Dr.
İsmet Turanlı
O,
hep yarıda kalan öpücüklerin havada kalan ısıları (acıları).
Bu
mısranın yazarını hatırlamıyorum. Bu lirik ifadeden hoşlanmış
ve hafızama kaydetmiştim. Teşbihte hata olmaz derler. Öpücüklerle
alakası olmayan anılarımı anlatacağım.
Bir
sonbahar günü, İsmet, avluda oynarken babasına sesleniyor: İki
yaşına girdiğinde babası o feci araba kazasında vefat etmişti;
onun için, İsmeti'n çağrısına cevap veremiyordu. Hayatta iken
balkona çıkar, sabah kahvesini içerken, oğluyla diyaloğa
girerdi. Şimdi İsmet ise aylar boyunca, baba, baba çağrsına
devam eder. O, iki yaşındaki çocuğun çağrısını duyanlar,
akrabalar, komşular göz yaşlarını tutamıyorlardı. Benim
tarzımdır, hadiseleri, şiirimsel yorumlamak...İşte o hal yukarda
bahsettiğim mısra ile özdeşleşir.
Gene
bir sonbahar günü, okullar açıldı ve İsmet, ilkokul müdürünü
ziyaret etti. Bir ricası vardı. Dayısı ona yazın okuma yazmayı,
hesaplamayı, öğretecekti, öğretmişti. Onun için müdür beyi
ziyaretinde ne yapacağı, ne söyleyeceği günlerce talim
ettirilmişti. Okulun başmüdürü, Kutan aşiretinden İsmail
beydi. Zaman zaman Fazilet partisi başkanlığı yapan, Erbakanın
en yakını Recai Kutanın babası idi. Recai ilk okuldan Teknik
universiteyi bitirinceye kadar pekiyiden başka not almamıştı.
İsmail bey babacan , sevimli bir şahsiyetti. Gülünce altın
kaplama dişleri onun çehresine zenginlik katıyordu. İsmet önce
müdür beyin kapısını tıklattı, öğretildiği, talim
ettirildiği gibi. Sonra başını öne eğerek temannasını yaptı
ve maruzatını anlattı. Muhterem büyüğüm ben okuma yazamayı,
hesap yapmayı öğrendim onun için okula ikinci sınıftan başlamak
istiyorum. Beni imtihana alın. İsmail bey tombul eliyle, İsmetin
başını okşadı, kendine çekti ve gülümsedi. Evladım yeni
talimata göre bu imtihan kaldırıldı. Onun için senin isteğini
maalesef yerine getiremeyeceğim. Sonra listeye baktı. Sen Mukaddes
öğretmenin 1 A sınıfında 615 numara ile okula başlayacaksın.
Böylece bir öpücük acısıyle yarım kalacaktı.
Gene
bir sonbahar günü. Okulların açıldığı gün. Malatya'da
rüzgarlar serin esiyordu. İsmet yorganı başının üstüne çekmiş
annesinin ricasına karşılık vermiyordu. Nihayet hırslı, hırslı
‘’ ben okula gitmeyeceğim, ben okumak istemiyorum. Ben o kısa
yerlimalı bez pantolonla okula gitmekten utanıyorum. Arkadaşlarımın
uzun pantolunlu elbiseleri var. Onu giyip gelecekler. Ben canbazdaki
oğlanlar gibi kısa pantalonla ortada dolaşamam. Bana gülüp, alay
etmelerine müsaade edemem’’ diye haykırdı. Annesi mağazası
olan dayısının ona bayramda hediye ettiği kumaşları sakladığı
çeyiz sandığına gidip bir kumaş aldı ve İsmete, terzi Cevdet'e
gidip kendisine bir takım elbise diktirmesini söyledi. İsmet,
sevincinden zıplayıp yataktan kalktı ve kumaşı alıp terziye
koştu. Terzi önce ölçüsünü aldı ve bu kumaşla iki pantalonlu
ve bir yelekli elbise çıkar dedi. Ve kendsine bir çay ısmarladı.
Terzinin sofasına kurulmuş mutlu bir tavırla çayını yudumlarken
amcası dükkanın önünden geçiyordu. İsmet'e, terzi de ne
yaptığını sordu . Oda kumaşı göstererek terzi amcanın ona
bir kat elbise dikeceğini gururla söyledi. O sırada terzi kumaşı
kesmekte idi. Amcası küçük bir kumaş parçasını eline aldı ve
cebinden çıkardığı çakmakla yaktı. ‘’ Bu kadın kumaşı
be!‘’dedi müstehzi bir eda ile. Bunu duyunca İsmet, bayağı
bozuldu. Nerede ise kumaşı alıp eve dönecekti. Terzi onu teselli
eti.Ben elbiseni dikince görürüsün, sana çok yakışacak. İsmet
önce boğazındaki düğümlenmeyi yutkundu, gözünden iki damla
yaş aktı. Öğleden sonra terziye uğrayıp elbisesini giyip orta
okula başladı. Bu olağanda bir yarıda kalan öpücüğün acılı
hatırası idi.
Ortaokul
üçüncü sınıfta iken birden karnesinde 3 tane zayıf çıkmıştı.
Halbuki şimdiye kadar hep pekiyi alıyordu imtihanlarda. Arkadaşları
ile askerlerin poligonda atış yaptıkları yere gittiğinde,
atışlarda askerlerin kaçtan vurduklarını göremiyordu. Eve
dönünce annesine anlattı bu hali. Annesi, ertesi günü
gözdoktoruna götürdü ve gözlerinde miyop hastalığı olduğu
tesbit edilmişti ve artık gözlük takacaktı. Anlaşılan en ön
sırada otorduğu halde, karatahtayı iyi göremiyordu. Müteakıp
karnede, gözlük taktıktan sonra zayıf notların yerini pekiyiler
almıştı.
Sınıf
gazetesini arkadaşları ile İsmet hazırlar ve ayda bir duvara
asardı. Bir sabah gazetesini duvara asarken keyfinden bir türkü
çağırıyordu. O anda içeri giren hoca İsmete bir tokat attı ve
‘’Sesinde güzelmiş sabah kanaryası, sınıfın disiplinini bir
daha bozma ‘’dedi. İsmet önce yere düşecek gibi oldu. Müthiş
sarsılmıştı. Kötü bir şey yaptığını zannetmiyordu.
İsmeti'n sendelendiğini görünce hocası ‘’ hadi numara yapma,
yerine otur’’ dedi. İsmet bütün ders esnasında kafasını
sıradan kaldırmadı ve için için ağladı. Arkadaşlarının
sonradan anlattıklarına göre hoca da korkmuş, benzi atmıştı.
Teneffüs zili çalınca arkadaşları lise müdürüne gidip olan
hadiseyi ona anlatmışlardı. O'da sınıfa gelip İsmet'i teselli
etmiş. Odasına götürüp yüzünü yıkamasını temin etmişti.
Bir şikayeti olup olmadığını sordu. İsmet herşeye rağmen,
özür dilediğini açıkladı. Müdür bey de ‘’ Ben de senden
bunu bekliyordum’’ dedi. Böylece bir yarıda kalan öpücüğün
acısı anılarda kaldı.
İlk
okulu bitirdiğinde abisi ona bir mandolin hediye etmişti. O'da
okulun korosuna mandolini ile iştirak ediyordu. Müziğe hayran
olduğu için bu faaliyetini titizlikle yürütüyordu. Bir gün
dedesi ziyaretlerine gediğinde, İsmeti'n duvarda asılı mandolini
gördü Ve sordu bu çalgı aleti kimin? İsmet gururla cevap verdi.
‘’Benim dedeciğim. Okulun korosunda çalıyorum’’. Senin
gevende ( Çingene mi ) olmaya mı, niyetin var dedi ve mandolini
yere vurup paramparça etti . İsmet, dayak yemiş gibi oldu. Hani
elinden oyuncak bebeyi alınan kız çocukları gibi ağlamaya
başladı. Annesi o beyaz tombul elleri ile İsmeti'n başını
göğsüne dayadı ve teselli etti. Deden değil mi? O nederse, o
olur! Annesinin dedesini teyit eden sözüne daha da öfkelendi. Bu
da bir yarıda kalan öpücüğün acı hikayesi idi. Benzeri hayal
kırıklığını tıbbıyenin üçüncü sınıfında yaşamıştı.
‘’ Eminönü halkevinde talebelere ücretsiz piyano dersleri
verilir diye bir duyuru okumuştu. Hemen müracaat etti ve ilk
dersini Çarşamba akşamı almıştı. Piyano hocası ona bugün
yaptığı çalışmayı evde tekrarlamasını söyledi. ‘’ Ama
benim piyanom yok ki’’ dedi İsmet hocasına. Hocası da bundan
böyle gelmesine lüzum kalmadı ‘’ dedi . Müziğe bu kadar
hevesli bir genç hayal kırıklığına uğramıştı. Fatih
parkında bir kanapeye oturmuş , yağan karın altında üç saat
sonra adeta bir kardan adam olmuştu. Üzgündü. ‘’
Fatih
parkında ben, kardan adam olmuştum! Diye başlayan birde şiir
yazmıştım.
Bir
yarıda kalan öpücüğü daha tatmıştım.
70
yaşında çalmaya başladığım piyano için ders dahi almamıştım.
Hatta 8 şarkı ve türkü bestelemiştim.
Bu
tarz hayalkırıklıklarına dair anılarımı ve sebebiyet veren
şahsiyetleri deşifre eden, analizleri yazacağım. Böylece
okuyucularımın da yaşamlarındaki anılarını gözden
geçrmelerini motive edeceğimi sanıyorum. O hadiselerden ders
almaları gerektiğini vurgulayacağım. Ben depressionları tahrik
değil, bilakis her seferinde yeniden dinamikleşen müsbet
atılımları hatırlamaya değer olduğu kanaatındayım.
Bugün
Ramazan bayramının kutlanmasını, sağlıklı, müreffeh ,
başarılı yaşamlarını tebrik etmek istiyorum.
Bir
başka tarihe not düşmek istediğimde yeğenim kadar sevdiğim
sevgili Dengirin istifasını kutluyor, siyasi yaşamında daha
başarılı olması için en sadık kriterin vicdanı olduğunu
söylemesini çok değerli bulduğumu söylemek istiyorum. Ne
tesadüftür ki, ayni mealde Alman eski başbakanlarından Schröderde
geçmişteki siyasi yaşamının vicdanını ne derecede sızlattığını
söylemesi gençlere ibret olmalıdır.
Tekrar
bayramınızı kutlar , bundan böyle beni izlemenizi ümit ederim.
Köln.
29.07.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder