun devlet mekanizmasını ele geçirip
şahsî hükümlerini yürütmeleri demek değildir. Bu çeşit
siyasî diktatörlüklerin arkasınada mutlaka bir diktatörlükten
menfaatli olan, iktisadî-siyasî kudreti elinde tutan zümreler,
tabakalar vardır.
Rakipsiz hâkimiyeti eline geçiren büyük malî ve sınaî
sermayeye, derebeylik artığı büyük toprak mülkiyeti gurubu da
eklendi, faşist rejimin ikinci derece direklerinden biri oldu.
Nesiller boyunca mücadele neticesinde elde edilmiş olan liberal
demokratik haklar ve hürriyetler kökünden kazındı. İmtiyazlı
zümreler hâkimiyetlerini tam kurabilmek için kendileriyle
mücadele edebilecek halkın elinden söz, toplanma, teşkilâtlanma
ve vicdan hürriyetlerini gasbettiler.
Garp sanayi memleketlerindeki bu olayların, o kadar sanayileşmemiş,
teknik ve iktisat bakımından geri, bazı ziraî memleketlerde de
akisleri oldu. Bu memleketlerde mevcut, kuvvetli derebeylik
artığı büyük toprak sahipleri ile henüz gelişmekte olan
yeni ticaret ve sanayi zümreleri için faşist devlet sistemi ve
faşist ideoloji biçilmiş kaftan oldu. Bu zümreler garp sanayi
memleketlerinde olup bitenlerden kendi menfaatleri lehine ders
aldılar; liberal, demokratik safhaya hemen hiç girişmediler.
Gerek ileri teknikli garp sanayi memleketlerinde, gerek geri teknikli
ziraat memleketlerinde beliren faşist rejim,erin müşterek noktası,
her ikisinde de hususî büyük sermayeyi elinde toplamış olan bir
azınlığın ve bunun hükümranlık vasıtası olan siyasî
bürokrasinin geniş halk kitleleri üzerinde tethişe dayanan bir
hâkimiyet ve idare sistemi kurmuş olmalarıdır. Her ikisinde de
demokratik haklar ve hürriyetler ve milletin ekseriyetinin siyasî
egemenliği ortadan kalkmıştır. Her ikisinde de iktisadî-siyasî
mekanizma hâkim, imtiyazlı zümrenin lehine, halkın ekseriyetinin
aleyhine işler ve halk, kendi haklarını müdafaa etmek
imkânlarından mahrum bırakılmıştır. İktisadî
buhranların, harplerin doğurduğu sıkıntılar ve mahrumiyetler
halkın ekseriyetinin omuzlarına yüklenir. Bütün faşist
rejimlerin tecrübesi, istisnasız, imtiyazlı azınlığın
zenginleşip şiştiğini, çalışan kitlelerin, halkın gelirinin
ve hayat seviyesinin İse yokuş aşağı indiğini göstermiştir.
Bir taraftan sermayeye mahreçler bulmak, diğer memleketleri
sömürmek hırsı, diğer taraftan içteki huzursuzlukları bir
mecradan akıtıp yatıştırmak gayesiyle faşist rejimler
saldırıcı, istilâcı, harpçidirler. İç siyasetlerinde üstün
adam ve seçkin zümre, dış siyasetlerinde üstün ırk, üstün
millet ideolojisine dayanırlar.
Faşizm bir sosyal hareket olarak garp demokrasilerinin içinde
belirip gelişmiş ve nihayet bazılarında bütün cemiyeti
hakimiyeti altına alan bir rejim olarak tebellür etmiştir. Diğer
bazılarında İse, cemiyet liberal demokratik şeklini muhafaza
etmekle beraber faşizm hareketleri çeşitli derecelerde ve çeşitli
mahalli şekillere bürünerek kendini göstermiştir. Harpten önce
bu durum garpta yaygındı: Harp öncesi İngiltere'si ve Amerika'sı
bile bu duruma bir istisna teşkil etmiyordu. Demokrasi için faşizme
karşı mücadele, harbin bitişiyle bitmemiştir diyenlerin
kastettikleri, faşizmin iktisadi ve sosyal dayanaklarının
henüz tamamıyla ortadan kalkmamış olması durumudur. İşgalden
kurtarılan memleketlerdeki iç mukavemet hareketlerinin ve ülkedeki
gerçek demokratların, kartellerin, tröstlerin kaldırılmasını,
büyük sanayinin devletleştirilmesini istemeleri de faşizmin temel
direğini söküp atmak gayesiyledir.
HARPTEN SONRA FAŞİZM
BEHÎCE BORAN
Avrupa'da harbin sona erişi ile faşist devletler yere serildiler,
fakat bu rejimlerin dayanağı olan büyük sermaye gurupları
hâlâ ayakta duruyor ve gazete havadislerine bakılırsa, dokuz
canlı canavar gibi, bu harbin sonunda da kıllarına zarar gelmeden
kurtulmak için şimdiden dolap çevirmeye başlamışlar. Alman ve
İtalyan finans ve büyük sanayi sermayesinin âkıbeti barışın
halletmesi gereken en önemli meselelerden biridir. Faşizmin kökü
kazınması için bu sermaye saltanatının yıkılması elzem.
Hepsi bu kadar da değil! Garp demokrasilerinin kendilerinde de büyük
sermaye temerküzü var ve bu sermaye bu memleketlerin ekonomisini
—büyük mikyasta siyasetlerini de— avuçları içine almıştır.
Fransız ekonomisine iki yüz, Amerikan ekonomisine altmış,
İngiltere ekonomisine de yine bir avuç sermayedar aile hâkim.
En mühim istihsal şubelerinde inhisarcı tröstler istedikleri gibi
hüküm sürüyorlar. Küçük müstahsiller rekabet edemiyerek
durmadan alta gidiyorlar. Milletin büyük ekseriyeti şirketlerin
hizmetinde aylıkla veya gündelikle çalışan müstahdemler
haline gelmiş, bu insanların bütün mukadderatı küçük bir
sermayedar gurubun elindedir. İktisadî hayat tepeden inme, müthiş
teşkilâtlı, müstebit disiplinli bir hal almıştır, bu
alanda ferdin hiç bir hürriyeti yoktur. Bu vaziyette siyasî
demokrasi de mâna ve kıymetinden kaybetmiştir. Roosevelt'in dediği
gibi, iş bulmak, hayatını kazanmak hürriyetine sahip olmıyan
insanın, rey sandığı başındaki siyasî hürriyeti büyük bir
şey ifade etmez. Bırakın ki iktisadî diktatörlük bu kadar
kuvvetlenince siyasî demokratik haklar da, tamamiyle değilse
bile büyük mikyasta, iktisadî kudreti elinde tutanların lehine
işler olur.
Böyle, ister mağlûp, ister galip olsun, ileri teknikli garp
sanayii memleketlerinde büyük sermaye guruplarını ve
bunların teşkil tröstleri, kartelleri, korporasyonları
temizlemek, bunların kontrolleri altındaki sanayii, malî ve kredi
müesseselerini ve ulaştırma vasıtalarını devletleştirmek
gerekiyor: Bugün İngiltere'deki seçim mücadelesinin, Fransa'da
kurtuluştan beri devam eden huzursuzluk ve çekişmelerin,
Belçika'daki kıratlık meselesinin, İtalya'daki kargaşalıkların
altında, doğrudan doğruya veya dolayısile, hep bu büyük
sermaye saltanatı meselesi vardır.
Harpten önce, geri teknikli ziraî memleketlerde faşizmin direği
bilhassa derebeylik artığı büyük toprak mülkiyeti olmuştu;
onun için bugün bu çeşit kurtarılmış memleketlerde İlk iş
olarak büyük malikânelerin toprağı işliyen köylüye
yaptıklarını ve bu zamane derebeylerine bir tazminat bile
verilmediğini görüyoruz. Diğer taraftan bu memleketler
mevcut büyük teşekküller haline temerküz etmiş olan
sanayilerini devletleştiriyorlar. Bu memleketlerin ziraat ve
sanayi alanında aldıkları bu tedbirleri sadece iç reform
hareketleri olarak görmek dar bir görüş olur; bu hareketler
faşizmle mücadelenin devamını, faşizmin ortadan kaldırılışını
gösteriyor.
Büyük, inhisarcı sermaye temerküzüne karşı açılan mücadele
cemiyetlerin iç bünyesi bakımından faşizmin kökünün kazınması
demekse, dış münasebetler bakımından' da harplerin
kaldırılmasına doğru gidiş demektir. Modern harpler, emperyalist
harplerdir. Emperyalizm ise büyük malî-sınaî sermayenin
temerküzünün doğurduğu bir neticedir; bu sermayenin, daha
geri memleketlerin tabiî kaynaklarını ve insan emeğini
sömürmesi demektir; böyle sömürülen memleketler geri, fakir
kalmıya ve siyasî bakımdan sömüren sermayedar memlekete bağlı
olmıya mahkûmdurlar, emperyalist memleketler arasındaki rekabetler
ve zıddiyetler tarihin kaydetmediği korkunç harplere yol
açıyor.
Şu halde, bugün çeşitli memleketlerde, büyük sermayenin
saltanatını yıkmak için açılan mücadele dünya barışının
en birinci garantisidir. Milletler arasında güvenlik teşkilâtı,
muahedeler, anlaşmalar, ancak, barışı mümkün kılacak gerçek
Şartlar mevcut olduğu takdirde işe yarıyabilir. Emperyalizm
dünyadan kalkmadıkça dünya barışı uzun zaman gerçekleşemez;
emperyalizmin kalkması ise iç bünyelerde büyük sermaye
saltanatının yıkılışına bağlıdır. Büyük sermaye
saltanatının yıkılışı, (bundan önceki makalemizde gördük)
faşizmin kökünün kazınışı demektir. Öyle ise, burada gayet
mühim sosyolojik bir neticeye geliyoruz: cemiyetlerin Iç bünye
durumlarıyla cemiyetlerarası, yani milletlerarası münasebetler
durumu birbirine bağlıdır. Milletler arasındaki dünya nizamı,
milletlerin iç bünyelerinin ne olacağı meselesinden ayrılamaz.
Ancak, iç bünyelerinde insanın insanı istismar etmediği
cemiyetler arasındadır ki, bir milletin diğerini istismar etmediği
eşit ve âdil bir dünya nizamı kurulabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder